18.yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar süren ulus inşa süreçlerinin özellikle Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi olan ülkelerdeki hikâyesi pek iç açıcı değildir. Farklı etnik, kültürel ve dinsel unsurlardan üretilen kültürel ve sosyo-politik kodlara göre yeni bir millet inşa etmek zor ve sancılı bir süreçtir. 1789 İhtilali sonrası Fransız milletinin devrimci kodlara göre yeniden inşasının ülke içinde tüm taşların oynamasına, yer yer kaos ve anarşiye, yer yer de dikta ve teröre yol açtığı bilinir. Birinci Dünya Savaşı da dâhil olmak üzere, sözkonusu ulus inşa sürecinin sınır aşan etkileriyle tetiklediği savaşlar, işgaller ve yıkımlar da cabası.
İmparatorlukların ömürlerini tamamlayıp yerlerini ulus devletlere terk etmeye başladıkları bir hengamede ulus inşa süreçlerinin kaçınılmazlığı ortadadır. Halkların kendi kimliklerini yeniden tanımladıkları, benimsedikleri ya da benimsemeye zorlandıkları yeni kimliklerine göre kendilerini tepeden tırnağa yeniden şekillendirdikleri tarihsel bir dönüm noktasında Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle “eski hâl muhal; ya yeni hâl ya izmihlal” diyebilecek birilerinin kendi meşrebince yeni bir ulus inşasına girişmeleri anlaşılabilir bir tarihsel vetiredir. Tabii ki, yapılanların anlaşılabilir olması hepsini doğru, haklı ve meşru görmemizi gerektirmez.
TARİHSEL BİR GERÇEKLİK OLARAK ULUS İNŞA SÜREÇLERİ
Tarihsel bir gerçeklik olarak ulus inşa süreçleri 1700’lerin sonlarından başlayarak Avrupa’da, daha sonra Amerika’da, 1900’lerden itibaren önce imparatorluklar coğrafyasında, daha sonra ise sömürge ve kolonizasyondan yakalarını kurtaran milletlerde görülen bir gereklilikti. Ulusal bütünlünü geç sağlayabilmiş İtalya ve Almanya’da, Avrupa’yı sallayan milliyetçilik rüzgârları neticesinde bağımsızlığını elde etmiş Balkan ülkelerinde, 1940’lardan itibaren sömürgeci güçlere karşı egemenliklerini elde etmeye başlayan Asya ve Afrika ülkelerinde bir ulus bilinci oluşturarak millet inşa etmek gerekli olduğu kadar devrimci de bir hareketti.
Kitlelere bir ulusal kimlik kazandırmak, gerçek ya da uydurulmuş efsanelerle bu kimliği tahkim etmek, inşa edilen kimliği diğer ulusal kimliklerden ayrıştıracak unsurlarla bezeyerek güçlendirmek ya da yoksa bunları icat etmek bu süreçlerin belki doğal gerekleriydi. Ancak tüm bunlar, silbaştan tekrar be tekrar yaşanılması arzu edilecek pek hoş şeyler de değildi.
KURACAĞI MİLLETE ‘KURUCU BABA’, ‘ATA’ OLMA KOMPLEKSİ
Sancılı ulus inşa süreçlerinin toplumun farklı kesimlerinde ne tür acılara yol açabileceğini anlayabilmek için sadece kendi tarihi tecrübemize bakmak bile yeterlidir. Mustafa Kemal’in farklı kültürlerden ve etniklerden bir araya getirip oluşturarak adını koyduğu “Türk milleti”nin ‘kurucu babası’, “atası” rolüne soyunduktan sonra gerçekleştirdiği tepeden inmeci “Atatürk İnkılâpları”nın yol açtığı acılar halkın şuuraltının derinliklerinde hala duruyor.
Tarihin büyük kırılmalar yaşadığı bir kavşakta ideolojik öncelemelerle girişilen ulus inşa işinin kolay ve sancısız bir yolu bulunmadığı ortada. Bu yüzden yaşananları hoş olmayan tarihsel gerçeklikler olarak kabullenmekte ve sebep olduğu uzun erimli travmaları ise iyileştirmeye çabalamakta fayda var. Ama, bunun ötesine geçip sırf Atatürk gibi bir “Kurucu Baba”, bir “Ata” olma kompleksiyle, zor bela inşa edilmiş bir ulustan bambaşka bir millet üretmeye kalkışmak ilkinden de büyük travmalara, sancılara, acı ve yıkımlara yol açabilir.
MİLLETLER NE BİR OYUN HAMURUDUR, NE DE YAPBOZ TAHTASI
Çünkü milletler, gücü her eline geçirenin kendisinden tekrar ve tekrar yeni milletler inşa edebilecekleri eğlencelik bir oyun hamuru ya da yapboz tahtası değildir. Mesela, türlü bahanelerle milyonları bir gecede okuyamaz yazamaz ümmiler haline getirmek pahasına yapılan harf inkılâbının yol açtığı kültürel soykırım tarihsel bir gerçekliktir. Ama, bugün kendilerini muktedir görenlerin o yıkıma bir tepki olarak yapılanı tersine çevirmeye kalkması da en az ve belki de ondan daha büyük bir kültürel soykırım ve yıkım anlamına gelir.
Milletler bir kez inşa edilip doğal ömrünü tamamlayıncaya kadar tarihin akışına bırakılır. O akış içerisinde aşırılıklar yontulur, yanlışlar düzeltilir, yaralar sağaltılır ve acılar teskin, travmalar rehabilite edilir. Aynı milletten bambaşka bir millet üretmeye kalkmak ise ahmaklığa varan büyük bir maceracılık olmanın yanısıra topyekûn bir yıkımı, tarifi imkânsız acıları, büyük travmaları, kaosu, savaşı ve gözyaşını davet eder. 1979 İran Devrimi, motivasyonu ve sonuçları itibariyle yapılmak istenilenin bir numunesidir.
KENDİLERİNE GÖRE, KENDİLERİ GİBİ BİR MİLLET KURMAK İSTİYORLAR
Kanaatimce, bildiğimiz ahlaki, dini, kültürel, sosyal kodların ve normların dışında kendilerine has yeni bir düzen inşa etmeye yeltenen Erdoğan ve çevresindekiler, yalan dolanla, sanal düşmanlara karşı gösterilen çakma kahramanlıklarla peşlerine takmayı başardıkları, nereye sürüklendiklerinin pek farkında olmayan kalabalıkların desteğiyle, zar zor da olsa gerçek bir millet olmaya doğru yol alan bir milletten yeni bir millet çıkarmaya çalışıyorlar. On yıllara dayalı inişli çıkışlı demokratikleşme çabalarıyla epey yol almış siyasal rejimin kazanımlarını tamamen berheva edip yerine sadece yeni bir siyasi düzen kurmakla yetinmiyor, kültürü kendi kültürsüzlükleri, toplumsal kalibresi kendi vasatlıkları, ahlakı kendi ahlaksızlıkları, dinleri kendi dinbazlıkları gibi olacak yeni bir millet kurmaya yelteniyorlar.
O yüzdendir ki, eski düzenin eski milleti ve unsuru olarak gördükleri kim ve ne varsa yok etmeye kalkışıyorlar. Yargıyı, orduyu, polisi, bürokrasiyi, üniversiteyi, medya ve sivil toplumu devraldıkları haliyle bırakmıyor, kendilerine göre ıslah edecek kapasiteleri bile olmadığı için büyük bir barbarlıkla yok ediyorlar. Tüm yok ettiklerinin yerlerine ise kendi damgalarını ve vasatlıklarını taşıyan ucubeler koyuyorlar. Mesela, bir taraftan onlarca tabela üniversitesi açıp kabiliyetsiz partizanlarına akademik unvanlar dağıtırken, diğer taraftan dünya çapında etkiye sahip olanlar da dâhil, onlarca yıllık tecrübe sahibi akademisyenleri yokluğa mahkûm ediyorlar. Ya da kendi mecrasında, kendi imkânlarıyla yoğrularak pişmiş 200’a yakın medya organına kilit vururken, medya diye kurdukları bataklıkta yalakalık ve yardakçılıktan başka sermayesi olmayan şahsiyetsiz lejyonerlerin önünü açıyorlar.
DİNİ ERDOĞAN, AHLAKI ERDOĞAN, KÜLTÜRÜ ERDOĞAN OLAN BİR MİLLET
Yıllardır millete hizmet veren 150 bine yakın kamu görevlisini tasfiyeyle yetinmeyip açlığa mahkûm ederken onlardan boşalan yerlere kabiliyetsiz siyasal İslamcı yandaşlarını getiriyorlar. Olanı tersine çevirme güdüsüyle Türkiye’nin en iyi yetişmiş insan sermayesini bozuk para gibi harcarken, en başarılı okulları gasp edip kendilerini rol model alacak dinbaz fanatikler yetiştiren okullara dönüştürüyorlar. Eğitim yerine endoktrinasyon, haber ve bilgi yerine propaganda, gerçekler yerine yalan ve iftira ile bir milleti bütün değerleriyle birlikte gaddarca yok ederken, yerine değer ve ahlak yoksunu bir kalabalığı yerleştirmeye çalışıyorlar.
Her renk ve deseniyle, yüzyıllara dayalı tecrübelerden damıtılmış rafine değerleriyle bu ülkenin en asli unsurlarını tek tek hedefe koyup yok ederken, yerlerine ahlakilikten, insanilikten ve İslamilikten arındırılmış siyasal İslamcılığın değer yoksunu binbir türünü ithal ediyorlar. Sonra da ithal ettiklerini Türkiye’de yeniden paketleyip geldikleri yerlere yeniden pazarlıyorlar.
Eninde sonunda işi getirip megalomanyaklığa vardıran tüm diktatörlerin yaptığı gibi kendilerine uygun bir insan tipi oluşturmaya, oluşturduklarından dini Erdoğan, ahlakı Erdoğan, hukuku Erdoğan, kültürü Erdoğan olan yeni bir millet çıkarmaya çabalıyorlar. Sivil ve askeri bürokraside, yargıda ve eğitimde gerçekleştirdikleri kıyımlar ve kıydıklarının yerine koyduklarıyla; ahlaksızca gasp ettikleri on binlerce şirketi peşkeş çekmeyi planladıkları yandaşlarıyla; en iyi eğitimli on binlerce saygın vatandaşı vatandaşlıktan çıkarmaya hazırlanırken istedikleri her şekli verebileceklerini düşündükleri Suriyelilere vatandaşlık yolunu açarak ve daha birçok yöntemle zalim Erdoğan ve şürekâsı kendilerine uygun yepyeni bir millet kurmaya çalışıyor.
Arsızından hırsızına, tecavüzcüsünden sübyancısına, mafyasından ahlaksızına, karaktersizinden haysiyet yoksunu yalakasına varıncaya kadar şüphesiz ki kurmaya çalıştıkları bu yeni milletin muhakkak ki el üstünde tutacağı kesimler var. Yoklayın bakalım, siz de kendinizi en büyük değeri zulme, ahlaksızlığa, hırsızlığa, müfteriliğe, mürailiğe veren o kurmak istedikleri yeni milletin bir parçası olarak görenlerden misiniz?
Şayet öyle iseniz vay halinize!