Devru’l-Hamkâ ve’l-Mugaffelîn

Yorum | Naci Karadağ

Ben pek hazzetmem ama gençken “hadi eksik kalmayalım” diye okumuşluğumuz da vardır. Fırlama yazar Charles Bukowski ‘Bana Aşkını Getir’de Amerikalı yazar William Saroyan’ın “Aynı kadınla iki kez evlenerek hayatımı mahvettim” demesine cevap mahiyetinde bir tespitte bulunur.

Şöyle der Saroyan’a:

“Hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler her zaman vardır, neyin veya kimin bizi önce bulduğuna bakar bu durum. Esasen biz mahvolmaya hep hazırızdır. Çünkü mahvolmuş hayatlar olağandır. Bilgeler için de, ahmaklar için de… Ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda, işte o zaman farkına varırız intiharların, ayyaşların, hapishane kuşlarının, uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin. Varoluşun menekşeler kadar, gökkuşağı kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının.”

Esasen mesele zamanlama olduğu kadar sınanmadır da…

Herhangi bir konuda sınanmayan insan hakkında o konuda kanaat getirmek anlamsız ve yanıltıcı olacaktır.

Bu sebeple “Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir” denmiştir.

Bugün ülkeye baktığımızda şahit olduklarımız elbette bir zamanlama meselesidir.

Hatta sadece yöresel değil küresel zamanlamayla da ilgilidir şüphesiz.

Son derece kişisel fikirler yumağı olarak söyleyebilirim ki;

Örneğin ben “Azizlerden aziz olan bu millet” söyleminin pek de doğru olmadığını bu süreç vesilesiyle öğrenmiş bulunuyorum.

Hayır, bu millet “azizlerden aziz” değilmiş.

Belki milletin bir kısmı olabilir, bilemiyorum ama sınandığı andan sonra görüyoruz ki, bu milletin kahir ekseriyeti bırakınız azizlerden aziz olmayı, fırsatçı, ‘neme lazım’cı, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’cıymış…

Bırakanız zor durumdaki insanlara, zor durumdaki komşusuna yardım etmek bir yana ona kötülük edebilmek için fırsat kolluyormuş. Yıllarda yediği içtiği ayrı gitmeyen dostunu, ilk baskıda, zor durumda terkedip, sırt çevirip rahatına bakabiliyormuş.

Örneğin Erdoğan’ın arabasını durdurup canhıraş şekilde ağlayarak “Evine el koyun” diye yalvaran kadının böyle bir sınavdan geçmeden bu yüzünü görmek mümkün olabilir miydi?

Yaşanılan süreç çok acılı.

Sadece Hizmet Hareketi için değil.

Hatta şunu söyleyeyim, korkarım ki yaşadığımız acılar daha hiçbir şey.

Belki cemaat değil ama bu ülke, sınandığı bu sürecin bedelini çok daha büyük acılarla ve yoklukla ödeyecek gibime geliyor.

Bugünkü zalim rejim bir anda bitmeyecek. Hemen yarın bitse bile etkisi belki onlarca yıl devam edecek, acıları ve neticelerini birkaç jenerasyon hissedecek maalesef.

Siyasetçisinden sıradan vatandaşına, akademisyeninden din adamına kadar muazzam bir ahmaklaşma süreci filan mı geçiriyoruz tam olarak kavrayabilmiş değilim.

Mesela bir ekonomiden sorumlu bakan böyle konuşunca akıl sağlığı konusunda soru işareti oluşmuyor mu?

Sonra da şöyle:


Zeybekçi yalnız zannediyorsanız yanılıyorsunuz:

Sanatçısına da bakalım mı?

Muhtarlar mesela…

Hani seçiyoruz filan değil mi?

Muhtarların şirazesinden çıkıp, tuhaf bir figüre dönüşebileceğine kim ihtimal verirdi.

Siyasi ikbal uğruna her ay sarayda ağırlanan, kep giydirilip mizah figürüne dönüştürülen, silah eğitimi verilen, İspanya’ya geziye gönderilen muhtarları tarih nasıl hatırlayacak dersiniz?

Bu muhtarların Dolar protestosu da farklı olacaktı elbette! Buyrun

Trump’u turp yiyerek, Merkel’i yüzüne tükürerek, asfalt yol için donla yola yatarak protesto edecekti…

Diriliş Ertuğrul’u nasıl bir motivasyonla izlediğini de unutmak mümkün mü? (Ayrıca BKZ)

Muhtarlar böyle sıyırdı da din adamı diye geçinenler geri mi kaldı. Mesela İhsan Şenocak denen bir bu devrin din adamı var. Memlekette, akıl, vicdan, iman tehlikedeyken kadınların pantolonuna, -çok afedersiniz- apış aralarına takılan bu zat, (BKZ) sözgelimi şu görüntüden rahatsız olmuyordu.

Portakal bıçaklayarak Hollanda’yı, İtalya bayrağı yakarak Fransa’yı, Koreli döverek Çin’i protesto eden insanlarla dolu bir çağın bahtsızlarıyız.

Yılbaşında Yeniçeri kıyafetiyle Noel Baba kovalamak için sokağa çıkanlar oldu ya Hu!

Pirleri “yolsuzluk hırsızlık değildir, Devlet vatandaşın malına el koyar” gibi fetvalar veren bir zihniyetin ekran yıldızından ne bekleyebilirsiniz ki?

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, bir günde bin tane örnek bulabiliriz dersek abartma olmaz.

İsterseniz hemen ortaya bir karışık yapabilirim mesela:

Şu fotoğraf geçen hafta çekildi.

Meseleyi tamamen yanlış anlamak bir yana, genel bir devlet politikasından yerel menfaat temin etmek gibi son devrin mide bulandırıcı bir fırsatçılığını göz ardı edebilir miyiz?

Kitabu’l-Hamka ve’l-Mugaffilin (Ahmak ve Dalgınlar Kitabı), ahmak ve gafil insanların komik hikayelerini anlatarak aptallığı hicveden bir eseri gibi görünür ama yazar İbnü’l-Cevzi belki de farkına varmadan çağları aşan bir gerçeği sığ sularda bile olsa talbolaştırır kitabında.

İbnü’l-Cevzi Ahmaklar ve Gafiller  kitabında belli bir ‘proses’e tabi olan yani ‘sınanan’ insanın geçirdiği evre sonucunda düşebileceği durumları kolajlar adeta. Üstelik bu insanlar önceden aptal filan da değildir. En azından öyle bilinmezler. Aralarında yöneticiler, hakimler, ilim adamları gibi toplumun farklı kesimlerinden insanlar vardır ve kitap bunlardan örneklerle doludur.

Her ne kadar Abbasi dönemi toplumunun çeşitli yönlerini yansıtsa da, insanların zaman ve mekanla değişmeyen temel nitelikleri dolayısıyla bu eserin günümüze bakan pek çok yönünü görmek mümkündür Ahmaklar ve Gafiller kitabında. Ve anlarız ki, her devir bir anda ahmaklar ve gafiller çağına dönüşebilir!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayın yazarın “bir bu devrin din adamı var” diye örnek verdiği İhsan Şenocak ve O’nunla ilgili kamuoyundaki tartışmalara kısa bir katkıda bulunmak isterim. Sayın yazarın “devrin din adamları” arasında belki arkalarda eleştirebileceği bir kişi olduğunu düşünüyorum. İhsan Şenocak’la ilgili daha önce neredeyse hiç bilgim yoktu, yazıyı okuyunca internette araştırdım ve bazı vaazlarını izledim. Hoca’nın uslubu ve konulara yaklaşımını tasvip etmeyebilirsiniz ancak burada dikkat edilmesi gereken çok hayati bir mevzu var ki aşağıda açıklamaya çalışacağım. Ben İhsan Şenocak tarafından kullanınlan uslup ve yaklaşımın geçerli, günümüz şartlarına uygun, kucaklayıcı ve etkili olduğunu düşünmüyorum. Bu konudaki eleştirilerim ve çekincelerim bakidir. Ayrıca çok olmasa da Hizmet Hareketi ve Fethullah Gülen’le ilgili bir kısım nahoş yaklaşım ve ifadeleri de asla tasvip edilemez. Bu hususlarda yaptığı konuşmaları bir vebal olarak boynundadır.
    Öte yandan İhsan Şenocak’ın özellikle laikçi medyada ve her halüklarda din karşıtı olan çevrelerde tepki çeken konuşmaları (yazarın alıntı yaptığı dahil) tamamen din özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gereken şeylerdir. Bu yazıda eleştiri konusu olan söylemlerin niçin eleştirildiğini de anlamakta zorlanıyorum. Burada bir şiddet çağrısı yok. İsteyen kadınların pantolon giymesini eleştirir, isteyen erkeklerin kısa don giymesini yadırgar, birileri kadınların başörtüsü takmasını acayip şekilde yadırgamıyor mu ve bunu da ifade etmiyor mu? Dünyanın her tarafında (özellikle ABD’de) Hıristiyan vaizlerin ateşli konuşmalarındaki eleştirileri her gün laik çevreler irdeliyor mu? Bundan çok daha aşırı konuşmaları kimse kaale almıyor. Bizim din karşıtı ve geri kafalı laikçi çevrelerin düşman ihtiyacı için böyle cımbızla çekilen konuları gündeme taşımalarına bizim katkı yapmamız gerekmiyor. Kadın haklarını böyle cengaverce savunan kadın derneklerimiz cami kürsüsündeki bu sözlere nasıl şiddetle tepki gösteriyorlar, peki hapse atılan 17.000 kadın, göz altına alınan kat be kat fazlası kadın için niye tek kelime etmezler acaba? Esas günümüzün şaşkın ve ahmakları arasında bunları saymak gerekmez mi? Yoksa bunlar daha öte birşey midir?
    Elhasıl bırakalım böyle naif bir pantalon eleştirisini başkaları dertlensin. Keşke İhsan Şenocak ve benzerleri sadece böyle zararsız ve isimsiz eleştirilerle sınırlı yanlışlar yapsaydılar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin