Demokrasi Türkiye’de anlaşıldı mı? 

PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Yazının başlığına bakıp, “Türkiye’de demokrasi mi var zaten!” diye bıyık altı gülen okurlarım sabretsin lütfen. Çünkü yazı mevcut olan veya olmayan demokrasiyle alakalı bir yazı değil. Demokrasi konusuna eleştirel de olsa yaklaşırken hangi kavramları kullanıyoruz? Bu kavramlardan ne anlıyoruz? Kavramlar berrak biçimde tanımlanmazsa eğer, herhangi bir konuda uzlaşma sağlayamayız. Demokrasi gibi herkesin dilinde pelesenk olmuş, kesimler ve ideolojiler arası mülkleştirilmiş ve sahiplenilmiş bir kavramın üzerinde mutlak surette düşünmemiz gerekiyor.

Özellikle Türkiye’de demokrasi konusu yeterince anlaşılmış değil. Şaşırmayın! Demokrasi yanlısı olan insanlar arasında demokrasinin birbirinden çok farklı versiyonlar tedavülde ve işin garip tarafı birçokları bunun farkında bile olmaksızın sonsuz bir polemik denizinde rotasız bir yerlere doğru ilerlemeye çabalıyor. Herkes demokrat ama demokrat kavramının çıkış noktası olan demokrasi nasıl kavramsallaştırılıyor ve anlaşılıyor, bu konuda birbirinden oldukça farklı tasavvurlar mevcut.

Demokrasi niteleme sıfatı olmaksızın yalın biçimde yazıldığında bu meseleler sathın altında kamufle oluyor. Görünmeyen sorunlarla kimse fazla ilgilenmez. Oysa sorunlar görünmese de, varlıkları başka sorunlara yol açar. Demokrasi derken genellikle Batı ülkeleri standartlarında bir demokratik sistem tasavvur edilse de, bu sisteme giden yollara fazla kafa yorulmaz. İçinden çıkılan sosyal – sosyalizasyondan geçilen – ortama paralel bir “bagajla” konuya yaklaşılır.

Çoğu zaman bu bagajın getirdiği öznellik ya da “sübjektivite” konusuna da önem atfedilmez. Hatta o da çoğu zaman fark edilmez. Hayat böylece az pürüzlü biçimde devam eder. Ancak boşa kürek çekmenin verdiği başarısızlık da nesiller boyu topluma eşlik eder. Beli doğrultamadan, kavramsal karmaşıklıkta boğulmuş olmanın neden olduğu durumdan yakınılır durulur, ancak bunun nedenleri analiz edilemediğinden probleme çözüm bulunamaz.

Evet, komplekse gerek olmaksızın, hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmek lazımdır ve bundan dolayı da yazının başında demokrasi dendiğinde Batı tipi, yani Batı’da mevcut olan demokrasinin kastedildiği oldukça açıktır.

Demokrasinin Siyaset Bilimi literatüründe iki tip tanımı var. Bunlardan biri minimalist tanım, diğeri de maksimalist tanım.

Öncelikle şunu saptayalım: Demokrasimizin başına niteleme sıfatı olarak “liberal” kavramını yapıştırmazsak eğer, en başta büyük hata yapmış oluruz. Bu sayede çıtayı iyi bir yüksekliğe çıkartıyoruz ve altında kalan demokrasilere “sözde” demiş oluyoruz. Buna göre öncelikle her seçim olan yerde demokrasi yoktur diyebiliyoruz. Söz gelimi Rusya, Türkiye, Belarus ya da Kazakistan gibi ülkelerde de çok partili seçimler yapılıyor. Fakat bu seçimsel sistemlere, yukarıdaki liberal demokrasi tamlaması gereği gerçek demokrasi diyemiyoruz. Bunu izah edelim.

Bir demokraside seçimlerin olması, olmazsa olmazdır. Diğer bir ifadeyle, demokrasinin kalbinde seçimler vardır. Vatandaşlar, çok alternatifli bir seçimde, tercih ettikleri siyasal parti ve liderlere oy verir, kimin milletvekili, başkan ya da belediye başkanı olacağına oy vererek karar kılar. Elbette bunu bir sabite olarak kabul etmemiz gerekiyor. Bu olmaksızın demokrasi zaten olamaz. Ancak soru bu değil. Bunun yeterli olup olmadığı! Çünkü tüm demokrasi tanımları bu çekişme veya yarışma ortamının ana nüvesi olan seçimler hususunda “adil ve “özgür” sıfatlarını kullanır. O halde, seçimlerin adil ve özgür olması nasıl sağlanır sorusuna eğilmek gerekir.

Diğer bir problem alanı da, seçimlerin belirlediği liderlerin ve partilerin iktidara gelmesi, ancak çoğunluk yönetiminin çoğunluk diktasına evrilmemesidir. Demokraside çoğunluk elde edip iktidara gelmek, her istediğini yapma özgürlüğünü getirmez. İktidara gelen karar alıcılara oy vermemiş vatandaşların hakları bakidir. İktidar olmak, kendine oy verenlerin tercihlerini barem alıp, kendilerine oy vermeyen insanların hayatlarına müdahale etmek hakkını vermez. Dolayısıyla çoğunluk yönetimi ve çoğunluk diktası arasındaki ince çizgiyi mutlaka görmek gerekiyor.

Demokrasilerde azınlıkların haklarının korunması en merkezi hedeflerden biridir. Gerçek demokrasilerle sözde demokrasiler arasındaki önemli farklardan biri de bu ayrım noktasından doğar. Çoğunluk iktidarı, örneğin temel insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayamaz ya da “eşitlik ilkesi” gibi bir baremi yok sayamaz. Eşitlik, “yasa önünde eşitlik” ve “eşit vatandaşlık” olarak özetlenebilir. Kadınlarla erkeklerin eşitliği gibi bir merkezi norm, örnek olarak, yok sayılamaz. Buna göre, yasal statü bakımından kadınların erkeklerle bire bir aynı haklara sahip olmadığı bir sistem demokrasi olarak nitelemez. Ya da mesela statüsel anlamda vatandaşlık haklarının gasp edildiği bir azınlık olması durumunda, demokrasinin eşitlik ilkesi gereği o ülke sistemine demokrasi denemez. Buna temel özgürlükler de dâhil edilebilir. Temel özgürlüklerden – mesela din ve vicdan hürriyeti, badın ve medya özgürlüğü, gösteri ve protesto hakkı, vs. – herhangi birisine kısıtlama getirilmesi durumunda da aynı şey geçerlidir.

Yine seçimlerin “adil” ve “özgür” olmasını sağlayan hukuk devleti, güçler ayrılığı, bağımsız yargı, gücü sınırlandırılmış denetlenebilir iktidar, dördüncü erk olarak medyanın – sosyal medya da dâhil – özgür olması gibi özellikler mutlaka anayasal güvence altında ve pratikte uygulanıyor olmalı. Bunların bir veya birkaçında arıza varsa eğer, seçimlerin varlığı çok büyük bir anlam ifade etmez.

Demokrasinin bir diğer karakteristik özelliği, bir yönünün ya da istikametinin olmasıdır. Demokrasiler bireyi, yani vatandaşını devletten korur, onu özgürleştirir. Eleştirel Düşünce’ye göre Aydınlanma felsefesi henüz tamamlanmamış bir projedir ve bu felsefenin ana amacı insanın özgürleştirilmesidir. Özgürlüğün sınırı diğer insanları özgürlük alanı olduğuna göre, başkalarının özgürlüğünü tehdit etmediği takdirde bireyin özgürleştirilmesi esastır. Demokratik toplumlar dışında hiçbir yerde bireyin gerçek anlamda tercih hakkı yoktur. Çoğunlukla ya da ana akımla tezat düşünce ve yaşam biçimleri, doktrinsel bir arka plan olan siyasal rejimlerde – Çin’de, Kuzey Kore’de, Suudi Arabistan’da, İran’da, Pakistan’da – mümkün olmaz ve farlı yaşam biçimleri ve toplum genelinin ana akım kültürüyle çelişen bireysel tercihler kriminalize edilir.

Bu nedenle, kendi ülkesiyle, devletiyle veya toplumuyla sorun yaşayan ve siyasi takibata uğrayan insanlar Batılı demokrasilere iltica eder. Buna göre, tesis edilecek demokrasinin devlete gerekli nötrlüğü sağlaması zaruridir. Diğer bir ifadeyle, devletin bir dinin, veya ideolojinin ajanı olarak hareket etmesi, eğer liberal demokratik bir devletten bahsediyorsak, mümkün olamaz. Seküler veya laik bir devlet, tüm dinlere veya ideolojik pozisyonlara eşit mesafede duran bir devlettir. Bu devletin, örneğin bir dine veya mezhebe göre kamu hizmeti düzenlemesi, mesela eğitim müfredatı oluşturması, liberal demokratik bir devletle bağdaşmaz.

Yukarıdaki birkaç örneğin gösterdiği üzere Türkiye demokrasi değildir. Seçimsel sistemin ilerisine geçip demokrasiye terfi etmesini sağlayacak fikirsel tartışma ortamı ise henüz emekleme dönemini yaşamaktadır. Tanzimat’tan bu yana şematiğe veya sisteme odaklanan Türkiye aydınları, içeriksel ve kuramsal tartışmalara sadece girmemekle kalmamıştır, bu tartışmalara girecek kalifikasyondan ve donanımdan da genelde yoksundur. Kemalo-sol kökenli aydınlar da, İslamcı köklerden gelen aydınlar da benzer arazlardan muzdariptir.

Bu demokrasi teorisi birikimi eksikliği derin ve kapsayıcı bir polemik ortamını engelliyor, debelenmenin ve zaman kaybının devamına neden oluyor. Özgürlük ve bireyin otonomisi, eşitlik, temsil, çoğunluk yönetimi, vatandaşlık, serbest pazar, sivil toplum, katılım, kimlik ve diğer birçok ilintili konu demokrasi teorisi bağlamında tartışılmadan, anayasal liberal bir demokrasi inşa etmek mümkün olamaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

11 YORUMLAR

  1. Öve öve bitiremediginiz batinin adalet hak hukuktan ne anladigini en gec Gazze soykiriminda gördük görüyoruz, onlar bile anlamadiysa diktatör rejimler hic anlamaz.

    • Bu sözü demokrasiden zerrece nasiplenmemiş kişiler söylüyor.Dünya ortalamasına göre zeka düzeyi yeterli durumda olmayanların demokrasiyi anlamadıkları açık.

  2. Daha yazayimmi

    Antisemitizmi kullananlari
    Diktatörleri kullananlari
    15 Temmuz, 11 Eylül ü, Hamasi kullananlari
    Ekonomiyi kullananlari, sömürenler

  3. Ulan Anasi KZ Meiderich öldürülen Amerikali Profesor biktim bu Antisemitizim magduriyeti yapanlarin timsah gözyaslarindan diyor! Skandinavya da Anasi KZ den kurtulan Kadin diyorki, Annem herzamanan en büyük Antisemitik Israil dir derdi diyor …

  4. Anlamdinizmi Erdogan tek degil. Batida Erdogan (parasi güclü oldugu icin isleri daha profesyonel yürütüyor), Doguda Erdogan. Biri münafikvari Erdogan, bizimkisi Fasik Erdogan, öbürüsü kafir Erdogan.

  5. Biri Takim elbiseli Hirsiz (alttan sömüren), Digeri Vatan, Din Hirsizi, Digeri Despot hirsiz.
    Bizimkisi Yavuz hirsiz ayni zamanda, ev sahibini bastiriyor.

  6. Demokrasi bir kültürdür. Eğitimi aile de başlar. Okulda ve her alanda devam eder. Aynı zamanda bir sistemdir. Sistem ise iklim gibidir. Gelişip serpilmesini, her daim büyümesini sağlar.

    Muhtemeldirki demokrasi havarisi kesilen avrupa ülkeleri, müslüman olmadıkça gerçek bir demokrasiyi sanırım göremeyiz. Müslüman ülkelere gelince herkes kendisi veya kendi ait olduğu grubu için güçten pay alma yarışında. İslam ve geri kalmış olarak adlandırılan diğer dünya ülkelerinde demokrasinin gelişmesinin önündeki en büyük problem bu.

  7. Demokrasi Türkiye´de anlaşıldı mı?
    Benim aklıma iki nokta geliyor:
    Bir bakıma anlaşıldı. Ortada anlama sorunu yok, işine gelmeme sorunu var.
    AKP´liler muhalefete düşsünler, en iyi demokrasi taleplerini dile getireceklerdir. Şu an güç ellerinde ve demokrat talepler işlerine gelmiyor. Dolayısı ile bir anlama sorunu yok, işine gelip gelmeme sorunu var.
    Bir de şu var; eğer biri çok güzel demokrasi taleplerini dile getiriyorsa, çok akıllı mantıklı konuşuyorsa, bilin ki gücü yoktur, muhalefettedir.
    Aklıma gelen ikinci nokta:
    Türkiye´de demokrasi, daha doğrusu demokratik kültür iyi anlaşılmadı, çünkü eksik veya yok. Bir defasında Devlet Bahçeli´nin bir cemiyeti ziyaretine tanık olmuştum. Oradaki partidaşları elini ökmek için sıraya girmişti. Sırası gelen iki büklüm oluyor, elini öpmek için muhatabının göbek hizasının altına kadar eğiliyordu. Yine Erdoğan´ın her yaptığını onaylayan partililere, vatandaşlara bakmak lazım. Orada da bir demokratik olgunluk veya kültür yok.
    Yukarıdaki kendini eleştirilmez görüyor, alttaki de öyle. Tencere kapak meselesi bir bakıma.
    Aynı tespit bence cemaatler için de geçerli. Oralarda da lider her veya şeyh her şeyi bilir, hatta metafizik alemle irtibatlıdır. Müminlere-müritlere düşen de ondaki büyüklüğü görüp, kendi boyunun ölçüsünün farkında olup ona layık olmaya çalışmaktır.
    Sonuç?
    Galiba demokratik kültürün eksikliği biraz da otoriter eğitimden ve laik beyin yapısı ve kültürün yeterince yayılmamasından kaynaklanıyor. Dini kültürün baskın olması demokratik kültürün gelişmesinde engel. Üç beş Arapça dua ezberleyen kendini her konuda konuşmaya ehil görüyor, alttakiler de onu ilahi kaynakla bağlantılı kabul ediyor.
    Öyle konumdaki birini nasıl eleştireceksiniz? Ortak akıl nasıl çalışacak? Tartışarak gerçekler nasıl bulunacak?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin