Derdim kimseyi korkutmak ya da ürkütmek değil ama…

Yorum | Bülent Keneş

Evet, derdim kimseyi korkutmak ya da ürkütmek değil ama dehşet verici şeyler olsalar da olanın olduğundan hareketle Allah korusun daha beterlerinin olabileceğine dair semptomlara dair gözlerimizi, kulaklarımızı dört açıp, görebildiklerimiz konusunda iş işten geçmeden uyarılarda bulunmak, sorumluluk ve yetki makamlarındaki ulusal ve uluslararası dinamikleri geç olmadan harekete geçirmeye çalışmak elzem. Özellikle yurtdışında olup da ağzı laf yapan, eli kalem tutan kim varsa artık ana gündemi bu olmalı: Davul zurna çalarak gelmekte olan (maazallah!) muhtemel bir soykırımı önleyecek bir küresel farkındalık ve duyarlılık oluşturarak böyle bir felaketi engelleyecek tüm dinamikleri harekete geçirmek.

Soykırımlar birdenbire ya da bir gecede başlayıp olup-biten süreçler değildir. Genocide Watch Başkanı Gregory H. Stanton’un daha sonra 10 aşamaya çıkardığı meşhur çalışmasında olduğu gibi en az 8 aşamayı gerektiren uzun bir süreçtir. Bu sürecin sondan (inkar) bir önceki aşamasının (imha) ise yıllar sürmesi gerekmez. İmha aşaması birkaç gün de sürebilir, 800 binden fazla insanın palalarla hunharca katledildiği Ruanda’da olduğu gibi 100 gün de. Ölüm endüstrileri kurup 6 milyondan fazla insanı katleden Hitler örneğinde olduğu gibi yıllarca da sürebilir. Mesele, imha aşamasının ne kadar sürdüğünden ziyade ne yapıp edip belirtileri çok önceden ortaya çıkan gidişatın dönüşü olmayan o korkunç noktaya varmasını engellemek.

KASIT UNSURU BAKIMINDAN HİÇBİR ŞÜPHE BULUNMUYOR

Daha önce fikirlerine iki yazıda değindiğim Stanton’a göre soykırım suçu iki ana unsuru içerir: Kasıt ve eylem. Ona göre, kasıt unsuru doğrudan beyanlar ya da emirler üzerinden ispatlanabilir. Bununla birlikte koordineli eylemlerin sistematik halinden de kasıt unsurunun varlığı çıkarılabilir. Hizmet Hareketi’ne yönelik girişilecek muhtemel bir kısmi ya da genel imha eyleminde ise kasıt unsuru bakımından hiçbir şüphe bulunmayacaktır. Çünkü bu konuda gerek Erdoğan’ın bizzat kendisinin, gerekse bakanlarının, bürokratlarının, partili isimlerinin ya da tarikat liderlerinin açıktan yüzlerce beyanı bulunmaktadır. Erdoğan’ın bu konuda vermesi muhtemel gizli emirlerin içeriğinin ne olduğu ise, maalesef, ancak eyleme dökülmeleri üzerinden veya iş işten geçtikten sonra anlaşılabilecektir.

Benimsediği nefret diliyle, tıpkı Hitler gibi, Arthur Koestler’in “Savaşlar toprak için değil kelimeler için verilir. İnsanoğlunun en ölümcül silahı dildir,” sözünü teyid eden Erdoğan’ın, Hitler’in ve önde gelen adamlarının Yahudilere aşamalı olarak yaptığına benzer şekilde, muhtemel bir soykırıma dair kasıt ve kışkırtma anlamına gelebilecek beyanlarının haddi hesabı yoktur. Merak edenler, Erdoğan’ın Gülen Hareketi’ni hedef alan 240 nefret ifadesini ve bu ifadelerin geçtiği konuşmaları Stockholm Center for Freedom’ın (SCF) “nefret söylemi” raporundan inceleyebilirler. Burada ise, soykırıma giden süreçlerin bir olmazsa olmazı olarak hedef alınan kitlenin (Gülen Hareketi mensupları) dehümanizasyonunu amaçlayan doğrudan Erdoğan’ın ağzından çıkmış sadece birkaç örneği vermekle yetineceğim. Tabii Erdoğan’ın, adamlarının, medyasının ve fanatik yandaşlarının buna benzer nefret ifadelerini yüzbinlerce, milyonlarca defa tekrarladıklarını hatırlatarak.

TAŞERON, TEHDİT, VİRÜS, SİNSİ, HAŞHAŞİ, KANSER HÜCRESİ…

14 Ocak 2014 tarihinde AKP Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Erdoğan mesela şöyle diyor: “Nasıl bir KOKUŞMUŞLUĞUN hüküm sürdüğü ortaya çıkacak. VİRÜS vücuda girmiş, SİNSİ bir şekilde yayılmış. Ancak bu bünye kendisini SİNSİ VİRÜSLERE karşı teslim edecek kadar zayıf bir bünye değildir. Tarihte de bunu gördük. HAŞHAŞİLER denilen örgütün devlet bünyesini nasıl ele almaya çalıştığını gördük. Bizim devletimiz böyle sızıntılara geçit vermedi, vermeyecektir.”

Erdoğan, 22 Eylül 2014 tarihinde ABD’de Center on Foreign Relations (CFR) isimli düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada ise şöyle diyor: “Ulusal güvenliğe karşı TEHDİT oluşturan PARALEL YAPI’ya karşı çok kararlı tedbirler almaya başladık. Bu TEHLİKELİ ÖRGÜTÜN, gerek Türkiye içinde, gerek ABD başta olmak üzere yurt dışında, muhaliflerimizce elverişli bir TAŞERON olarak kullanıldığını görüyoruz. ABD’deki bazı medya kuruluşları ve düşünce kuruluşlarının, ‘PARALEL YAPI’nın etkisi altında kaldığını görüyoruz. Söz konusu ÖRGÜT, kendisini kullananları dahi gün gelip ARKADAN HANÇERLEYECEK yapıdadır. ÇOK TEHLİKELİ BİR ÖRGÜT, ÖRGÜTÜN ELEBAŞISI ülkemizin birliğini bütünlüğünü yıkan kişidir.”

‘SÜTÜN İÇİNE KARIŞMIŞ BU PİS SUYU… MOLEKÜLLERİNE AYIRARAK’

Erdoğan, 11 Mayıs 2014 tarihinde Afyon’da AKP İstişare Toplantısı’nda yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “PARALEL YAPIYLA mücadelenin bir cadı avına dönüşmesini ikide bir konuşuyorlar. Bu ülkeye İHANET EDENLERİN görevlerini değiştirmek CADI AVIYSA, BİZ BU CADI AVINI YAPACAĞIZ, bunu da bilin… Bu konuda nerede kim neler yapıyorsa bunları bize bildireceksiniz. Bütün vatandaşlarıma söylüyorum bildireceksiniz gereğini yapalım. SÜTÜN İÇİNE KARIŞMIŞ BU PİS SUYU, GEREK KAYNATARAK GEREKİRSE MOLEKÜLLERİNE AYIRARAK STERİLİZE EDECEĞİZ.”

Erdoğan’ın 3 Ağustos 2016 tarihinde Ankara’da düzenlenen Din Şurası’nda yaptığı konuşmadan: “Bu salondan ilan ediyorum, şu saatten sonra PENSİLVANYA’DAKİ ŞARLATANIN, TERÖRİST BAŞININ hezeyanlarına kulak veren herkes başına gelecekleri kabul etmiş demektir.”

Erdoğan’ın 14 Ağustos 2016 tarihinde İstanbul’da AKP 15. Yıl Kuruluş Etkinlikleri Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmadan: “Bu ALÇAKLAR o gece 240 evladımızı şehit ederek, kardeşlerimizi yaralayarak milletimize bedel ödetmişlerdi. FETÖ’NÜN KÖKÜNÜ KAZIMAK boynumuzun borcudur.”

Erdoğan’ın 30 Ağustos 2016 tarihinde Ankara’da şehit yakınlarına verdiği yemekte yaptığı konuşmadan: “Hala bu İHANET ÇETESİNİN içinde yer alanlar VATAN HAİNİDİR. Aklını ve inancını Amerika’da yaşayan bir ŞARLATANIN emrine verenlerin, RUHUNU 1 DOLARA SATANLARIN tarihimizle, kültürümüzle, bizimle bir ilişkisi olamaz. Artık mesele kanma, kandırma meselesi olmaktan çıkmıştır.”

‘METASTAZ DURUMUNDAKİ HÜCREYİ TEMİZLEMEMİZ LAZIM’

Erdoğan’ın 15 Kasım 2016 tarihinde Rize’de düzenlenen bir toplu açılış töreninde yaptığı konuşmadan: “İNLERİNE GİRECEĞİZ dedik. Onlar kaçsın, biz kovalayacağız dedik. Yurtdışına kaçan VATAN HAİNİ FETÖ’cüler artık Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşı olamayacaklar. Kaçtıkları yerin vatandaşı olsunlar. FETÖ, PKK, DAEŞ, DHKP-C gibi terör örgütüdür. Bu yapıda olan HERKES TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUBUDUR.”

Erdoğan’ın 29 Kasım 2016 tarihinde Ankara’da Hızlı Tren Garı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmadan: “Ben FETÖ’de kalanlara sesleniyorum. Eğer hâlâ oralarda kalmaya devam ederseniz bilin ki bu halkın duvarına çarpacaksınız. Bu millet size bedelini ödetecek.”

Erdoğan’ın 22 Kasım 2016 tarihinde İsrail Kanal 2 Televizyonuna verdiği röportajdan: “Aynen bu KANSER HÜCRESİ gibi vücuda dağılmış vaziyette. Şu anda bir METASTAZ var ve bizim bu metastaz durumundaki hücreyi TEMİZLEMEMİZ lazım.”

Dördü de tıp doktoru olan Elihu D. Richter, Yael Stein, Alex Barnea ve Marc Sherman, birlikte kaleme alıp 2009 yılında yayınladıkları bir makalede soykırımın da, engellenmesinin de, her ikisiyle birlikte umursamazlığın da insan tercihi olduğunu kaydediyorlar. Yazarlar, Ermeni soykırımı ve Holokost’tan bu yana soykırım kışkırtıcılarının, hedefe konulan grubun üyelerinin potansiyel katilleri, tecavüzcüleri, yağmacıları olacak yandaşlarını utançlarının üstesinden gelmeye hazırlamak için hedefe koydukları grupları hep dehümanize eden metaforlar, mecazlar kullandıklarına dikkat çekiyorlar. Bugün Holokost’tan çıkarılacak tek bir ders varsa onun da devletin benimsediği dehümanize edici nefret dilini görmezden gelmenin yol açtığı varoluşsal tehlikeler olduğunu söylüyorlar.

ŞAYET ‘ÖNGÖRÜLEBİLİR’ İSE MUTLAKA ‘ENGELLENEBİLİR’ DE OLMALI

Yazarlar, bu önemli makalelerinde, soykırımı önlemenin yolunun nefret dilini önlemekten geçtiğinin altını çizerek, nefret dilinin kışkırtıcıları motive ederken kalabalıkları ise duyarsızlaştırdığının altını çiziyorlar. Meseleye, kamu sağlığı ve önleyici tabiplik perspektifinden yaklaşan yazarlar, 20. yüzyılda şiddet yoluyla gerçekleşmiş en büyük ölüm sebebi olarak nitelendirdikleri soykırım için “şayet ‘öngürülebilir’ ise mutlaka ‘engellenebilir’ de olmalıdır, diyorlar. Öldürmelerin, tecavüzlerin, sürgünlerin ve yağmaların başlamasından sonra soykırımın önlenmesinden bahsetmenin bir oksimoron olduğunu söyleyen yazarlar, oysa devlet destekli nefret diliyle dehümanize etmenin ve kışkırtmanın önlenmesi suretiyle çoğu soykırımın engellenebileceğine işaret ediyorlar.

Şu an kelimenin tam anlamıyla Türkiye örneğinde olduğu gibi, özellikle otoriter rejimlerin zorlayıcı, yönlendirici ve emredici ortamında tepeden aşağı olduğunda nefret söylemi ve kışkırtmanın birlikteliğinin bir soykırım riskini yükselttiğine dikkat çeken yazarlar şu uyarıda bulunuyorlar: “Geçtiğimiz yüzyıl bize öğretmiştir ki, her ne zaman iktidardaki hükümetlerin veya hareketlerin liderleri kurban grupları dehümanize etmek amacıyla açıktan mikrop, pislik, kanser, tifo ve fareler gibi yarı tıbbi ve epidemolojik mecazları kullanırsa, bu söylemin çok yakında gelecek bir soykırımın acil uyarısı olduğundan emin olabilirsiniz.”

Geleneksel faşist milliyetçiler ve sonradan türeyen Avrasyacı ulusalcılarla ittifaka giderek tam teşekküllü bir İslamofaşist dikta rejimi kurmayı başaran Erdoğan, hedefe koyduğu Gülen Hareketi ile ilgili yürüttüğü kampanyada şu an tam da dört yazarın bahsettiği aşamada bulunuyor. Evet doğru, Gülen Hareketi mensupları ya da mensubu olarak görülenler Hitler’in kurduğu ölüm endüstrisinde olduğu gibi henüz sistematik bir şekilde gaz odalarında öldürülerek krematoryumlarda yakılıp yok edilmiyorlar. Ancak benzeri bir felaket için tüm şartlar hazır durumda. Kaldı ki daha şimdiden yaygın ve sistematik işkenceler, insanlık onurunu zedeleyici kötü muameleler; hamileliğe, bebekliğe, yaşlılığa, akut rahatsızlığa veya yaşam koşulları kasıtlı olarak kötüleştirilen hapishanelerden dolayı hastalananların tedavilerinin zamanında ve gereğince yapılmaması sonucu Gülen Hareketi mensubu ya da öyle görülen onlarca insan hayatını kaybetti.

DAHA ŞİMDİDEN EN AZ 83 KİŞİ ÖLDÜ

Mart 2017 tarihinde “Türkiye’de Şüpheli Ölümler ve İntiharlar” başlığıyla tafsilatlı bir rapor yayınlayan SCF, 15 Temmuz’da darbe girişimi sonrası Türkiye genelinde gerçekleşen kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar esnasında ve sonrasında ciddi sayıda kötü muamele ve işkence vakalarına rastlandığını kaydetmişti. Raporda şöyle denilmişti: “Filistin askısı, tecavüz, buzlu suya maruz bırakma, tehdit, kaba dayak, aç bırakma, uyutmama, zorla alkol içirme, ilaç verme vakalarının yaşandığı mağdur anlatımlarında ve suç duyurularında ortaya çıkarılmıştır. Bu tür muamelelerin ardından kamuoyuna bazı şüpheli ölümler ‘intihar’ olarak açıklanmıştır. Gözaltında işkence sonucu ölümler de savcılık soruşturmalarına konu olmuştur. Ciddiye alınması gereken bir başka konu da serbest bırakılan veya yeniden gözaltına alınma korkusu yaşayan bir kısım kişilerin psikolojik baskıya dayanamayıp intihar yolunu seçmesidir.”

15 Temmuz tartışmalı darbe girişimini takip eden aylarda Gülen Hareketi’ne mensup oldukları iddiasıyla 169 bin kişi gözaltına alındı. Bunlardan 50 bin 510’u tutuklanarak hapse atıldı (süreç içerisinde hapse atıldıktan sonra tahliye edilen binlerce kişi hariç). Operasyonlar sırasında, gözaltı sürecinde ve tutuklamalar sonrasında şüphelilere baskı, kötü muamele ve işkence yapıldığına dair tespitler uluslararası raporlara yansıdı. Devletin resmi Anadolu Ajansı ve resmi televizyonu TRT, özellikle ilk günlerde, gözaltındaki şahısların görüntü ve fotoğraflarını yayınladı. Bu kişilerin gözaltına alınırken ve adliyeye sevk edilirken yayınlanan görüntüleri arasındaki fark nezarethanelerde yapılan ağır işkenceleri net bir şekilde ortaya koyuyordu.

SCF’nin güncellenmiş listesine göre, 31 Temmuz 2017 tarihi itibariyle, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası cezaevinde, gözaltında, gözaltına alınmaya çalışılırken ya da açığa alındıktan sonra veya gözaltına alınma korkusuyla intihar ettiği iddia edilen toplam 83 kişi şüpheli şekilde hayatını kaybetmiştir. Bunlardan en az 28’inin şüpheli ölümü ise cezaevinde gerçekleşmiştir. Sansür, yayın yasakları ve baskıcı hükümet politikaları nedeniyle, sağlıklı bilgi akışı olmadığından dolayı başka infaz ve benzer intihar vakaları olup olmadığını ise bilemiyoruz.

İŞKENCE, KÖTÜ MUAMELE, CİNSEL SALDIRI DA SOYKIRIM SUÇUNA DAHİL

Bu arada, hakaret ve nefret söylemleriyle oluşturulan ortamdan etkilenerek işlenen cinayetler sonucu öldürülen Gülen Hareketi mensupları da ayrı bir yekün tutuyor. Bunların bir kısmının gerçekten Gülen Harketi mensubiyetinden dolayı nefret duygularıyla katledildiği, bir kısmının ise Gülen Hareketi mensuplarına karşı işlenmiş suçlarda aşırı toleranslı davranan yargıdan beraat almak ya da daha hafif cezalarla kurtulmak için başka saiklerle işlenen cinayetlerin bile bu şekilde yansıtıldığı düşünülüyor. Nereden bakılırsa bakılsın tam bir rezalet.

Burada unutulmaması gereken noktayı soykırımın hukuki tanım ve tarifinin “hedef grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel/ruhsal hasar verilmesi”ni içerdiği oluşturuyor. Bedensel ve ruhsal bütünlüklere ağır zarar verici eylemler ise kişilerin yaralanması, kişilere işkence yapılması, tecavüz edilmesi, ölümle tehdit, cinsel saldırıları kapsamaktadır. Hatta buna stres, depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıkları tetikleyerek milyonlarca insanda duygu durum bozukluklarına yol açan bir işkenceye dönüşerek “hedef grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel/ruhsal hasar” veren keyfi ve kolektif cezalandırmaları ve kitlesel gözaltıları da eklemek mümkündür.

Erdoğan’ın son yıllarda yakınlık kurduğu suç örgütleri, terör örgütleri, milis yapılanmaları ve mafya yapılanmalarından sadece birinin lideri olan Sedat Peker, 16 Temmuz 2017 günü İstanbul’da yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: “Diktatör dedikleri Sayın Cumhurbaşkanımıza dua etsinler. Yüce Allah korusun eceliyle bile olsa, Cumhurbaşkanımızın bu dünyadaki misafirliği biterse diktatör neymiş o zaman görecekler. Yüce Allah’ın izniyle onlara yakınlık duymuş, onlarla yol almış, onlarla daha sonrasında yolunu ayırmamış bütün herkesi en yakın bayrak direklerine asacağız. En yakın ağaçlara asacağız…” Peker’in mafyatik bir dille yansıttığı Erdoğan’ın ve Türkiye’deki İslamofaşist rejimin mevcut ruh haletinden başkası değildi.

Zaten Erdoğan da, tamamen kendi kontrolündeki yargının vereceği cezalarla bile yetinilmeyeceğini şu kelimelerle ifade etmişti: “Bu eli kanlı katillerin hiçbiri de kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamayacaklardır… Şayet cezalarını tamamlayıp dışarı çıkanlar olursa, zaten milletimiz sokakta her gördüğünde onlara gereken cezayı verecektir… İhanetlerinin bedelini ödemeyen tek bir FETÖ’cü kalmayana kadar mücadelemiz sürecektir.”

Çok geç olmadan, iş işten geçmeden herkes üzerine düşeni yapmalı. Şimdi değilse ne zaman?..

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Bu yazının kilit cümlesi bence şu: “Özellikle yurtdışında olup da ağzı laf yapan, eli kalem tutan kim varsa artık ana gündemi bu olmalı”

    Zira bu tip yazıların türkçe yazılmasına gerek yok! Türklere bişey anlatmaya çalışmak anlamsız! Bu milleti uyarmak gereksiz!.. Bu yazıyı anlayacak kişiler zaten mağdur, bir de bu yazıyı okuyup canı sıkılıyor, ruh hali iyice bozuluyor… Anlamayana da bu yazı zaten tesir etmez!

    Bu sebeple, bu yazı ve bunun gibi yazılar YURTDIŞI’na yönelik ve YABANCI DİLLERDE yazılmalı! Düşük bi ihtimal de olsa gavurların anlayabileceğini ve bişeyler yapabileceğini düşünebilirim. Türkler soykırım olup bitene dek an-la-ya-maz

  2. Binlerce insan hapisteyken,binlerce insan saklanıyorken, binlerce insanın evi basılmışken çocuklarının gözleri önünde hem de defalarca, onlarca insan şehit edilmişken ve bu bahsedilen İnsanların en yakınları bu zulümü her gün her saat hissediyorken ve korkuyla bekleyen bu insanlar acaba yarın ne olacak diye geceleyin sabahlara kadar ürperti ile bekliyorken Nasıl böyle bir yazı yazarsanız?
    Amacım kimseyi korkutmak değil diye bir başlık atarak kimseyi korkutmamış mı oluyorsunuz ? Yani empati denen şey sizin sokaklara uğramıyor mu ? Ben şimdi siz ve bu eleştirdiğim yazının başına amacım sizi eleştirmek değil desem eleştiri sayılmıyor mu icerigi besbelli iken. Allah rızası için bir yazı yazarken bir şiir yazarken bir çalışma yaparken sadra Şifa olmasına bakmak lazım yoksa oturup bir şeyler karaladım bu süreçte kimseye faydası yok. O zaman yazmamak daha hayirli değil mi? Bu yazının insanları korkutup ürkütür tedirgin etmekten başka hiçbir faydası yok.
    Maharet bu süreçte Yezid’in yapıp ettiklerinin dediklerinin kronolojisinden hareketle hepinizi katil edecekler deme değil bunlar zaten bilinen elli kere yazılıp çizilen şeyler.Maharet insanların bir esintiye ihtiyaç duydukları Şu günlerde esinti vere
    bilmek. Bu da mı zor en azından bu insanları korkutmamak maharet b kardeşim.
    yazılacak çok fazla şey var ama müstearada sığınarak yada hiç demek istemesemde konumunun eminligine güvenerek yurtdışında ise,internetten Tweet’ten hizmet insanlarını zora sokacak, korkutacak, evlerde bekleyen o biçare bayanların okudukları zaman dünyalarını alt üst edecek şeyler yazanları Allah’a havale ediyorum.
    Niyetim insanları bu konuda duyarlılığı davet etmekti diyebilirsiniz ama duyarlılığa davet ettiğiniz belli bir kitle yanında, esas muhataplar şu an Türkiyede olanlar ve zulüm görenler bunu da bilin.

  3. Davud beye aynen katılıyorum.. bir yıldır zaten bu yazdıklarınızın olma ihtimalini düşünüyor ve korku yaşıyoruz.. kapının zili her çaldığında kim geldi diye korkuyoruz.. insanlara hiç bir şey anlatılamıyor.. inancım olmasa intihar edebilirdim.. bu haleti ruhiyeyi anlamak için, türkiyede olmanız gerek! Öteden yazı döktürmek kolay.. biz boyun eğmedik. Neyin ne olduğunu da biliyoruz.. sabitkademiz elhamdülillah. Öldürülme ihtimaline kendimi hazırladığım gibi, eşimi de en kötü senaryoya hazır olmalıyız diye hazırlamaya çalıştım hep.. ne yani, çocuklarımı da mı hazırlamalıyım sizce: “yavrum, zil çalınca polisler yine geldi diye KORKMAYIN, belki de eli silahlı ya da palalı başka birilerine adresimiz verilmiştir ve bizi öldürmek için gelmişlerdir diye TİTREYİN” mi desek yavrucaklara?!!!
    Yurtdışında, 170 ülkenin bürokrasisine hiç mi tesirimiz yok? Niçin harekete geçiremiyoruz? Allaha isyan değil bu; kendi arkadaşlarımızın sebepleri ne kadar harekete geçirme gayreti içinde olduklarına dair bir sorgulamadır sadece.
    Allah bizi zayi etmeyecektir.
    Zayi etme Allahım..
    Bizi affet..
    Bize yardım et..
    Sebeplerüstü müdahele ediver Rabbim..
    İnnena mağlûbûn fentasir…

  4. Nasil ki ahali korkmasin diye depremde ev sallanirken kimseyi uyandirmamak mantikli degilse, tehlikeyi goren birinin gerekli uyarilari yapmasi da son derece faydali. Fakat elbette bunun ingilizce de yapilmasi gerektigi konusunda hemfikirim. Ben bile bunu yapabilecek ve su an bos bos oturan 10 kisiyi bir cirpida sayabilirim..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin