15 Temmuz askeri darbe girişiminin henüz ilk saatlerinde bütün dünyanın gözü Fethullah Gülen’e çevrilmişti. Zira Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, “Darbenin arkasında Gülen var” iddiasında bulunmuştu. İngiliz siber istihbarat servisi GCHQ’nun (Government Communications Headquarters) kayıtta olduğu saatlerdi. Hain girişimin başlamasından yarım saat sonra AKP önde gelenlerinin, “Darbe Fethullah Gülen’in üzerine yıkılsın” ve “Yarın tasfiyeler başlasın” emirlerini gizli bir şekilde kayda alıyordu. Ancak Alman Focus dergisince bunun haberleştirilmesine daha 8 gün vardı.
Fethullah Gülen, ertesi gün 16 Temmuz’da, New York Times, Financial Times, Sky News ve The Guardian gibi dünyanın önde gelen medya kuruluşlarının karşısına çıktı. Suçlamaları reddeden Gülen, “Bu girişimi benim idare ettiğim yolunda bir iddia varsa, uluslararası bir komisyon darbeyi araştırsın, sonucunu şimdiden kabul ediyoruz” çağrısında bulundu. Bu açık bir meydan okumaydı. “Yalan da, iftira da olsa ben kabul etmeye razıyım. Ama ulusları bir organizasyon bunu gerçekleştirsin” diye ekledi.
Aradan 8 aydan fazla bir zaman geçti. Gelinen noktada elimizde ABD, Almanya, AB ve İngiltere’den gelen “Darbenin arkasında Gülen yok” açıklamaları var. Eğer bir uluslararası komisyon kurulsaydı nasıl bir sonuç çıkardı bilinmez. Ama hiç kuşkusuz bu rapor ve açıklamalar, sonuca dair güçlü ipuçları taşıyor.
20 Mart’ta tr724’te “İngiliz istihbaratı 15 Temmuz enigmasını ne zaman çözecek?” başlıklı bir yazı yazmıştım. 4 gün sonra İngiliz Parlamentosu’nun raporu geldi. İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu (FCO) tarafından hazırlanan 79 sayfalık Türkiye raporunda, “Darbenin Gülenciler tarafından gerçekleştirildiğine dair delil yok” denildi. “Darbedeki bazı kişiler Gülenci olsa da, Türkiye’deki Gülen destekçilerinin ve kuruluşlarının sayısı düşünüldüğü zaman, bu Gülenciler ya da liderlerinin darbeyi yönettiği anlamına gelmiyor” tespiti vardı. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, komisyonun daha önce rapor için Türkiye’yi ziyaret edip Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile de görüşmüş olmasıydı. Üstelik 11 kişilik komisyonun 6’sı, iktidardaki Muhafazakâr Parti milletvekillerinden oluşuyordu. Yani başta Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı, İngiliz parlamenterleri ikna edememişti.
“Bizi ikna edemediler” diyen sadece onlar değildi bilindiği üzere. İngiltere’nin raporu, Alman istihbarat servisi BND’nin başkanı Bruno Kahl’ın, “Erdoğan bizi ikna etmek için çok uğraştı ama 15 Temmuz’un arkasında Gülen’in olduğuna dair kanıtlar göremedik” çıkışından sadece 6 gün sonrasına denk gelmişti. ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Devin Nunes’in aynı yöndeki açıklamalarının ise 5 gün sonrasıydı. Cumhuriyet Partili Başkan Nunes, 19 Mart’ta Fox TV’den Chris Wallace’ın programında “Gülen’in darbeye karıştığı yönünde kanıt görmedik” demişti. Hatta tam tersine, “Erdoğan hükümetinin giderek otoriter hale geldiği” mesajını vermesi oldukça manidardı.
İNGİLTERE RAPORU, ERDOĞAN’LA GÖRÜŞÜLDÜKTEN SONRA YAZILDI
Peş peşe gelen bu açıklamalardan sonra İngiltere Parlamentosu’nun raporu tabi ki AKP için en yıkıcı olanıydı. Sebebi, İngilizlerden çok ümitli olmalarıydı. Çünkü İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, 30 Temmuz 2016’da, “Hükümetin bu darbe girişiminde Gülencilerin yer aldığına ilişkin açıklamalarını kabul etmekte bir zorluk yaşamıyorum” demişti. İngiltere Avrupa ve ABD’den Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan da 28 Ocak’ta 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati’nin olduğunu iddia eden bir konuşma yapmıştı. Biraz da bundan olsa gerek, FCO raporu AKP çevrelerinde önce coşkuyla karşılandı ama çeviri hatası kısa süre sonra anlaşılınca ölüm sessizliği başladı.
Raporda, Türkiye’nin 15 Temmuz sürecini şeffaf götürmediği için şu ana kadar ortaya çıkan ve kendini “Gülenci” olarak tanımlayan askerlerin ifadelerine de kuşku ile bakılıyordu. İşkence gören askerlere de atıf vardı.
İşte bu noktada, mevcut Türk yargısının tamamen AKP güdümünde olduğu gerekçesiyle uluslararası bağımsız komisyon teklifinde bulunan Gülen’in çıkışı önem kazanıyor. 8 ay sonra uluslararası gözlemciler de bu durumu teyit etmiş bulunuyor. Gülen, darbeden 2 hafta sonra, 31 Temmuz’da CNN International’da Fareed Zakaria’nın sunduğu GPS programında iddiasını biraz daha ileri taşıdı: “Eğer bir telefon konuşması varsa, bu ithamlarının onda biri bile doğruysa, ‘Doğru söylüyorlar. Bırakın beni alsınlar. Bırakın beni assınlar’ derim. Kimseyle tek bir kelime konuşmadım.”
12 Ağustos’ta Fransa’nın köklü gazetesi Le Monde’a bir yazı kaleme alan Gülen, çağrısını yineledi. Türk adalet sisteminin hükümet tarafından kontrol edildiğine dikkat çekerken, “Bağımsız bir uluslararası komite tarafından suçlu bulunduğum takdirde Türk yetkililere teslim olacağım. Eğer hakkımdaki iddiaların onda biri kanıtlanırsa, Türkiye’ye dönmeye ve en ağır cezayı çekmeye söz veriyorum” diye yazdı.
‘DARBEYE KATILAN HİZMET GÖNÜLLÜSÜ VARSA, İHANET ETMİŞTİR’
Obama dönemi ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Elizabeth Trudeau, 16 Ağustos 2016 tarihinde Gülen’in ‘uluslararası komisyon’ önerisinin sorulması üzerine “Biz bununla ilgili pozisyon almayacağız” demişti. Ama sanki uluslararası camia, birbirinden bağımsız ve kendiliğinden bir pozisyon almış gibi oldu.
Yine de ortaya çıkan raporlar ve açıklamalar, Gülen Cemaatini tümden rahatlatmıyor. “Darbe girişiminde Gülenci subaylar da yer aldı” veya “Katılmış olabilirler” şeklindeki değerlendirmeleri de atlamamak gerek. Genellikle tek başlarına olmadıkları ve ordu içerisindeki diğer unsurlarla birlikte kalkışmaya dahil oldukları tespiti yapılsa da adil bir ortam doğduğunda Gülen Hareketi’nin bununla ciddi şekilde yüzleşeceği anlaşılıyor.
Çünkü aynı Fethullah Gülen, darbe girişiminden 10 gün sonra New York Times’a yazdığı makalede net bir tavır almıştı. “Hayatım boyunca alenen ve kişisel olarak iç politikadaki askeri müdahaleleri kınadım. Hep demokrasiyi savundum. Darbe haberlerinin gelmeye başladığı ilk anlardan itibaren darbeyi en kuvvetli ifadelerle telin edici mesaj yayınladım.” vurgusunun ardından şöyle demişti: “Eğer Hizmet gönüllüsü gibi görünen birisi bilerek veya kandırılarak böyle bir darbe kalkışmasının parçası olmuşsa benim inandığım değer ve düşüncelere ihanet etmiştir.”