Göğsünde kaynayan tencere!

Yorum | M. Nedim Hazar

Sabırsızlık…

Sadece, sanki her an bir yerlere yetişmeye çalışması gerekiyormuş gibi koşuşturan günümüz insanı için değil, başından beri var bu nakisamız.

Bir yokuş aşağılık söz konusu sanki. Hep bir acelecilik, seri hareketler, koşturmaca…

“İnsan, yaradılışça çok acelecidir”(Enbiya 37) ve “Pek acelecidir bu insan!”(İsrâ 11) buyuruyor Kitab-ı Mübin. Belki de pek çok marazın, gündelik birçok sıkıntının fıtrî çaresi bu acelecilik zaafını yenmek, sabır ile hadiseleri karşılayabilmek. Merhum Necip Fazıl; “Bir sır ki âşikâre/ Avcı yenik şikâre/ Yalnız, yalnız sabırda/ Çaresizliğe çare.”diyor.

Kişisel gelişimciler, zannedildiğinin aksine onaylar bu kadim hakikatleri. Aceleciliği, evrensellikten uzaklaşmanın en büyük alameti olarak sayar. Aceleci insan, müspet ve zamanlaması doğru atılımları yapamaz, aksine ciddi bozgun yaşaması kaderi olur. Buna bir isim de konmuştur hatta: Telaş hastalığı! Bu hastalık pek çok başka hastalığa sebep olabildiği gibi, bu marazı engelleyebilenler pek çok menfi rahatsızlığı da önlemiş olur.

Ne ki tabiatı gereği aceleci olan insan, her seferinde bu zaafına yenik düşer ve aklına gelen her şeyi hemen yapmak ister, kısa bir bekleme ile resmin değişebileceğini akletmez.

Hazreti Mevlana “Şüphe yok ki, yavaş iş Rahman’dan, acele iş de melun Şeytan’dandır.”der. Şu kısımlar Rumî’den: “Yavaşlık, Allah ışığıdır; çabukluk ise Şeytan’ın dürtmesinden meydana gelir” Ay, geceye, yavaş olma konusunda ders verir; sıkıntının yavaş yavaş aşılacağını işaret eder ve şöyle der: ‘Ey ham, aceleci kişi! Dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Ey tencere yavaş yavaş, ustaca kayna! Delice kaynayan yemek, lezzetli olmaz.’”


Sabır bir dayanıklılık testi değil, bir anlayış, künhüne varış durumudur. Mesele dayanabilmekte değil sadece, bilmektedir. Bilirsen sabredersin çünkü. Sabredersen dayanamayacağın sıkıntı yoktur. Bilirsin ki, acı da, kahkaha da geçicidir. Ve lezzet, elemden daha kalıcıdır daima.


En büyük yanılgılarımızdan biri, sıkıntıları çürük bir diş gibi görmemiz galiba. Sabır ile çekilesiye kadar bekleyelim de sonra sonsuza kadar kurtulalım diye düşünüyoruz. Ve öyle olmuyor elbette.

Bir ağrı, sonra katmerli bir acı daha, ardından daha büyüğü. Her büyük acı diğerinin sıkıntısı gölgede bırakıyor. Sabır ve tahammül arasındaki ince çizgiyi göremeyenler için isyan eşiği de böyle değişken oluyor maalesef.

Sabır bir dayanıklılık testi değil, bir anlayış, künhüne varış durumudur.

Mesele dayanabilmekte değil sadece, bilmektedir.

Bilirsen sabredersin çünkü. Sabredersen dayanamayacağın sıkıntı yoktur. Bilirsin ki, acı da, kahkaha da geçicidir. Ve lezzet, elemden daha kalıcıdır daima.

Upuzun kış gecesi, karlı dağ başında tek başına kalmış adamın sabahı beklemesi değil, soğuğa ve karanlığa dayanmayı bilmesidir sabır.

Zulmün ve zalimin, kötülük ve kötünün karşısında eğilmemek için dayanmak değil, ne yaptığını bilmenin ilmidir sabır.

Bu sebepledir ki, sabırsızlık çiğliktir.

Sabır, sadece huzur ve sükûnet dolu bir hayat yaşamanın değil; muvaffakiyetlerin de sırlı anahtarıdır. Musibetlere karşı dayanabilme, dayanma eşiğinin yüksekliği, olumsuzluklara karşı paniğe kapılmadan sükûneti koruyabilme hayati önemdeki bir haslettir.

Sabır en ciddi ihtiyaçtır.

Modernizmin en büyük yanılgılarından biri olan acelecilikle yenilginin en muazzamını yaşamak üzere. Hızlı hareket etmek, hızlı düşünmek, hızlı karar vermek, hızlı yemek; hasılı hızlı yaşamak kaçınılmaz bir hezimete açıyor tüm yolları.

Kur’an-ı Kerim, haksızlık durumunda ya da daha ciddi ve büyük imtihanlar karşısında müminlere ilk reçeteyi hep aynı kelime ile yazar: Sabır! Sabır ile verilecek olan tüm mücadelelerde ise kesin bir galibiyet vaat eder. Zira “Allah sabredenlerin yanındadır!” Bu evrensel kıstasın bahsedildiği her noktada tarihsel bir perspektif sunulur ve bütün kapılar sabra çıkarak ilahi navigasyon çizilir. Şüphesiz burada bahsedilen güçsüzce bir baş eğiş ya da rıza gösteriş değildir. Sineye çekmek ile sabretmek farklı şeylerdir. Yüce Kitab’ımız son derece net şekilde sabrın anlamını, ‘her türlü zorluk ve musibet karşısında dayanma ve kararlılık göstermek’ olarak tanımlar.

“Sabırla yardım isteyiniz.”(Bakara 45),

“Sabredin ve sabırda yarışın”(Âl-i İmran 200),

“Onlara karşı acelecilik etme”(Ahkaf 35),

“Sabredenler, hayatlarını sadâkat çizgisinde sürdürenler”(Âl-i İmran 17)

“Allah sabredenleri sever.”(Âl-i İmran 146),

“Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara 153),

“Şayet sabredecek olursanız bu, sabredenler için işin en hayırlısıdır.”(Nahl 126),

“Elbette o sabredenlere mükâfatlarını, yaptıkları işlerin en güzeline göre vereceğiz.”(Nahl 96)

Kitap, tarihi bir ibret vadisi gibi gözümüzün önüne sererken, ‘Güç’ kavramını da günümüz algısından farklı sunar. Sayıca azlık ya da mağlubiyetin anlık hali önemsizleşir. Önemli olan manevi açıdan güçlü olmaktır. İmtihan da burada gizlidir aslında. Ümitsizliğe kapılmanın, sabredememenin ya da dünyevi kazanç için birilerinin hoşnutluğunun kazanmanın gerçek yenilgi olabildiğini idrak gerekir.

Mesnevi’de tencere metaforunu kullanan Hz. Mevlana “Yavaş ve ustaca kayna!” diyor.

Nesai, Es-Sünen’de anlatıyor: “Abdullah İbni Şıhhîr (r.a) şöyle demiştir: “Bir keresinde Resulullah (s.a.v)’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan tencere sesi gibi sesler geliyordu.”

Şüphesiz sabredenlerin en büyüğü Allah’tır. Şairler sultanının ifadesiyle şöyle özetlenir mevzu: “Felâh mı, onda felâh/ Silah mı, onda silah/ Sen de kim oluyorsun/ Asıl sabreden Allah.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Nedim Beyin yazılarını özlemiştik. İnşallah yazmaya devam eder. Zaman her şeyin ilacı gibi gibi gözüküyor. Sabrın sonu inşallah selamettir.

  2. İbnu Abbas (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) Eşeccü Abd’il-Kays’a dedi ki:
    “Mukakkak ki sende, ALLAH ve Resûlünün sevdiği iki haslet var; hilm ve teenni.”

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin