General McMaster’ın sözleri ne anlama geliyor?

HABER-YORUM | İSKENDER DERVİŞ

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Herbert Raymond McMaster, Washington’da nadiren katıldığı bir düşünce kuruluşu etkinliğinde, Ortadoğu’da radikal İslamcı grupların yeni sponsorlarının Katar ve Türkiye olduğunu iddia etti. Basına yansıdığı kadarıyla McMaster konuşmasında daha önce bu konulara ‘miyop’ baktıklarını fakat artık radikal ideolojinin ‘yardım kuruluşları, medreseler ve diğer sosyal organizasyonlar’ eliyle yayıldığına ikna olduklarını da belirtmiş.

‘SAVAŞÇI DÜŞÜNÜR’

Önce muhatabı biraz tanıyalım. H.R. McMaster, Trump’ın ulusal güvenlik ekibine sonradan katılmıştı. Emekli General Michael Flynn’in bir takım skandalların ortaya çıkmasıyla istifa etmek zorunda kalması, bir boşluk doğurdu ve Trump sürpriz bir kararla McMaster’ı kadroya dâhil etti. Sürpriz bir karar çünkü General McMaster, ekibin geri kalanı gibi ‘Trump’çı’ değil. Bilakis, hem Washington’a hâkim hem de sahada görev almış, Amerikalıların ‘savaşçı düşünür’ (warrior thinker) dedikleri bir isim. 2003’te başlayan Irak işgalinde ‘yerel halkın gönlünü kazanma’ adı verdiği strateji, ABD ordusunun bölgedeki ilerleyişini kolaylaştırmıştı. Bu strateji daha sonra Afganistan’da General David Petraeus tarafından da uygulandı. 2014’te Time dergisi, General McMaster’ı ‘En etkili 100 kişi’ arasında gösterdi.

Washington’daki konuşmasında McMaster, bir detay daha vermiş ve 2015’te İngiltere Parlamentosu’nda sunulan Sir John Jenkins raporunun bir ‘hayranı’ olduğunu vurgulamış. Bu rapor, 2014’te Başbakan David Cameron’un talebiyle Sir John Jenkins’e hazırlatılan ve Müslüman Kardeşler topluluğunun bir nevi anatomisini çıkartması beklenen bir çalışma. Özellikle Mısır’daki darbeden sonra Mısır’da ve bölgedeki Müslüman Kardeşler sempatizanlarının geleceğini araştırdığı da düşünülebilir. Ancak Jenkins’in raporu daha sonra siyasal İslam’ın ne olduğuyla ilgili de temel referans kabul edilmeye başlandı.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER VE ŞİDDET MESELESİ

Peki, Jenkins bu raporda ne anlatıyordu? Kamuoyuna tamamı açıklanmayan rapordan bilinenler ışığında şu sonuca varmak mümkün: Müslüman Kardeşler her ne kadar kendilerini barışçı olarak niteleseler de, şiddete meyletmeleri konusunda önlerinde bir engel yok. Nitekim kurucu Hasan el Benna’nın şiddeti benimseyen bir yaklaşımı olduğu, süreç içinde grup bundan vazgeçse de, gelecekte sempatizanlarının yeniden şiddet sarmalına girme ihtimalinin bulunduğu özellikle vurgulanıyor. Burada çoğunlukla Müslüman Kardeşler’in ‘tepe yönetiminde’ bulunan kişilerle bazı üyeleri arasındaki farklara dikkat çekiliyor. Mesela, 11 Eylül saldırılarını ve El Kaide’yi bazı üyeler kınamış olsa da, Müslüman Kardeşler’in liderlerinin 11 Eylül’ü ‘ABD’nin kendi kendine yaptığı bir fabrikasyon’ olarak niteledikleri üzerinde durulmuş. Özellikle Batı’da ‘ikili-dil’ geliştirdikleri, Batı’ya demokrasi yanlısı olduklarını anlatırken, kendi iç yayınlarında Batı karşıtı bir tutum sergiledikleri belirtilmiş.

(Elbette bu rapora yönelik, hem de İngiltere dış işlerinden yapılmış eleştiriler de var. En önemlisi de Sir John Jenkins’in Suudi Arabistan büyükelçisi olması dolayısıyla ‘yanlış yönlendirilmiş’ olma ihtimali.)

ŞİDDET SARMALINI ÇÖZMEYE YETER Mİ?

McMaster’ın bu rapordan ‘övgüyle’ bahsetmesinin en önemli sebebi, muhtemelen Ortadoğu’daki terör tehdidinin sadece silahlı bir grup militandan gelmediğini, arkasındaki düşüncenin farklı görünümlerle de var olduğunu düşünmesi. Yani bir bakıma Ortadoğu’daki radikal İslamcı şiddetle siyasal İslam arasında karmaşık ilişkiler olduğunu düşünüyor McMaster. Türkiye’yle ilgili endişelerinin başında da ‘Batı’dan kopması’ geliyor. AKP’nin Batı yanlısı bir profil çizerek yükseldikten sonra, şimdilerde anti-Batı söylemin bayraktarı hâline gelmesi, muhtemelen McMaster için Sir Jenkins’in raporundaki ‘çift-dilli’ yaklaşıma uygun bir örnek. Şiddeti açıkça reddetmeyen, hatta terör gruplarına yerine göre sempatiyle bakan politikacıların varlığı, McMaster için, terör kadar tehlikeli.

Ancak aktüel şiddetle, arka plandaki ‘öfkeli kalabalık’ arasına set çekmeyen bir yaklaşımın, çok sayıda masumun da hayatını sıkıntıya sokacağını düşünmek gerekir. Hamas’ı ve eylemlerini kınamak, İsrail’in yerleşim politikasındaki ‘devlet terörünü’ görmezden gelmek anlamına gelmemeli. Yahut Ortadoğu’daki Batı-karşıtı retoriğin kuvvetlenmesinde tek suçlu olarak siyasal İslam gösterilmemeli. Çünkü bu durumda adaletin tecelli edeceğini beklemek safdillik olacaktır.

Öte yandan McMaster’ın sözleri, hâli hazırda ABD’nin Ortadoğu’daki yeni politikasının da ipuçlarını içeriyor. Katar krizini ve Suudi Arabistan’daki gelişmeleri bununla irtibatlı düşünebiliriz. McMaster aynı zamanda Suriye’de Rusya ve İran’ın etkinliğini de çeşitli metotlarla kırmak gerektiği görüşünde. PYD eliyle bölgedeki Kürtlerde bir ABD sempatisi oluşturma çabasının arka planında bu türlü bir strateji yatıyor. ABD bölgede daha çok ‘sevimli aktörler’ aracılığıyla temsil edilmeye çalışılacaktır muhtemelen.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin