Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (8) [Ahmet Dönmez]

Cemaat ile 15 Temmuz darbe girişiminin irtibatlandırılmasında kullanılan bir diğer gerekçe, Hizmet Hareketi ile bağlantılı olduğu öne sürülen bazı sivil şahısların o gece TRT’nin İstanbul Ulus binası ile Digitürk’e gittiği, böylece yayınların kesilmesi için darbecilere destek oldukları iddiası.

15 Temmuz’un bütününe dair ipuçları verdiği ve o gece sahnelenen garipliklerin konsantresini içerdiği için bu bölümü çok önemsiyorum. Dizinin başında ortaya koyduğum ‘kumpas’ tezini destekleyen en önemli parçalardan bir tanesi bu. Ancak yine cemaatin kendi içerisinde sorgulama yapmasını gerekli kılan çarpıcı detaylar da var.

TRT’nin Ulus binası, Digitürk ve Vodafone Arena Stadı’nın ele geçirilmeye çalışılmasıyla ilgili 94 şüpheli hakkında hazırlanan bir iddianame var. Bu iddianamede Kaynak Holding’e bağlı Sürat Teknoloji’de çalıştığı belirtilen 6 şahıstan söz ediliyor. Bunların 3 tanesinin darbeci askerler tarafından TRT Ulus binasına, 3’ünün de  Digitürk’e götürüldüğü anlatılıyor.

İddianameye göre TRT’ye götürülen 3 teknik elemanın görevi, yayınları kesmekti. Bu isimler; Supercom şirketi sahibi ve Sürat Teknoloji Genel Müdürü H.Ş., Supercom CEO’su S. G. ve Sürat Teknoloji bilişim uzmanı N. A. idi. Bu isimlerin aynı zamanda İstanbul’un MOBESE sistemini kuran ekipte yer aldığı belirtiliyor.

Bu 3 kişi, sabah saatlerinden TRT’nin çitlerinden atlarken güvenlik kameralarına takıldı. Daha sonra yakalanıp tutuklandılar.

İddianameye göre Harp Akademileri Komutanlığından çıkış yapan Albay Hamdi Acar, Üsteğmenler Erkan Demir, Alper Soydan ve Murat Bilgen, 6 sivil teknik ekibi almak üzere Ümraniye’ye gitti. 6 kişi de N.A.’nın evinde toplanmıştı.

SİVİLLER BİR EVDE TOPLANMIŞ BEKLİYORDU

Askerler 6 sivili N.A.’nın evinden alarak Ümraniye’deki Casper Plaza’nın çatısındaki piste getirdi. Vatandaşların sokağa çıkması ve yolların trafiğe kapanması üzerine bir helikopter, Albay Hamdi Acar ve sivilleri almak üzere buraya indi. Helikoptere binen şahıslar önce TRT binasına, sonra da Vodafone Arena’ya iniş yaptı.

İddianamede, bu sivil şahısların darbeden haberdar oldukları ve gece 00.00 sıralarında evden alındıkları göz önünde bulundurulursa darbecilere destek olmak amacıyla bekledikleri öne sürülüyor. Ancak ilerleyen bölümlerde göreceğimiz üzere ortada son derece dikkat çekici tuhaflıklar serisi ve soru işaretleri var.

Biz devam edelim.

Albay Acar, 3 teknik elemanı TRT’ye bıraktıktan sonra diğer teknik personel Ö. Ş., S. Ç. ve açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen “Çağrı” kod adlı kişilerle havalanarak Dolmabahçe’deki Vodafone Arena Stadına iniş yaptı. Buraya 3 helikopterden inen toplam 43 asker ve 3 sivil bırakıldı. İddianameye göre bunların iniş amacı Levent’teki Digitürk binasının ele geçirilmesi ve yayınların kesilmesi idi.

İETT OTOBÜSÜ İLE YAYIN KESMEYE GİDEN DARBECİLER

Bundan sonrası iddianamede aynen şöyle anlatılıyor: “Digitürk binasına ulaşım amacıyla yoldan geçmekte olan bir İETT otobüsünün havaya ateş edilmek sureti ile durdurulduğu, yine burada durdurulan bir sivil cipe Üsteğmen Erkan Demir ve 3 sivil teknik personelin bindiği, diğerlerinin de gasp edilen İETT otobüsü ve şoförü ile birlikte Digitürk binasına yakın bir alana geldiği, buradan yürüyerek Digitürk binasına gidildiği, buranın işgal edildiği, ele geçirildiği, yayını durdurma amacıyla faaliyetler yürütüldüğü, Digitürk personeline yayının kesilmesi için baskı yapıldığı, bağırıldığı, yayın kesilemeyince Binbaşı Ali Akkaş tarafından içerideki cihazlara ateş edildiği, daha sonra gelen polis ekiplerinin yapmış olduğu yoğun müzakerelerden sonra şüphelilerin yakalandığı hususları tespit edilmiştir.”

Yaşananların absürtlüğü karşısında sıralayacağımız soru işaretlerini okumak için sabırsızlık gösterenler, maalesef yarınki bölümü beklemek zorunda kalacak. Biz bugün olayları normal seyrimizde incelemeye devam edelim.

Bu sivil şahıslar arasından yakalanıp tutuklanmış olanlar mahkemedeki savunmalarında neler söylediler?

‘BİZİ SABAHA KADAR MAKYAJ ODASINDA TUTTULAR’

İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan 24 Nisan 2017 tarihli duruşmada savunma yapan ev sahibi N.A., şunları aktardı: “Albay Hamdi Acar ve beraberinde bazı askerler evimize geldi. Ben böyle bir durumu daha önce yaşamadığım için korkmuştum. Silahlı askerler evime gelmişti. Kimse bana silah doğrultmadı ama askerler ‘hadi gidiyoruz’ deyince bir şey yapamadık.”

Hâkim Hulusi Pur’un “Bunlar seni nereden tanıyor, neden senin evine geldiler?” sorusunu ise “Bilmiyorum” diye cevapladı.

N.A. gibi TRT binasına bırakılan isimlerden H.Ş., mahkemedeki savunmasında şunları dile getirdi: “N.A.’nın daveti üzerine evine gittik.

Evde oturuyorduk. Kapı çaldı ve askerler içeri girdi. ‘Bizimle geliyorsunuz, bu devlet meselesidir’ dediler. Biz de onlara zorluk çıkarmadık. N.’nin adresini nasıl bulduklarını bilmiyorum. O gece arkadaşımın evinde bulunduğum için buradayım. TRT’ye helikopterle gittik. Bir rütbeli asker, bizi yayınlarla alakalı sistem odasına götürerek yayınları açmamızı söylediler. TRT’ye gittiğimizde elektrikler kesilmişti. Bu yüzden yayın yapılamıyordu.”

Hakim Pur’un “Yayınları açıp ne yapacaklar, yoksa korsan bildiri mi yayınlayacaklardı?” sorusu üzerine Ş., konu hakkında bilgisi olmadığını söyledi. Yayın kesme eylemine katılmadığını savunan H. Ş., “Televizyon yayınlarından anlamadığımızı söyledik. Sanırım bizden umudu kesmişlerdi ki bu yüzden bizi makyaj odasında tutuyorlardı. Bir süre bekledikten sonra binayı terk ettik. Beşiktaş’taki iskeleye kadar ilerledik ve vapurla karşıya geçtik. O gece o binada pasif direnişle hayatta kalmaya çalıştım.”

‘4 ARABA, KÖPRÜDE POLİS NOKTASINA TAKILMADAN TERS YÖNDEN ÜMRANİYE’YE GİTTİK’

Peki, Albay Hamdi Acar ne diyor bütün bu olanlara? Aynı mahkemede 26 Nisan 2017 tarihinde savunma yapan Acar, “Bize terör saldırısı olacağı söylendi. Darbeye katılma şeklinde herhangi bir emir almadım. 25-30 civarında canlı bombanın büyükşehirlerde eylem yapacağı bilgisi verildi.” dedi. 2015 baharından itibaren PKK ve DEAŞ’ın yaptığı bazı eylemleri örnek gösterdi. Bu 6 sivili ise MİT veya Başbakanlık çalışanı olarak bildiğini öne sürdü.

Acar, 6 kişiyi alma emrinin kimden geldiğini de şöyle anlattı: “15 Temmuz akşamı saat 21.00 civarında Hava Harp Okulu’ndan Albay Levent Özalp, Ümraniye’deki bir adresten sivil personellerin alınarak Hava Harp Okulu öğrencileriyle birlikte Digitürk’e gitme emrini verdi. Digitürk’ün yayın kontrolünün sağlanması yönünde emir aldık. Bu personelin MİT veya Başbakanlık çalışan olduğunu düşündüm. 4 araçla yola çıktık. Anadolu yakasına giderken polis kontrol noktasını geçtik. Aracımızın tepe lambalarını yaktık. Yani kendimizi gizleme çabası içinde değildik. Bu sırada saat 24.00 civarındaydı. Köprüde trafik sıkışıktı. Bu durumu Albay Özcan Korhan’a ilettim. ‘Sivilleri alabilirsek helikopter yönlendirebileceğiz’ dedi. Hava aracının bile tahsis edilmesi, konunun önemini gösterdiği için olayın aciliyeti ve önemi konusunda beni motive etti. Bu nedenle sıkışık köprü trafiğinde tepe lambası ile ters yönden devam ederek Ümraniye’ye gittik. Adrese girdiğimizde içeridekileri pijamalarıyla görünce ‘Ne biçim iş yapıyorlar’ dedim. Evden aldıklarımı Casper Plaza’ya götürdüm. 6 kişi diye hatırlıyorum. Casper Plaza’ya giderken halkın arasından da girdik, ellerinde Türk bayrağıyla tezahüratlar yapıyorlardı. Halkın da bu terör saldırısına karşı durduğunu sandım. Bu nedenle halkın durumunda anormallik hissetmedim. Casper’a geldiğimde helikopterin sesini duydum görevini tamamladığımı düşündüğüm için biraz daha rahatladım.”

OTOSTOPLA DİGİTÜRK’Ü BASMAYA GİTMEK

Albay Acar, Vodafone Arena’dan Digitürk’e gidişlerini ise şöyle paylaştı: “Stattan çıktıktan sonra yoldan geçen bazı araçları durdurduk. Bir araç durdurduk aile vardı, onları bıraktık. Bir aracı durdurduk yardım istedik. Sonra geçen 3 İETT otobüsünden boş olanını durdurduk ve buna binerek Digiturk binasına gittik. İddianamede otobüsü gasp ettiğimiz söyleniyor. Bunu kabul etmiyorum, görev yerine ulaşmak için bindik.”

Hamdi Acar, PKK ve DEAŞ’a karşı mücadele ettiklerini düşünerek görevini yapmaya çalıştığını öne sürdü. Durumun gerçekliğini anladığı anda kolluk kuvvetleriyle birlikte hareket ederek teslim olduğunu kaydetti.

O gün Acar’ın ekibinde olan tutkulu sanık Üsteğmen Alper Soydan da benzer şeyler söyledi: “Komutanımız Albay Hamdi Acar, Genelkurmay Başkanlığınca ‘Yıldırım Harekâtı’ emrinin verildiğini ve bizim de kendilerine yardımcı olacağımızı ve Ümraniye’de bazı kişileri de alacağımızı emretmişti. Bu sivil giyimli kişileri de alarak, TRT’nin binasına gittik. Ben, aldığımız sivilleri tanımıyorum.” diye konuştu.

Bir diğer tutuklu sanık Mustafa Doğan da savunmasında, Digitürk binasına gittikleri sırada tanımadığı bazı sivil subayların kendileriyle birlikte hareket ettiğini aktardı.

Yarın bu konuyla ilgili asıl bomba iddialar ve soru işaretlerini sıralayacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. CEMAAT MENSUBU KAÇ ASKER DARBEYE KATILDI? – 2

    ALBAY MUHARREM KÖSE

    Savcı İşçimen kontrollü darbe gecesi yaptığı konuşmada, Yurtta Sulh Konseyi tarafından Sıkıyönetim mahkemesinde görevlendirilen Genel Kurmay Eski Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin ‘FETÖ’ üyesi olduğunu belirtiyor. Savcı, kesin bilgiymiş gibi sunduğu bu iddiasını Muharrem Köse’nin kozmik oda davasının şüphelisi olması ve belgeleri ‘FETÖ’ ye vermiş olduğu yönündeki iddialara dayandırıyor.

    Ancak kozmik oda soruşturması sırasında Gen. Kur. Adli müşaviri Muharrem Köse değil, Hıfsı Çubuklu’ydu. Muharrem Köse’ye isnat edilen ‘suç’ ise sadece, mahkeme kararıyla istenen bazı harddisklerin savcılığa teslim edilmiş olmasından ibarettir. 2015 yılı Mart ayında, Necdet Özel Genel Kurmay Başkanıyken, Genel Kurmay İnternet sitesinde yapılan açıklamada, harddisklerin tesliminin hukuki bir zorunluluk olduğu belirtiliyor.

    Mahkeme kararıyla teslimi istenen bir şeyi teslim etmemek suç oluşturacağından, o görevde kim olursa olsun farklı davranması söz konusu olamazdı. Ancak Savcının suç uydurma yeteneği öyle gelişmiş ki! bunu bile Cemaat üyesi olmak (suçu!) için yeterli kabul edebiliyor.

    Savcının, Muharrem Köse’yi darbenin 1 numarası ilan etmesinden ‘etkilenen’ saray medyası da 16 Temmuz tarihinde ve sonrasında Muharrem Köse’nin darbenin 1 numarası olduğu, onun kozmik oda davasında Cemaat için çalıştığı, hatta Sabah Gazetesi’ne baskın yapmayı planladığı gibi onlarca haber yaptı.

    Diğer yandan, ifadesi işkence altında alınan Yaver Levent Türkkan’ın ifadesi dışındaki itirafçı subay ifadelerinde de Muharrem Köse’nin Cemaat’le bağlantılı olduğu olduğu yönünde bir iddia yok. Muharrem Köse, her aşamadaki ifadesinde Cemaat’le bağlantısı olduğu yönündeki iddiaları tümüyle reddettiği gibi onun Cemaat’le bağlantılı olduğuna ilişkin olarak da bugüne kadar ortaya konulmuş herhangi bir delil veya emare dahi bulunmuyor.

    Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın 2017 yılı Ocak ayında TBMM Darbe Araştırma Komisyonuna gönderdiği 6 kişilik DARBENİN BEYİN TAKIMI listesinde ve Ankara C. Başsavcılığının 2017 yılı Mart ayında düzenlediği iddianamede belirtilen 38 kişilik sözde Yurtta Sulh Konseyi üyeleri arasında Albay Muharrem Köse yer almıyor.

    Bu verilere göre, Cemaatle irtibatlı olduğu iddiaları havada kalan Albay Muharrem Köse, başta iddia edildiğinin aksine, darbe girişiminin 1 numarası olmak bir tarafa yönetici ekip içinde bile yer almıyor. Daha da ilginci, darbe girişiminden sonra Temmuz ve Ağustos aylarında darbeye karışmayanlar da dahil binlerce subay ordudan ihraç edilirken Muharrem Köse, 2016 yılı Ağustos ayında yeniden Genel Kurmay emrine atanmış.

    ALBAY MEHMET OĞUZ AKKUŞ

    Savcı İşçimen, darbecilerin hazırladığı iddia edilen askeri yargı atama listesinin ikinci sırasında yer alan Albay Mehmet Oğuz Akkuş’un eşinin KPSS sınavında soruların tümünü doğru cevapladığını belirterek onun da Cemaat üyesi olduğu belirtiyor.

    Ancak bildiğiniz gibi, sadece HTS kayıtlarında ortak baz istasyonu çıkması gibi bir delile (!) istinaden onlarca kişinin tutuklandığı KPSS soruşturmalarındaki usulsüzlükler, bu soruşturmaların hukuka aykırı yapıldığını ve cemaate yönelik intikam aracı haline dönüştüğünü göstermektedir.

    Ayrıca, ÖSYM içinde soru satan çetelerin olduğu yönündeki somut bulgular ve bunlara yönelik soruşturmalar, birçok kişinin para karşılığı soruları satın aldığını göstermekte ve bu durum sınavlarda tam yapan kişilerin Cemaat’le bağlantılı olduğu yönündeki iddiaları çürütmektedir.

    İnternette Albay Mehmet Oğuz Akkuş’la ilgili araştırmalar yaptım ama ne ifadesine ne de onun Cemaat’le bağlantılı olduğu yönündeki bir iddiaya veya bir emareye rastladım. Ayrıca tıpkı Albay Muharrem Köse gibi Albay Mehmet Oğuz Akkuş da, darbenin 6 kişilik beyin takımı listesinde veya 38 kişilik sözde Yurtta Sulh Konseyi üyeleri arasında yer almıyor.

    ÖNCE DARBECİ CEMAATÇİ DEYİP SONRA VAZ GEÇİYORLAR
    Görüldüğü gibi 2740 yargı mensubu hakkında verdiği hukuka aykırı gözaltı kararını meşrulaştırmak isteyen savcının ‘darbe-cemaat bağlantısı’ konusunda en önemli delil diye sunduğu iki subayın Cemaatle bağlantılı oldukları yönündeki iddiaların elle tutulur bir yanı yok. Zaten bugün bunlar iddia bile edilmiyor.

    Aynı tutarsızlıklar Org. Akın Öztürk’le ilgili iddialar için de geçerli. 1973 yılında Harp Akademisini bitirmiş olan Öztürk’ün 1965 yılında Askeri Liseye başladığını dikkate aldığımızda Cemaat’le irtibatlı olması imkânsız. Saray medyası 15 Temmuz sonrasında Öztürk’ün Cemaat’le irtibatlı olduğu yönünde çok sayıda haber yaptı ancak sonradan bu iddianın tutmadığını görüp vazgeçti. Saray medyasında artık Akın Öztürk’ün Cemaat’le bağlantılı olduğu yönünde bir habere rastlamıyoruz.

    YURTTA SULH KONSEYİ
    Yurtta Sulh Konseyi’nin ısrarla gündemden uzak tutulmasını da bu kapsamda okuyabiliriz. Darbe girişiminin tam merkezinde yer alan bu sözde konseyin içinde bir şekilde Cemaat’le ilişkilendirilebilen birileri olsaydı her gün haber yapılırdı.

    15 Temmuz soruşturmasını yürüten ve başında Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen’in olduğu ekip, 2016 yılı Ağustos ayında ‘Yurtta Sulh Konseyi’nin sadece ismen var olduğunu, kimlerden oluştuğunun tespit edilemediğini’ belirterek kontrollü darbenin beyin takımının üzerini kapatmaya çalıştı. Ancak aynı savcı darbe gecesi NTV canlı yayınında HTS kayıtları vb. bağlantılar kullanılarak bu Konsey’in net şekilde ortaya çıkarılacağını söylemişti.

    Devlet Bahçeli gibi yapılan hukuksuzlukları ayakta alkışlayan birisi bile bu durumdan rahatsız olmuş ve Eylül 2016 tarihinde şu ifadeleri kullanmış:‘…Hala Yurtta Sulh Konseyi isimli ihanet oluşumunun elebaşları konusunda milletimize doyurucu ve tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır.’

    Nihayet, gelen tepkiler ve ‘kontrolü darbe’ inancının yaygınlaşması üzerine olacak ki, Ankara Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen ve ekibi 2017 yılı Mart ayında düzenlediği iddianamede Yurtta Sulh Konseyi’ni tespit ettiğini belirterek 38 kişilik bir isim listesine yer verdi. (yeniakit.com)

    Savcılığın bu tespiti bile nedense Saray Medyasında çok az yer bulabildi kendine. Aslında bunun nedeni açık, çünkü anılan sözde konseyi oluşturanların neredeyse tamamı ulusalcı kimlikleriyle ön plana çıkan kişilerdi. Diğer yandan bu sözde konsey üyeleri TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’na davet edilmedi ve dinlenmedi. Putin’in danışmanını bile davet edip saatlerce dinleyen Komisyon, elinin altındaki darbecileri dinlemeye gerek görmedi.

    SONUÇ OLARAK, DARBEYE KATILAN CEMAATÇİ ASKER SAYISI NE KADAR?

    Aslında soruyu şöyle sormak gerekiyor; bu konuda iddia edilen kişi sayısı ne kadar? Yani ‘darbeyi Cemaat yaptı diyenlerin, ‘darbeye karışan Cemaatçi subay’ dedikleri kişi sayısı ne kadar? Saray cenahı bu konuda bir sayı vermekten ısrarla kaçınıyor. Çünkü yukarıda Muharrem Köse ve Akın Öztürk örneğinde olduğu gibi isim belirterek ‘bu kişiler Cemaatçi’ dediklerinde, sonradan gerçekler ortaya çıkıyor ve iddiaları ellerinde patlıyor. O yüzden her şeyin alacakaranlıkta kalması için azami çaba sarf ediliyor.

    ‘Darbeci asker cemaatten olduğunu itiraf etti’ mottosuyla verilen bazı haberler okudum. Ancak yukarıda belirttiğim gibi, askerlere yapılan yoğun baskı ve işkenceler nedeniyle, bu ifadelere itibar etmediğimden bunları arşivleme gereği hissetmedim. Zaten mahkeme aşamasında hemen hemen tamamı reddedilen bu ifadeler hukuken de bir anlam ifade etmiyor. Bu yüzden, bu şekilde yapılan sözde itirafların tam olarak kaç tane olduğunu bilmiyorum ama yaptığım hızlı bir taramaya dayanarak bu sayının en fazla 15-20 olduğunu tahmin ediyorum.

    O halde bırakın ispat edileni, iddia edilen Cematçi asker sayısı bile 15 – 20 kişi civarındayken bu darbe nasıl oluyor da Cemaat darbesi olarak anılabiliyor?

    Bu soruyu sorduğunuzda; ‘Cemaat mensupları kendilerini gizlediği için tespit etmek çok zor, o yüzden darbecilerin hangilerinin Cemaatçi olduğunu tespit edemiyoruz’ diyorlar.

    Aslında bu cevap da tam bir itiraf niteliğinde. Madem cemaatçi askerleri tespit edemiyorsunuz o halde nasıl oluyor da darbeyi cemaatçi askerler yaptı diyorsunuz?

    DARBEYİ CEMAATÇİ ASKERLER YAPMIŞ OLSAYDI VEYA ÖNEMLİ SAYIDAKİ CEMAATÇİ ASKER DARBEYE KATILIM SAĞLASAYDI ŞUNLAR OLURDU:

    1- Erdoğan, Gülen’in darbeyi araştırmak için uluslararası komisyon kurulması talebini kabul eder, kurulacak çok uluslu komisyonda Cemaatçilerin darbeye katkısı ortaya çıkar, komisyon raporu yayınlandığında başka hiçbir şeye gerek kalmadan Cemaat tüm dünyada terör örgütü ilan edilir ve faaliyetleri sona ererdi.
    2- Erdoğan TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nu 4 ay sonra değil 15 Temmuzdan hemen sonra toplar, Akar ve Fidan’ı Komisyondan kaçırmaz, tutuklananlar başta olmak üzere binlerce subayı dinletir ve bunları canlı yayında tüm dünyaya izleterek ‘Cemaat darbesi’ konusunda herkesi ikna ederdi.
    3- Aynı şekilde darbe duruşmalarını da canlı yayınlatır ve ilk duruşması Mayıs ayında yapılan bu davanın ikinci duruşmasını 5 ay sonrasına yani Ekim ayına erteletmezdi. Anlaşılan, duruşmalardaki ifadeler bir çok yalanı ortaya çıkarınca 5 ay ertelemeye karar verildi. Benzer uygulama soruşturma aşamasında da yaşanmıştı. Darbecilerin bir çoğu işkence altında alınan savcılık ifadeleri Cemaati suçlamak için ilk başta medyaya servis edilmişti ancak tüm ayarlamalara rağmen ifadeler arasında büyük çelişkiler ortaya çıkması üzerine Ağustos ayında bu ifadelere yayın yasağı getirilmişti.

    SON SÖZÜM:

    Kontrollü darbeyi çözmek için 15 Temmuz’dan bu yana binlerce rapor, haber ve analiz okuyup bu konuda kendince blog yazan bir kişiyim. Saray medyasının Akın Öztürk ve Muharrem Köse gibi başta Cemaatçi dedikleri askerler hakkındaki bu iddialarından bile sonradan çark ettiğini dikkate alarak, ‘kontrollü darbenin arkasında Cemaat var’ iddiaları kadar Cemaatçi askerlerin darbeye bireysel olarak katıldıkları yönündeki iddiaların da tamamen dayanaktan yoksun olduğu kanaatindeyim.

    Saray cenahının, darbeci-Cemaatçi asker olarak etiketleyip isimlerini verdiği kişi sayısının 15-20 arasında olması bile aslında tek başına her şeyi anlatıyor. Yalan ve iftirasıyla maruf sarayın bu iddiasını doğru kabul edip bu 15-20 darbeciyi Cemaatçi saysanız dahi TSK içinde cemaatle irtibatlı denilen ve binli rakamlarla ifade edilen kitlenin yanında bu sayı ‘bireysel katılım’ olarak bile tanımlanamaz ve ancak istisna olarak görülebilir.

    Zira bireysel katılım tanımlamasıyla, bir yönüyle özdeş olan bir insan grubuna referans yaptığınızda, katılan kişi sayısının belli bir orana ulaşmış olması gerekir. Aksi halde yaptığınız tanımlama, referans yaptığınız grubu ifade edemez.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin