ABD’de bulunan Fethullah Gülen, ülkenin önde gelen gazetelerinden Washington Post için bir yazı kaleme aldı. ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan görüşmesi öncesi yayımlanan yazının başlığı, “Artık tanıyamadığım ülke Türkiye” oldu. Türkiye muhalifleri boyun eğdirmek için elinden gelen yapan bir cumhurbaşkanının elinde tanınmaz hale geldiğini söyleyen Gülen, 15 Temmuz’dan sonra masum insanlara karşı sistematik bir zulüm kampanyasının başlatıldığını ifade etti.
Gülen, Hizmet camiası katılımcıları dahil 300.000’den fazla Türkiye vatandaşının hayatının gözaltılar, tutuklamalar, işten çıkarmalar ve başka yollarla mahvedildiğini söyledi. Referandun sonrası Türk halkı için ciddi endişeler taşıdığını söyleyen Gülen, “Erdoğan’ın kendi halkına zulmetmesi artık sadece bir içişleri meselesi olmaktan çıkmıştır. Türkiye halkının demokrasilerini tekrar ayağa kaldırmak için Avrupalı müttefikleri ve ABD’nin desteklerine ihtiyaçları var. ” dedi.
Türkiye’nin demokrasi yolunda yaşadığı geriye gidişi tersine çevirmek için iki önemli konuda girişime ihtiyaç bulunduğunu anlatan Gülen: “Birincisi, toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla, uluslararası hukuki ve insani normları gözetecek şekilde ve batının başarılı uzun vadeli demokrasilerinden alınan derslerden istifade edilen demokratik bir süreçle yeni bir sivil anayasa geliştirilmelidir.
İkincisi, demokratik ve çoğulcu değerleri tartışan ve kritik düşünmeyi teşvik eden bir eğitim müfredatı geliştirilmelidir. Her öğrenci, devlet gücünün bireysel haklarla dengelenmesinin, güçler ayrımının, bağımsız yargının, özgür basının önemini, aşırı milliyetçilik, dinin siyasallaştırılması ve devletin ya da herhangi bir liderinin kutsallaştırılmasının tehlikelerini öğrenmelidir.” açıklamasını yaptı.
Gülen yazının son kısmında “İhtimal, Türkiye’nin dünyada parmakla gösterilen bir demokrasi haline geldiğini görmeye ömrüm vefa etmeyecek ama niyazım odur ki şu an içinde bulunduğu otoriterlik girdabından çok geç olmadan kurtulsun.” dedi.
Washington Post’taki yazının tamamı şöyle;
“Türkiye muhalifleri boyun eğdirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir cumhurbaşkanının elinde tanınmaz hale geldi”
“Yaklaşık yirmi yıldır sakini olduğum ABD’nin başkanı ile memleketim Türkiye’nin cumhurbaşkanı bugün Beyaz Saray’da görüşecekler. ABD ile Türkiye’nin IŞİD ile mücadele, Suriye’nin geleceği ve mülteci krizi de dahil olmak üzere çok sayıda ortak meselesi var.
Ne var ki bir zamanlar demokrasisini tekmil ve mutedil bir laiklik anlayışını oturtma yolunda ümit vadeden Türkiye, bütün gücü elinde toplamak ve muhaliflere boyun eğdirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir cumhurbaşkanının elinde tanınmaz hale geldi.
Batı, Türkiye’nin demokrasi rotasına geri dönmesine yardım etmeli. Bugünkü görüşme ve önümüzdeki hafta yapılacak olan NATO Zirvesi bu maksada matuf bir fırsat olarak değerlendirilmeli.
“300 binden fazla insanın hayatı mahvedildi”
Erdoğan, geçtiğimiz yıl 15 Temmuz’da gerçekleştirilen menfur askeri darbe girişimini müteakip masum insanlara karşı sistematik bir zulüm kampanyası başlattı. Kürtler, Aleviler, laikler, solcular, gazeteciler, akademisyenler ya da irtibatlı olduğum barışçı bir insani hareket olan Hizmet camiası katılımcıları dahil 300.000’den fazla Türkiye vatandaşının hayatı gözaltılar, tutuklamalar, işten çıkarmalar ve başka yollarla mahvedildi.
“Erdoğan beni 5 bin mil uzakta darbeyi planlamakla suçladı”
Darbe teşebbüsü ortaya çıktığında onu şiddetle kınadım ve bana isnat edilmesini net bir dille reddettim. Ayrıca, darbeye katılanların ideallerime ihanet etmiş olduklarını ifade ettim. Yine de delil olmaksızın, Erdoğan beni 5.000 mil uzaktan darbeyi planlamakla suçladı.
Ertesi gün hükümet, bir bankada hesap açmaları, bir okulda öğretmenlik yapmaları veya bir gazeteye haber yapmaları gibi sebeplerle Hizmet’le irtibatlandırdıkları binlerce kişinin listelerini hazırladı. Bu tür bir irtibat sanki suçmuş gibi muamele yaptılar ve bu insanların hayatlarını karartmaya başladılar. Listelerinde, aylarca evvel vefat etmiş isimler ve o sırada NATO’nun Avrupa’daki karargahında görev yapan isimler vardı. Uluslararası gözlemciler tarafından birçok kaçırma, gözaltında işkence ve ölüm vakaları rapor edildi. Erdoğan hükümeti, başka ülkelerde de masum insanları takibe aldı. Mesela, Malezya’ya aralarında 15 senedir orada görev yapan bir okul müdürü dahil olmak üzere üç Hizmet sempatizanını sınır dışı etmesi için baskı yaptılar ki bu kişilerin Türkiye’ye iade edildiğinde hapis ve muhtemelen işkenceyle karşılaşacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
“Referandum sonrası Türk halkı için ciddi endişeler taşıyorum”
Nisan ayında cumhurbaşkanı, ciddi usulsüzlük iddialarının gündeme geldiği bir referandumu az farkla kazanarak devletin üç kolunu da kontrol etmesini sağlayan bir başkanlık sistemi kurdu. Aslında tasfiye ve yolsuzlukla bu güçleri zaten büyük ölçüde elinde tutuyordu. Otoriterlik girdabınının bu yeni aşamasında Türk halkı için ciddi endişeler taşıyorum.
Halbuki böyle başlamamışlardı. AKP 2002 yılında, Avrupa Birliği üyeliği hedefine matuf demokratik reformlar vaat ederek iktidara geldi. Fakat zaman geçtikçe Erdoğan giderek muhalif düşünceye karşı tahammülsüz hale gelmeye başladı. Birçok medya organının devletin denetleme kurumları vasıtasıyla kendi yandaşlarına intikalini sağladı. 2013 yazında Gezi parkı eylemlerini şiddetle bastırdı. Kabine üyelerinin adları Aralık ayında büyük çaplı bir rüşvet soruşturmasına karışınca, yargıyı ve medyayı boyunduruk altına alarak karşılık verdi. Geçen yıl 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen “geçici” olağanüstü hal hala yürürlükte. Uluslararası Af Örgütü dünyada hapsedilen tüm gazetecilerin üçte birinin Türkiye hapishanelerinde olduğunu rapor etti.
“Erdoğan’ın kendi halkına zulmetmesi artık sadece bir içişleri meselesi olmaktan çıkmıştır”
Erdoğan’ın kendi halkına zulmetmesi artık sadece bir içişleri meselesi olmaktan çıkmıştır. Sivil toplum, gazeteci, akademisyen ve Kürt vatandaşlara karşı sürmekte olan zulüm ülkenin uzun vadede istikrarını tehdit eder hale gelmiştir. Toplumda hali hazırda AKP rejimi etrafında derin bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Türkiye’nin şiddeti meşru gören radikallere kucak acarken Kürt vatandaşlarını ümitsizliğe sevk eden diktatöryel bir rejim haline gelmesi Ortadoğu güvenliği için bir kabus olacaktır.
Türkiye halkının demokrasilerini tekrar ayağa kaldırmak için Avrupalı müttefikleri ve ABD’nin desteklerine ihtiyaçları var. Türkiye 1950’de NATO’ya girebilmek için gerçek manada çok partili seçimleri başlattı. NATO, üyeliğinin gereği olarak Türkiye’nin ittifakın demokratik normlarına sadık kalmasını talep edebilir ve etmelidir.
“Türkiye’nin demokrasi yolunda yaşadığı geriye gidişi tersine çevirmek için iki önemli konuda girişime ihtiyaç var”
Birincisi, toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla, uluslararası hukuki ve insani normları gözetecek şekilde ve batının başarılı uzun vadeli demokrasilerinden alınan derslerden istifade edilen demokratik bir süreçle yeni bir sivil anayasa geliştirilmelidir.
İkincisi, demokratik ve çoğulcu değerleri tartışan ve kritik düşünmeyi teşvik eden bir eğitim müfredatı geliştirilmelidir. Her öğrenci, devlet gücünün bireysel haklarla dengelenmesinin, güçler ayrımının, bağımsız yargının, özgür basının önemini, aşırı milliyetçilik, dinin siyasallaştırılması ve devletin ya da herhangi bir liderinin kutsallaştırılmasının tehlikelerini öğrenmelidir.
“Niyazım odur ki Türkiye şu an içinde bulunduğu otoriterlik girdabından kurtulsun”
Fakat, bunlar yapılmadan evvel Türk hükümetinin kendi halkına yönelik baskı ve hak ihlallerine son vermesi ve mağdur edilen vatandaşların haklarını telafi etmesi gerekiyor.
İhtimal, Türkiye’nin dünyada parmakla gösterilen bir demokrasi haline geldiğini görmeye ömrüm vefa etmeyecek ama niyazım odur ki şu an içinde bulunduğu otoriterlik girdabından çok geç olmadan kurtulsun.
İnşallah hocam