Çocuk rüyaları

YORUM | FATMA BETÜL MERİÇ

“Dünyada, ölmeden önce görülecekler listesinde çocuk rüyaları yok mu?”*

Hayatlarımız karanlık; bir bıçak kesiği ile ikiye bölündüğünden beri. Ne vakit güzellikten, ümitli ve ferahfeza günlerden bahisler açmak istesem, ne vakit, umut türküleri söyleyip, bahara dair şiirler terennüm etsem, ne vakit ‘ağlamak yok, gülmek var’ diyecek olsam, ellerim böğrümde kalakalıyor. Kalemi kağıdı bulamıyor, kelimelerimi düştükleri uçurumdan çekip çıkaramıyorum.

İçimin parça parça oluşunu, kesif bir acı denizinde boğuluşumu, gözlerimden akan yaşları söylemeyecektim daha 27 aylık bir ana kuzusunun, ağzı süt kokulu yavrunun vefat haberini almış olmasaydım. Hala bu dünyada yaşadığını bilseydim. Gözlerini kocaman açarak anneciğini, sorduğu sorularla bunalttığını düşleyebilseydim. Babasının kollarında uyuduğu nazlı bir çocuk uykusu, ellerinden tutup da yürüdüğü bir park yokuşu olsaydı 27 aylık ömründe. 27 aylık ömründe, babası ile dışarıda dondurma yerken çekilmiş bir resim. Anne baba ve çocuktan oluşan bir güzel aile fotoğrafı bulunsaydı duvardaki çerçevede. Evlerinin koridorunda oynanmış tek kale maçların şen kahkahaları çınlasaydı duvarda. Aynı evin duvarlarında kendi eliyle boyadığı, yeni yürümeye başlamasına rağmen, harikulade çizimleri ile küçük bir Picasso’yu andıran karalamaları olsaydı. Mutfaktaki mama sandalyesinde yemek lekeleri,  yerde henüz bıraktığı emziği. Anneciği ile kaldığı odasında ahşap beşiği yerli yerinde durmasaydı. Banyoda birikmiş cennet kokulu kıyafetleri yıkanmayı beklemeseydi. Dağılmasaydı oyuncakları yerlere, parça parça olmuş yangınlarda yüreğim gibi. O yavrunun haberini aldığımdan beri dönüp durmasaydı kulaklarımda ah şu hüzünlü türkü

Heveslik eyledim

Yavru yitirdim

O da hayal ile düş imiş meğer

Yavrumu gözümden ayırmam derdim ah derdim

Kurduğum hayaller boş imiş meğer

 

Ben de başka hikayeler bulur, bambaşka hikayeler anlatırdım elbet.

*****

Anne öldü mü çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde siyah bir çubuk
Ağzında küçük bir leke

Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne

Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne.**

 

******

Yüreğimin göz göz olmuş odacıklarından birinde Berk Görmez yavrumuzun anneciğinin sesi çınlar. Duyamıyorum yavrularımı, deyişi. Berk’in babası yanında olmadığı için hastalanıp günden güne eriyişi gitmez gözümün önünden. Son bir fotoğraf karesi. Babacığı kelepçeli elleri ile -cennette kendisine şefaatçi olacağına ümit ettiğimiz- yavrusunun mezarına toprak atar.

Bir başka odacığında yüreğimin, Betül Sena Özcan vardır. İsmi gibi övülmeye layık, pırıl pırıl bir gönül incisi. Annesinin babasının  gözbebeği. O da bir cezaevi ziyaretine giderken, henüz ziyaret öncesinde, bir anlık bırakıverince annesinin elini. Tertemiz ruhunu teslim eder Yaradan’a. Dünyanın kirine pasına bulanmadan etekleri.

Meriç, benim durmaksızın kanayan yaramdır yüreğimin göz göz olmuş odacıklarının her birinde.

Her birinde bir meriç akmaktadır gözyaşı mesabesinde.

Nadire, Bahar ve Feridun.

Su üzerinde can pazarı. Irmak serinliği. Kader kalemi, ölümlerini yazarken titredi.

Ahmet Esat, Mesut ve Bekir.

Dünya güzeli üç evlat, boy boy üç erkek kardeşti. Doğumları bir değildi. Yola düşüren zulüm, ölümlerini bir eyledi.

Baha.

Ondan da geriye bir ırmak hatırası bir de ıslak çocuk ayakkabısı kalmıştı.

Dünyada görüp göreceği buymuştu.

Ahmet de bir cezaevi ziyareti dönüşü, sessizce uçup gitti bir kuş gibi. Cennet kuşu olmak, herkesin nasibi değildi.

Furkan.

Dupduru yüzünde, insanın içine işleyen masum bakışları ile,hastalığına çare aramak üzere yurt dışına çıkmak istemişti tedavi umuduyla. Annesi ve babası ile hazırlanıp havalimanına gitmişti her zorluğu göze alarak. Lügatlerinden merhametin M’sini, canlılara karşı duyulan şefkatin Ş’sini çıkaranlar; merhametin yerine menfaati, şefkatin bıraktığı boşluğa şovenizmi koyanlar, izin vermedi gitmelerine.

Kısacık ömrünün son günlerini de ızdırapla geçirdi ve ‘pervaz etti ötelere’..

Ve Betül ve Naime Civelek.

Dayanamayız zannettiğimiz bir başka acıyla daha sınanışımız. İki gül goncasını daha bir tohum gibi toprağın bağrına emanet edişimiz. Babasının tek kişilik hücresinde, annesinin bir başına kalakaldığı hastane köşesindeki sabrına hayran kalışımız. Birimizin acısının hepimizin, hepimizin acısının birimizin oluşu.  Gözyaşlarımız ceyhun olsa da, “Onlar, cennet kuşu oldu, elhamdülillah” diyen bir anne ile ümitlerimizi diri tutuşumuz. Birbirimize tutunuşumuz. Ve sabra sarılışımız ve duaya.

 

Sonra, bir teselli Zamanın Bedii’inden, denizler altında bulunmuş inci mercan misali…


“Mü’minlerin kablelbülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en lâtîf bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını ve her bir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu; “Cennet tenasül yeri olmadığından,  evlât muhabbeti ve okşaması olmadığını” diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlât sevmesine ve okşamasına bedel, sâfi, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlât sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu, şu âyet-i kerime, Ebediyen yaşlanmayacak çocuklar.” cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.”***

 

*Ali Ural, Ay Tiradı

**Sezai Karakoç

*** Mektubat, 17. Mektup (Çocuk Taziyenamesi)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin