Gezi İddianamesi ve gerçekler…

Haber-Yorum | Erhan Başyurt

Gezi Olayları ile ilgili ‘Çatı İddianame’yi okudum. Osman Kavala’nın ‘bir numaralı’ sanık olduğu ve toplam 16 sanığı kapsayan İddianame 657 sayfa…

Gezi Olayları’nın kronolojisi, dünyadaki şiddetsiz devrimlerin süreçleri ve telefon tapelerinden ibaret!

***

İddianame’yi okuduğunuzda, Gezi Eylemleri’nin aralarında sanıkların da bulunduğu bazı isimler tarafından yönlendirilip, örgütlendiğine dair kanaat sahibi oluyorsunuz.

Ancak eylemlerin ‘şiddetsiz protesto eylemleri’ şeklinde örgütlendiğini, OTPOR veya uzantısı CANVAS’tan şiddetsiz protestolar için destek eğitim alındığını bizatihi Savcı iddia ediyor.

***

Birinci soru şu;

Şiddetsiz protesto eylemlerinde bulunmak ve seçilmiş iktidarı istifaya davet etmek suç mu?

Cevap, ‘Hayır’…

O halde, barışçıl protestoda bulunmak veya örgütlemek neden suç olsun… İktidarın istifasını istemek, onu devirmek amaçlı darbe yapmak/kalkışma yapmak anlamına gelmez…

***

‘’İyi ama Gezi Eylemleri’ne şiddet bulaştığı ve sadece barışçıl kitlesel protesto ile sınırlı kalmadı ki…’’ diyebilirsiniz. Haklısınız da…

Savcı Emniyet ve İçişleri Bakanlığı verilerine dayanarak, Gezi Olayları sırasında yaşanan, can ve mal kaybına, yaralayıcı madde verilerine İddianamede yer veriyor zaten…

Sorun, Gezi Eylemleri’nin örgütleyicisi ve yöneticisi olmakla suçladığı isimlerin bu şiddet eylemleri ile irtibatını ve illiyet bağını ortaya koymuyor.

Kişiler hakkında ‘delil’ olarak sunulan dinleme kayıtları da bu konuda ‘kanaat oluşturacak’ kadar bile fikir vermiyor.

Savcı, polis kayıtları ve MİT fişlemeleri ile söz konusu şiddet eylemlerini işleyenleri tespit edip, onların birilerinden talimat alıp almadığını ortaya koymuyor, aksine şiddetsiz protestoları örgütleyen zaten büyük oranda kamuoyunca da bilinen Taksim Dayanışma gibi platformlarda görev alan isimleri tek bir bağ ortaya koymadan genelleme ile suçluyor.

Hukuken hiçbir geçerliliği olmayan ve somut delile dayanmayan suçlamalar bunlar…

***

İddianame, Sırbistan’daki OTPOR ve sonrasında dönüştüğü CANVAS’ın Gezi’nin organizatörlerine eğitim verdiğini ileri sürüyor.

Bu konuda bile somut bir delil yok. Teknik takip veya fiziki takip ile delillendirme yok. OTPOR yöneticilerinin Türkiye’ye geliş tarihleri tespit edilmiş ama kiminle görüştükleri tespit edilememiş… Komedi gibi… Uçuş bilgileri üzerinden ‘’Türkiye’ye geldiler, bu isimlere eğitim verdiler’’ diye bir suçlama üretilemez.

Kadife Devrimlerin fikir babası, Gene Sharp’ın şiddetsiz protesto yöntemlerini takip etmiş olmaları, Gezi Eylemcileri’ni ‘dış gücün maşası’ yapmaz.

Aynı yöntemleri Mısır’da, Tunus’ta ve Suriye’de takip edenlere unutmayın bu iktidar açıktan destek vermişti.

***

Gezi Eylemleri’nin bir ‘silahlı terör örgütü’ ve gizli yapılanmaya sahip olduğu izlenimi vermek için Savcı, daha önce medyada çıkan ‘’Zello ve Skype ile görüştüler, Twitter üzerinden mesaj verdiler’’ diyor.

657 sayfalık İddianame’de Zello ile yapılmış tek bir görüşme detayı yok.

Zello ile görüşülmüş olsa bile bu bir suç değil. İletişimin gizliliği Anayasamızın teminatı altında.

Zello ile görüşmede, suç içeren bir unsur varsa, bu tespit edilip ortaya konulmalıydı.

Bırakın suç içeren görüşmeyi, İddianame’de Zello var içerik nanıma satır bile yok…

***

Osman Kavala, Soros tarafından desteklendiği başından beri bilinen ve mali desteği de şeffaf olarak ilan edilen Açık Toplum Vakfı yöneticisi olmakla suçlanıyor.

İddianameye göre, Vakıf üzerinden finansal destek sağlandı ve teşvikler verildi…

Hangi şiddet eylemine destek sağlandı ve teşvik verildi, tek bir delil yok. Aksine, özel haberleşmenin ihlali niteliğinde telefon tapelerine yer verilmiş.

Kavala’nın, Divan Otel’de veya Taxim Oda Cafe’de halka açık mekanda, telefonda açık açık görüşüp yabancı misyon temsilcileri ile buluşması, sanki ‘ülke aleyhine faaliyet’ gibi lanse edilmiş… Ayıptır… Aynı isimlerle iktidar mensuplarının buluşmalarını saymaya kalksanız yerinizden kalkamazsınız…

***

Suçlanan 16 kişi arasında ‘silahlı terör örgütü’ suçlaması olduğuna göre, bir hiyerarşik yapılanma, gizlilik olmalı. İddianamede bunların hiçbiri yok.

‘’Basında yer alan bilgilere göre’’, ‘’iddia edildi’’ gibi bir suçlama olur mu?

‘’Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nin basılmaya çalışıldığı’’ bile iddia ediliyor. Tek bir veri yok. Böyle bir şeyin planlandığına dair tek bir delil yok İddianame’de…

Savcı nispeten ‘tarafsız’ davranmış da, Kabataş yalanı ile Dolmabahçe Camii’nde bira içildi yalanlarına yer vermemiş İddianame’de…

***

Mevcut haliyle, Gezi İddianamesi’nin okuduğum onlarca medya iddianamesinden tırnak ucu kadar farkı yok.

Delil yok. Tarihi bilgilendirme ve arka arkaya sıralanmış tapeler var. Bazı medya iddianamelerinde tape bile yok, HTS kayıtları ile yetiniliyor…

Hiyerarşik yapı, gizlilik, iltisak… namına tek bir delil yok.

***

Can Dündar ve bir kısım gazetecilerin adı da, İddianame’ye yeni bir medya yapılanması yapmak için çabalamaları nedeniyle girmiş.

Sanki fon almak, destek almak suçmuş gibi, onların arayışları, Gezi Terör Örgütü’nün veya kalkışmasının ‘medya’ ayağını kurmak olarak lanse edilmiş.

Mehmet Ali Alabora’nın halka açık sahnelenen ‘Mi Minör’ isimli tiyatro oyununu suç sayan ve hatta Gezi’nin başlangıcı kabul eden savcılığın, Can Dündar ve diğer gazetecilerin özgür bir medya yapılanması arayışını suç sayması normal…

***

Peki, Gezi Eylemi soruşturması 3 yıl sonra bu zayıf delillerle neden İddianame’ye dönüştü ve mahkeme kabul etti?

Bu sorunun cevabı, iktidarın Gezi benzeri bir kitlesel protestodan korkması.

Yerel seçimlerde ‘hile’ ihtimali de, ekonomik kriz nedeniyle bir toplumsal patlamanın yaşanmasının önü kesilmeye çalışılıyor büyük ihtimalle.

Yine liberal ve muhalif aydınlara, bu şekilde gözdağı veriliyor.

Şayet Açık Toplum Vakfı, iddia edildiği gibi Gezi kalkışmasının organizatörü ise, Can Paker ve Mustafa Akyol gibi diğer yöneticilerine de dava açılmalı değil mi?

Hedef belli. İktidar muhaliflerine gözdağı veriyor ve hukuk kılıfında onları susturuyor.

***

Bir diğer neden, iktidarın, tüm ‘tek adam’ rejimleri gibi her daim bir iç veya dış düşmana ihtiyacı var.

Askeri vesayet bitirildi. Cemaat dosyaları tükendi. Kamuoyu bunaldı. İnandırıcılıkları kalmadı. İktidar, şimdi de ‘Gezi’ kartını devreye sokuyor.

Mevcut haliyle ‘Gezi’ soruşturmalarının dalga dalga büyümesi mümkün.

İddianamede adı geçen ve henüz soruşturma açılmamış yüzlerce isim var.

72 ilde protestolar gerçekleşmiş. Her ilde ayrı ayrı dosyalar açılması mümkün.

Eylemlere katılanların ve destek verenlerin listeleri mutlaka oluşturulmuş ve fişlemeleri yapılmıştır.

Gezicilerin ‘ByLock’u, Zello nasıl olsa elde var…

Cemaat’e yapıldığı gibi Gezi’ye yönelik de kitlesel tutuklamalar, finans desteği verenlerin mallarına çökmeler yaşanabilir.

İktidar, kendisinin koltuğunu terketmesine sebep olacak tüm girişimleri hukuku ‘intikam kılıcı’ gibi kullanarak cezalandırıyor. Muhaliflerini yıldırıyor…

***

Son bir tavsiye de Gezi’den suçlananlara…

Yerlerinde olsam, şiddetsiz ve etkin Gezi Eylemleri’ne şiddet bulaştıranların tespit edilerek, istihbarat birimleriyle herhangi bir bağları olup olmadığını mahkemeler yoluyla tespit ettirmek.

Gezi gibi bir eylemi başarısız kılacak tek unsur, şiddet bulaştırmaktı ve istihbaratın etkin şekilde sızdığı bilinen ‘marjinal sol gruplar’ temiz bir eylemi kirleterek, polisin orantısız bir şiddet kullanmasına kapı araladılar.

İkincisi, Kabataş ve Dolmabahçe yalanlarını yayan isimlerin ‘kara kalemler’, ‘beyaz kuvvetler’ olup olmadığını, mümkünse ortaya çıkarmaları.

Zira onlar ‘seyrettim videoyu’ deyip yalan söylemeselerdi, kamuoyu ikna olmazdı…

O zaman Gezi İddianamesi yerine bugün Ethem Sarısülük’ün, Ali İsmail Korkmaz’ın, Abdullah Cömert’in ve Berkin Elvan’ın katilleri ve orantısız şiddet kullanan kamu görevlileri yargılanıyor olurdu…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin