15 Temmuz gecesi darbeci askerler tarafından TRT Ulus binası ve Digitürk’e götürülen 6 sivil teknik elemanla ilgili iddialara devam ediyoruz. Bugün, o gece yaşananlarla ilgili bana ulaşan bir takım gizemli bilgiler, iddialar ve soru işaretlerini paylaşacağım.
Bu konuya temas edeceğimi, yazı dizisinin 19 Haziran tarihli 4. bölümünde ilan etmiştim. Ardından ilginç bazı e-postalar aldım. Bunlardan bir tanesi, Cemaat içerisinden biri olduğu izlenimi veren ve söz konusu sivilleri tanıdığı anlaşılan birine ait. Yazıda şöyle deniyor:
“Bilişim hizmetiyle ilgilenen, takma ismi Eşref olan bir şerefsiz, 6 kişiye o gece bir kumpas kurmuştur. ‘Manevi gece programı yapacağız’ deyip o kişileri Ümraniye’de N.A.’nın evinde toplamıştır. Hiçbir şeyden haberi olmayan bu kişileri o gece silahlı askerler gelip isimlerini tek tek okuyarak o evden almışlardır. O kişiler de korktuklarından ne yapacağını bilememişler ve o menfur olaya karıştırılmışlardır. O Eşref denen arkadaş darbeden önceden haberi olan bir şahıstır. Kendisi darbeden sonra kaçıp ABD’ye yerleşmiştir. Hocaefendi’nin hain dediği tiplerdendir. O gece o evde program yapan şahıslar masumdur ve o kişiler darbeyi Hizmet’e yıkmak için özellikle seçilmişlerdir.”
‘ONLAR UPLİNK’Cİ DEĞİL, HİÇBİRİ YAYIN KESMEYİ BİLMEZ’
Müstear isimle atılan bir diğer e-posta ise kendisini, “Yıllarca Türkiye’de televizyonculuk yaptım” diye tanıtan bir kişiye ait. O da şu detaylara dikkat çekiyor: “Bir TV yayınını ancak uplink’çiler hızlı bir şekilde kesebilir. Uplink’çi olmayanlar televizyoncu olsa bile bir TV yayınını kesemez. Bu kişiler, uplink’çi olmadıkları gibi televizyoncu bile değiller. Kaynak Holding’de çalışan bir arkadaşım, bu kişilerden birinin ablası ile konuşmuş. Kadın o gün ikindi vakti kapının çaldığını, açtıklarında karşılarında askerlerin olduğunu ve kardeşinin adını vererek onu aradıklarını söylediğini belirtiyor. Kardeşi kapıya çıktığında bizimle gelmen gerekiyor diyerek alıp götürdüklerini söylüyor. Kardeşinin daha sonra anlattığına göre yolda ve helikopterde sürekli bilgi istemesine rağmen bilgi vermemiş. TRT’de telefonları alınarak bir odada tutulmuşlar. Sabaha karşı da ‘Şimdi gidebilirsiniz’ deyip arka kapıya yönlendirilmişler. Aynı şekilde eski STV çalışanlarının da TÜRKSAT’a yayın kesmek için girdikleri söyleniyor. Bu kişileri bizzat tanıyorum. Dediğim gibi bunlar da uplink’çi değiller. Yayın kesmeyi bilmezler. Siz ne kadar sürede böyle bir yerde yayın kesebilirseniz onlar televizyondan biraz aşina oldukları için belki biraz daha kısa sürede yayın kesebilirler, o kadar. Bu kişilerin son çalıştıkları şirketin sahiplerinden biriyle konuştum. TÜRKSAT bu firmadan teknik servis hizmeti talep etmiş ve bu 3 kişi o yüzden oraya gönderilmiş. Darbe girişiminin olduğu saatlerde değil, sabahtan oraya gitmişler. TÜRKSAT’ın talep ettiği teknik servis hizmetine dair, bu kişilerle yaptığı mailler mevcutmuş.”
MADEM ORADA HİÇ İŞE YARAMAYACAKLARDI, NEDEN GÖTÜRÜLDÜLER?
Bu noktada artık cevaplanması gereken önemli soru işaretleri bulunuyor. Hiç bu e-postalardaki iddialar olmasa bile olayların gelişim şekli ve yaşananlar yeterince kuşku uyandırıcı. Bahse konu soru işaretlerini şöyle sıralayabiliriz:
– Sivilleri almayan giden Albay Hamdi Acar’ın da içinde bulunduğu 4 ayrı araç, polisler her yeri kesmişken ve üstelik köprü can pazarına dönmüşken Ümraniye’ye kadar tepe lambası ile nasıl gidebildi? Polis kontrol noktasından nasıl geçti? Böyle bir gecede ters yöne gitmesine rağmen neden hiç durdurulmadı?
– Uçuş yasağına rağmen helikopterler nasıl havalanabildi?
– TRT binasına götürülen isimlerden H. Ş., “N.A.’nın daveti üzerine evine gittik.” dedi. Oysa bana ulaşan e-postada ‘Eşref’ kod adlı firari birinden söz ediliyor. O şahısları N.A.’nın evinde toplayan kimdi?
– Siviller o sırada pijamalı mıydı? Eğer öyleyse iddianamede neden onlar için “Darbeyi biliyorlardı ve hazır bir şekilde bekliyorlardı” deniyor?
– N.A.’nın evine gelen askerler, “Bizimle geliyorsunuz, bu devlet meselesidir” dediler mi? O halde Albay Acar, neden içeridekilerin MİT veya Başbakanlık çalışanları olduğunu sandığını söylüyor?
– Bu isimleri kim tespit etti? Albay Acar’a, “Git Ümraniye’den bu şahısları al” talimatını veren Albay Levent Özalp, bu isimleri ve evin adresini kimden aldı? Askerlerin eve gelip isimleri tek tek okuyarak aldıkları doğru mu?
– Yayıncılıkla ve yayın kesme ile ilgili bir uzmanlığı olmayan bu isimlerin oralara götürülmesinin sebebi nedir? Eğer cemaat bu planlamayı yapmış olsa elinde hiç uplink’çi yok muydu ki uzmanlık alanı başka olan 6 kişiyi seçip gönderdi?
– Nitekim H.Ş., “Televizyon yayınlarından anlamadığımızı söyledik. Sanırım bizden umudu kesmişlerdi ki bu yüzden bizi makyaj odasında tutuyorlardı.” dedi. Bu bile ortada bir komplo olduğunu göstermeye yeten bir ifade. Sırf oraya getirilip bir odada tutulan siviller söz konusu. Bu teknik kişiler makyaj odasında oturtulmak için mi helikopterle alınıp getirildi?
– TRT’den sonra ikinci grup sivillerle Vodafone Arena’ya inen darbeciler neden İETT otobüsüyle Digitürk’e gitti? Bu tuhaf bir durum değil mi? Bir dijital yayın platformunu basmaya gidecek aracı olmayan askerler nasıl olur da darbeye kalkışır?
MADEM CİHAZLARA ATEŞ EDİLECEKTİ, TEKNİSYENLERİ NİYE GÖTÜRDÜLER?
– O saat itibariyle darbe girişiminin en hararetli olduğu anlar yaşanıyordu. Halk sokaklardaydı. Gördükleri askerlere ve tanklara müdahale ediyorlardı. Böyle bir ortam içerisinde 43 darbeci askerin, Dolmabahçe Bulvarı üzerinde ‘Köyden indim şehre’ misali, otostopla ya da İETT otobüsü ile yayın kesmeye gitmesi normal mi?
– Albay Acar, Beşiktaş stadının önünde bir arabayı durdurduklarını, içinde aile olduğu için binemediklerini; sonra bir başka aracı durdurup kendilerini Digitürk’e bırakmalarını istediklerini, en son 3 İETT otobüsü içinden boş olanını durdurup bindiklerini öne sürüyor. Bunlar nasıl darbeci?
– Üstelik iddianameye göre İETT otobüsü ile bir yere kadar gidip sonra yürüyerek Digitürk binasına geçiyorlar. Bu silah zoruyla otobüsün gasp edildiği iddiasını havada bırakmıyor mu? Bu nasıl bir işgal girişimi?
– Diyelim ki darbeciler o gece durduracak bir araç bulamasa Digitürk’ü basamayacaklar mıydı? Böyle ciddiyetsiz darbe planı mı olur?
– Binaya gittikten sonra Digitürk personeline yayının kesilmesi için baskı yapıyor ve bağırıyorlar. Ama yayın kesilemeyince Binbaşı Ali Akkaş tarafından içerideki cihazlara ateş ediliyor. İyi de o zaman o 3 sivil teknik eleman oraya niye götürüldü? Madem ki yayının kesilmesi için Digitürk personeline bağırılacaktı teknik elemanlara ne gerek vardı? Buna rağmen yayın kesilmeyince de cihazlara ateş edilecekti ne diye gecenin o karmaşası ve köprünün o trafiği içerisinde Yeşilköy’den Ümraniye’ye kadar o kadar yol katedilip gidildi ve o 3 kişi alınıp gelindi ki?
– Bundan sonra polisler gelip oradaki askerleri alıncaya kadar o siviller orada ne yaptı ve nerede tutuldular?
– Tutuklu askerlerden Mustafa Doğan, Digitürk binasında tanımadığı bazı sivil subayların kendileriyle birlikte hareket ettiğini anlattı. Bu ‘subaylar’ kimlerdi?
KİM BU ‘EŞREF’?
– ‘Eşref’ kod adlı kişi kim? Gerçekten böyle biri var mı? 6 sivili ‘manevi program yapacağız’ diyerek N.A.’nın evine topladığı doğru mu? Cemaat kaynakları bu bilgiyi teyid ediyor mu? Eğer iddia doğruysa ve e-postada denildiği gibi Gülen’in ‘hain’ dediği kişilerden biri bu ise cemaat ‘Eşref’ kod adlı kişiyi deşifre etmeyi düşünür mü? Düşünüyorsa neyi bekliyor? Düşünmüyorsa neden?
– Bu 6 kişi içinden firari olduğu anlaşılan ‘Çağrı’ kod adlı kişi kim? Eğer bir kumpas varsa ‘Çağrı’ neden çıkıp konuşmuyor? Neden bütün bildiklerini anlatmıyor? Ailesi Türkiye’de tehdit altında olabilir mi?
– Bu 6 kişi, cemaat ile darbe girişimi arasında bağlantı kurulması için özellikle mi seçilip TRT ve Digitürk’e götürüldü? O gece o binalarda hiçbir işe yaramadıkları ve telefonları alınarak bir odada sabaha kadar bekletildikleri göz önüne alınırsa bu iddia bir komplo teorisi olmaktan çıkmıyor mu?
– Aynı şekilde o gün gündüz saatlerinde eski STV çalışanlarını TÜRKSAT’a davet edildiği iddiası doğru mu? TÜRKSAT’ta nasıl bir teknik servis ihtiyacı vardı o gün? İddia edilen e-postanın altında kimlerin imzası var?
Benim anlamadigim birsey var. Iki farkli mail atilmis size digiturkte olan bilisimcilerle ilgili. Birisi kamp icin evde toplanip oradan alindiklarini söyluyor digeri ise kaynak holding de calisan kisinin ablasinin söyledigi, yani sabah askerler tarafindan evinden alindigi. Ilkini okugumda mantikli gelmisti ama hemen altinda digerini okuyunca celiskiye dustum. Bununla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
ADİL ÖKSÜZ ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLEN KOMPLO DEŞİFRE OLUYOR -1
15 Temmuz gecesi henüz hiçbir şey belli değilken Erdoğan’ın ‘bunu yapan paralel yapıdır’ demesiyle start alan ve çok önceden hazırlık yapılıp kurgulandığı belli olan iftiralar her geçen gün biraz daha güç kaybediyor. Saray’ın ‘darbeyi FETÖ yaptı’ iftirası üzerine kurduğu senaryoları tahrip ettiği için, Mayıs ayında ilk duruşması yapılan 15 Temmuz ana davasının ikinci duruşması 5 ay sonraya ertelendi. 15 Temmuz’u ve 240 şehidimizi dilinden düşürmeyip yaptıkları zulümleri bununla meşru göstermeye çalışanlar, gerçeklerin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapıyor.
Son olarak Adil Öksüz’ün serbest bırakılmasını sağlayan kişilerle ilgili olarak düzenlenen iddianame, 23 Haziran günü basına yansıdı. İddianameyle birlikte, Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’nın, 16 Temmuz günü gözaltında olan Adil Öksüz’le görüştüğü ortaya çıktı. Aydınlık’a göre Sarıkoca, belediye başkanlığı döneminden beri Erdoğan’ın yanında yer alan Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı dahil bir çok üst düzey göreve getirilen bir kişi.
Savcılık ifadesinde, halen Başbakanlık Müşavirliği görevine devam ettiğini belirten Sarıkoca, Adil Öksüz’le görüşmesini, Serter Kocak adında önceden tanıdığı bir polis memurunun ‘FETÖ imamı olan Adil Öksüz’ün Akıncı üssünde olduğunu’ söylemesi üzerine oraya gittiğini Öksüz’le görüşüp yaptığının dinimizde yeri olmadığını kendisine anlattığını, o gün orada bulunan herkesin Öksüz’ün ‘FETÖ’ imamı olduğunu bildiğini anlatarak açıklıyor. Yazının sonunda Sarıkoca’nın ifadsinin tam metnini verdim.
NERDEN BAKSANIZ TUTARSIZLIK
Gözaltındaki biriyle teolojik bir tartışmaya girme imkânı
İlk olarak hiçbir adli yetkisi olmayan Sarıkoca nasıl oluyor da gözaltındaki birinin yanına gidip onunla teolojik bir tartışmaya girebiliyor. Gözaltındakilerin avukatlarıyla bile görüştürülmediği ve yoğun işkenceler gördüğü bir süreçte buna kim ve neden izin veriyor?
Adil Öksüz karakolda rahattı
Ayrıca Sözcü Gazetesi, savcıya ifade veren tanıkların, polisler gözaltındakilere çok sert davranırken Adil Öksüz’ün rahat olduğunu, karakolda namaz kıldığını anlattıklarını yazdı.
Sarıkoca 15 Temmuz’u 5 yıldızlı otelde geçirmiş
Sözcü’nün, Sarıkoca’nın HTS kayıtlarına dayanarak verdiği habere göre, Sarıkoca o gece Antalya’da 5 yıldızlı K… Belek Otel’deymiş. Yani, Öksüz’le görüşmesinin psikolojik alt yapısı olarak anlattığı, ‘o gece Kazan’da olduğu ve şehitlerle ilgilendiği için çok etkilendiği’ şeklindeki sözleri de bu habere göre yalan.
Sarıkoca hâla Başbakanlık müşavirliğine devam ediyor
Sarıkoca o dönemde ve halen Başbakanlık Müşavirliği gibi üst düzey bir görevde. İddianamede, Sarıkoca’nın 2014 yılı Ocak Ayında Bank Asya’ya yaklaşık 22 bin TL yatırdığı da iddia edilerek olay daha da girift bir hale getirilmiş. Eğer bu doğruysa, bu meblağdaki bir parayı o dönemde yatıran birisi böyle bir görevde nasıl kalıyor? Daha da ilginci WikiTürkiye sitesine göre Sarıkoca halen Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı şeklindeki yüksek kazançlı görevine de devam ediyor.
Sarıkoca tutuklanmamış
Adil Öksüz’ün 80 yaşındaki kayınvalidesi tutuklanıp tekerlekli sandalye ile cezaevine gönderildi, kardeşi ve baldızı da dahil yakın akrabalarından çok sayıda kişi de sırf akrabalık bağı nedeniyle tutuklandı. Hatta Öksüz’ün serbest kaldığında cep telefonuyla aradığı Sakarya Üniversitesindeki akademisyen arkadaşı da sırf bu arama nedeniyle tutuklandı. Düşünsenize; Adil Öksüz’le aynı üniversitede görev yapsanız ve sizi arayıp ‘ben Kazan’da arsa bakıyordum o yüzden yaz okulunun dünkü derslerine giremedim yerime kim girdi acaba? tarzında bir soru sormuş olsaydı yanmıştınız.
Adil Öksüz’le yaptığı bu görüşme nedeniyle düzenlenen iddianamede, Sarıkoca’nın ‘örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve suçluyu kayırma suçlarını işlediği’ belirtilmesine rağmen hala tutuksuz olması çok garip.
Bence de tutuksuz yargılanma esas olmalı ancak sadece sendika üyeliğinin veya bankaya para yatırmanın bile tutuklanma için yeterli sayıldığı bir süreçte, darbe iddialarının göbeğindeki Adil Öksüz’ün kaçmasına yardım etmekle suçlanan birinin hala serbest olması ve Başbakanlık Müşavirliğini sürdürmesinin izahı yok.
Sarayın ‘standart angajmanı kuralları’ neyi gerektiriyor?
Diğer yandan Ali İhsan Sarıkoca’nın yerinde başka biri olsaydı, örneğin haber için orada bulunan muhalif bir gazetenin muhabiri Adil Öksüz’le ayak üstü bir görüşme yapmış olsaydı; ‘kaçak sarayın standart angajman kuralları’ gereğince o muhabir ve yakın akrabalarından en az 10 kişi tutuklanır, gazete kapatılır, gazete patronu ve yönetim kurulu üyeleri tutuklanır, saray medyası bol fotomontajlı resimlerle o muhabirin CIA ve MOSSAD bağlantılarını deşifre edip 127 kez ABD’ye gidip geldiği yönünde haberler yapardı.
Saray medyası Sarıkoca’yı neden hala ‘FETÖCÜ’ ilan etmedi?
Ancak çok ilginç bir şekilde Sarıkoca konusunda Saray medyasında utangaç bir sessizlik hâkim. Sözcü Gazetesinin sahibi ve Cumhuriyet yazarları gibi zıt ideolojideki kişileri bile bir çırpıda ‘FETÖCÜ’ ve terörist ilan edip günlerce manşetten haber yapan saray medyasında bir tarama yaptım, Sarıkoca hakkındaki tüm iddialara yer vermelerine rağmen onu hala ‘FETÖCÜ’ ilan etmediklerini görünce, Abdullah Gül’ün tabiriyle ‘insan gerçekten hayret ediyor’ demekten kendimi alamadım.
Sarıkoca olayı neden 11 ay sonra medyaya yansıdı?
Ayrıca, kontrollü darbeyle ilgili yapılan soruşturmaların tümünde; alınan ifadeler ve elde edilen bilgiler (çoğu zaman yalanlar) en ince detayına kadar saray medyası aracılığıyla servis edilirken, 15 Temmuz’un en gizemli ve en önemli figürü olarak tanıtılan adamın firarında rol oynayan kişilerle ilgili kritik bilgileri 11 ay sonra, 23 Haziran 2017 tarihinde, ancak iddianame düzenlendiğinde öğrenebiliyoruz.
ALİ İHSAN SARIKOCA’nın ADİL ÖKSÜZ KOMPLOSUNDAKİ ROLÜ NE?
Adil Öksüz gibi, dokunanı yakan bir kişiyle 16 Temmuz günü en kritik aşamada görüşmesine rağmen tutuklanmak bir tarafa yüksek prestijli görevine devam etmesi Ali İhsan Sarıkoca’nın Saray tarafından feci şekilde korunduğunu açık şekilde ortaya koyuyor. Peki, Saray tarafından bahşedilen bu zırhın sebebi ne olabilir?
Acaba Sarıkoca, Adil Öksüz’ün serbest bırakılmasını organize eden kişi miydi? Bu soruyu bir de CHP Milletvekili Eren Erdem’in, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın 14 Temmuz günü Adil Öksüz’le görüştüğü yönündeki iddiasıyla birlikte okumak gerekiyor.
Adil Öksüz konusundaki bu ve benzeri açıklanması imkansız olgular ve şüpheler bir araya getirildiğinde Öksüz’ün, Akıncı üssüne gidişinin ‘Cemaat darbesi’ algısını oluşturmak için kurgulanan bir plan kapsamında gerçekleştiği konusunda ikna edici argümanlar oluşturuyor.
Pazılın eksik parçaları her gün biraz daha yerini buluyor. Önümüzdeki günlerde de yeni parçalar elimize geçecek gibi gözüküyor. Görelim Mevla neyler…
ADİL ÖKSÜZ ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLEN KOMPLO DEŞİFRE OLUYOR -2
ADİL ÖKSÜZ OLAYIYLA İLGİLİ İZAHI OLMAYAN İKİ DURUM DAHA
Esasında Adil Öksüz olayı başından beri onlarca tuhaflığı ve mantığa aykırılığı içinde barındırıyor. Bunları anlatmak sayfalar süreceğinden ben bu bölümde yukarıdakilere ilaveten iki güzide tutarsızlığı daha idrakinize sunmak istiyorum.
Öksüz’e, Masharipov kadar bile ilgi gösterilmiyor
Reina saldırganı Masharipov’un yakalanması için İstanbul Emniyeti’nin 1000 kişilik özel bir ekip kurduğu ve 100.000 saat süren kamera görüntülerinin saniye saniye izlendiği açıklandı. Bu yoğun çalışma sonunda Masharipov saldırıdan sadece 16 gün sonra yakalandı. Aynı şey neden Adil Öksüz için yapılmadı? Masharipov için 1000 kişilik bir ekip kuranların, 15 Temmuz’un kilit adamı dedikleri Adil Öksüz için 5000 kişilik bir ekip kurmaları ve milyonlarca saatlik kamera görüntüsü izlemeleri gerekmez miydi? Amaç, gerçekten onu yakalamak olsaydı bu konuda her şey yapılır ve er geç yakalanırdı. Tabi eğer hala hayattaysa!
İhtilal, kendi evlatlarını yerken oldukça seçici: Adil Öksüz’ü serbest bırakan hâkim değil itirazı reddeden hâkim tutuklandı
Benzer bir tuhaflık onu serbest bırakan hâkimlerle ilgili olarak yaşandı. Adil Öksüz’ü serbest bırakan Hâkim Köksal Çelik sadece açığa alınırken, serbest bırakma kararına yapılan itirazı reddeden yani bir yönüyle Köksal’ın kararını onaylayan Hâkim Çetin Sönmez ihraç edildi ve Mayıs 2017 tarihinde tutuklandı. Her iki hâkim de Erdoğan’ın proje olarak takdim ettiği Sulh Ceza Hâkimi idiler.
Sulh Ceza Mahkemelerine atanan hâkimler HSK tarafından titizlikle seçilir. Temel atama kriteri ise hukuka veya delile bakmadan kendisine verilen talimatları yerine getirebilecek derecede vicdanını kontrol altında tutma (!) yeteneğine sahip olmaktır. Cemaat’e yönelik; medya kuruluşlarına ve holdinglere kayyum atama ve sonrasında el koyma ve hiçbir delil olmaksızın on binlerce insanı tutuklama gibi hukuk katliamları da hep Sulh Ceza Hâkimleri eliyle yapıldı. Dolayısıyla bu iki hâkimin Cemaat’le bağlantılı olmalarına imkân yok. Zaten aksi halde darbe gecesi haklarında gözaltı kararı verilen 2740 kişilik hâkim – savcı listesinde yer alırlardı.
Adil Öksüz olayında, her iki hâkim de Aralık 2016 tarihine kadar görevlerine, yani talimatla adam tutuklamaya, devam ettiler. Adil Öksüz olayının kamuoyunda çok dillendirilmesi ve sorgulanması üzerine Saray, Aralık 2016’da her iki hâkimi de açığa alarak, mevcut basıncı düşürmeye çalıştı. Bu kez de ‘4.000 tane hâkim savcıyı attınız, bu ikisini niye koruyorsunuz’ şeklindeki tepkilerin artması üzerine Saray, bir adım daha atmak zorunda kaldı ve Mayıs 2017 tarihinde Hakim Köksal Çelik’i önce ‘FETÖCÜ’ ilan edip meslekten çıkardı ve sonra da ‘adına yargı denilen mezbahaya’ atarak tutuklattı. Şimdi çanlar diğer hâkim için çalıyor. Yeni bir tepki dalgası yükseldiğinde, onun da ByLock kullanıcısı ilan edilip tutuklanması işten bile değil.
Doğrudan bu yazının konusu olmasa da yeri gelmişken bir iki paragrafla yargının mevut halini resmetmek istiyorum. Yeni Türkiye’nin yargı sistemi ‘kullan at’ yöntemiyle çalışıyor. Konjonktör değiştiğinde Mavi Marmara yolcularına ‘giderken bana mı sordunuz’ denildiği gibi bugün tetikçilik yapan hâkimlere de ileride ‘o kararları verirken bana mı sordunuz’ denilecek.
Yüzlerce meslektaşını ‘FETÖ’ iddiasıyla tutukladıktan birkaç ay sonra kendileri de aynı iddia üzerin tutuklanan hâkimlere neden o tutuklamaları yaptınız diye cezaevinde sorduklarında şu itiraflarda bulunmuşlar:
“Başsavcı talimat verdi. Hepsini tutuklayın, delile dosyaya bakmayın dedi. Biz de yargıda bir FETÖ oluşumuna inanıyorduk bu yüzden de denileni yaptık” (justiceholdhostage)