Cemaat 15 Temmuz’un neresinde (6) [Ahmet Dönmez]

15 Temmuz darbe girişiminin Cemaatle ilintilendirilmesine gerekçe gösterilen hususlardan birincisini dün ele almıştım. Bugün 2 ve 3. maddeleri bir arada irdelemeye çalışacağım. Bunlar, Cemaatin “Hava Kuvvetleri imamı” olduğu öne sürülen Adil Öksüz ile yine “Cemaat abisi” olduğu ileri sürülen Kemal Batmaz’ın o gece Akıncı Üssü’nde olduğu iddiası. Ayrıca her iki ismin 11 Temmuz 2016 tarihinde aynı uçakla ABD’ye gidip 13 Temmuz’da yine aynı uçakla Türkiye’ye döndükleri bilgisi mevcut.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Adil Öksüz, darbenin ‘sivil 1 numarası’ olmakla suçlanıyor. O gece Akıncı Üssü’ne gelip darbe girişimini oradan yönettiği iddia ediliyor. Bu açıdan çok önemli ve kritik bir isim.

Öksüz, savcılık ifadesinde, darbe gecesi üste olduğu suçlamasını reddederken şunları söyledi: “Amcam Mehmet Öksüz, Kazan civarında kıymetli arazi olduğunu, gelecekte iyi para getireceğini söylemişti. Ben de 15 Temmuz cuma akşamı amcamın Keçiören’deki evinde kaldım. 16 Temmuz sabah 09.00-10.00 gibi de Keçiören’den ticari taksi ile Kazan’a gittim. Orada tarla baktım. Beni o yol üzerinde araziden jandarmalar aldı. Benim Akıncı Üssünde tanıdığım herhangi bir subay, astsubay mevcut değildir. Ben üsse de hiç girmedim. Nasıl bir yer olduğunu da bilmiyorum.”

ÖKSÜZ’ÜN AKINCI’DA GÖRÜNTÜSÜ ÇIKMADI

Peki, Öksüz’ün üste olduğu iddiası nereye dayandırılıyor? Şu güne kadar herhangi bir görüntü ya da fotoğraf ortaya konulmuş değil. Onun yerine 3 kişinin ifadesi var ama onlar da muğlak.

Bunlardan birincisi, Üs Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim’e ait. Evrim savcılık ifadesinde “Adil Öksüz’ü önceden tanımam. 143. Filonun gazino bölgesinde ilk defa Adil Öksüz’ü gördüm. Çünkü resimlerini daha sonra basından takip ettim.  Adil Öksüz’ü gördüğümde yanındakiler ile konuşuyordu” dedi. Ancak Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan çatı davasındaki savunmasında bu ifadesini reddetti. 29 Mayıs’taki duruşmada konuşan Evrim, “İddianamede bildiğim kadarıyla Kazan ilçesine geldiği söyleniyor. Kazan ile bizim aramızda 20 kilometre var. Üsse kimlerin ne şekilde gireceği bellidir. Girseydi kayıtlara geçerdi. Böyle bir şey olmamıştır. Olsa da benim haberim olmamıştır” sözlerini sarfetti.

Bir diğer ifade, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünü bilerek vurduğunu itiraf eden Pilot Üsteğmen Müslim Macit’e ait. Macit, savcılığa verdiği ek ifadede, “Şu an hatırladığım kadarıyla Adil Öksüz’e benzeyen birini görmüştüm. Darbeden sonra yakalanıp cezaevine gittiğimizde Kaygusuz’la (Yüzbaşı Mete Kaygusuz) yaptığımız aramızdaki konuşmada, Kaygusuz bana Adil Öksüz’ün de orada olduğunu söyledi” diye konuştu. Fakat Kaygusuz’un ifadesinde böyle bir bilgi yer almadı.

Üçüncü ifade ise Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı Akıncı’dan Çankaya Köşkü’ne götüren Pilot Albay Uğur Kapan’ın. Savcılık ifadesinde, “Adil Öksüz olarak medyadan tanıdığım kişi de oradaydı. Sivil giyinimliydi.” dedi.

BATMAZ: ARSA BAKMAYA GELDİM

Peki, Kemal Batmaz o gece Akıncı’da mıydı? Batmaz’a ait olduğu öne sürülen görüntüler mevcut. Ancak kendisi görüntüdeki kişi olduğunu reddediyor. Batmaz, savcıya 3 kez ifade verdi. Hepsinde de aynı savunmayı yaptı. İstanbul’da emlakçılık işi ile uğraştığını, daha önceden tanıştığı Harun Biniş’in kendisini aradığını ve “Arsa bakacağım, bana yardımcı ol” dediğini aktardı. Bu ifadeye göre 16 Temmuz sabahı Batmaz ile Biniş Çayyolu’nda buluştu. Sonra taksi ile Kazan’a gittiler. Burada jandarma tarafından gözaltına alındılar.

Kemal Batmaz, Kaynak Holding’e bağlı Kaynak Kâğıt A.Ş. isimli firmada 2006 yılında çalışmaya başladığını, 2009 ya da 2010 yıllarında şirkete genel müdür olduğunu ve Mayıs 2015’e kadar da bu göreve devam ettiğini anlattı. Bu tarihten sonra da cemaatten ayrıldığını ve bütün bağlarını kopardığını söyledi.

GÖRÜNTÜLERDEKİ BATMAZ MI?

Peki görüntülerdeki kişi Batmaz mıydı? Bilirkişi raporuna göre öyle. Ancak kendisi verdiği ifadelerde bunu reddetti. Kendisine 15 Temmuz akşam saat 21.50 ile 16 Temmuz saat 01.12 arasında Akıncı Üssü 143. Filo koridorunda çekilen görüntüler izletildi. “Görüntülerdeki kişi bn değilim” cevabını verdi. Sonrasında da Harun Biniş’e ait olduğu öne sürülen ve saat 03.17 ile 03.20 arasında çekilen kamera görüntüleri izletildi. Ardından, “Daha önceki ifadende Harun Biniş ile 16 Temmuz sabah saat 09.00’da Çayyolu’nda buluştuğunuzu beyan etmiştin. Bu görüntüler ne?” diye soruldu. Batmaz’ın cevabı şöyle oldu: “Şu anda bana izlettiğiniz görüntüdeki gözlüklü, uzun saçlı kişi Harun Biniş’e benzemektedir. Harun Biniş de uzun saçlıdır ve gözlüklüdür. Ama Harun Biniş olup olmadığını bilmiyorum.”

Biniş de ifadesinde, “Ben 16 Temmuz’da öğlene doğru Kazan civarında yakalanarak gözaltına alındım. Yanımda Kemal Batmaz vardı.” dedi. Biniş de arsa bakmaya gittiklerini söyledi.

ÇAKIŞAN ABD SEYAHATLERİ

Bir diğer önemli husus, Öksüz ve Batmaz’ın darbeden önceki ABD seyahatleri. İddianamede ikisine ait bilet numaralarından hangi koltukta seyahat ettiklerine kadar bütün detaylar mevcut. Ayrıca havaalanında güvenlik kameralarına takılan görüntüleri de dosyada. Gidiş dönüş uçağının tek ortak yolcuları onlar. Zaten kendileri de bu yolculuğu reddetmiyor.

Kemal Batmaz, Adil Öksüz’ü tanımadığını, aynı uçakla gidip gelmelerinin tesadüften ibaret olduğunu ifade etti. Ancak ona sorulan tek uçuş bu değildi. 2003-2016 tarihleri arasında birçok seyahat iddianameye girmişti. Çoğunda Öksüz’le ya aynı gün ya da peş peşe Türkiye’ye giriş çıkış yaptıkları tespit edilmişti.

Öksüz, ifadesinin ardından serbest kalıp kayıplara karıştığı için bu sorular ona detaylıca sorulamadı. Ancak Kemal Batmaz 3 kez savcılığa alınarak sorgulandı. Hepsinde de “Ben Adil Öksüz’ü tanımıyorum. Onunla bu şekilde seyahat trafiğimiz tamamen tesadüftür” savunması yaptı.

Kameralara takılan görüntülere göre Adil Öksüz bankoda işlem yaptırırken Batmaz da hemen arkasındaydı. Dönüştü Batmaz, Öksüz’ün uçaktan çıkışını bekliyor, sonra beraber yürüyorlar, Öksüz bavulunu kontrol ederken Batmaz yanına geliyor ve sohbet ediyorlar, valizleri aldıktan sonra beraber yürüyorlar, konuşuyorlar, havalimanı terminal binasından beraber çıkıp yolun karşısına beraber geçiyorlardı.

Kemal Batmaz, bütün bunlarla ilgili kendini şöyle savundu: “Atatürk Havalimanı’na aynı uçakla gelişimiz tesadüf olduğu gibi, elimizde bavul olduğu halde yürümemiz ve yan yana durmamız da tesadüftür. Adil Öksüz bavulunu kontrol ederken bir arada oluşumuz ve bir şeyler konuşuyor olmamız tesadüftür. Belki bir şey sormuş ben de cevaplamış olabilirim. Bu görüntüler benim Adil Öksüz ile tanıştığımı göstermez.”

Batmaz’a, Adil Öksüz tarafından kullanıldığı tespit edilen telefon hattı ile 2010 yılı itibari ile 925 kez görüşme yaptığı iddiası da soruldu. Buna cevabı da “Hatırlamıyorum” şeklinde oldu.

ÖKSÜZ’Ü SERBEST BIRAKAN HAKİME NEDEN BİR ŞEY YAPILMADI?

Bu arada atlanmaması gereken önemli bir detay var. Öksüz, 16 Temmuz sabahı gözaltına alındıktan sonra Hâkim Köksal Çelik tarafından serbest bırakıldı. Savcı bu karara itiraz etti. Ancak itirazı değerlendiren Hâkim Çetin Sönmez de onu serbest bıraktı. Daha o sabah gözaltı furyası başlamış ve darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlar bile tutuklanırken darbenin sivil 1 numarası olmakla suçlanan bir ismin iki kez savcılıktan serbest bırakılması izaha muhtaç bir durumdur.

Sonrasında binlerce hâkim ve savcı ihraç edilip tutuklanırken bu iki hâkime uzun süre bir şey olmaması da kafaları karıştıran bir durumdu. Her iki isimle ilgili de HSYK inceleme başlattı. Açığa alındılar. Ancak Öksüz’ü ilk serbest bırakan Sulh Ceza Hâkimi Köksal Çelik, halen açıkta bulunurken itirazı reddeden Hâkim Sönmez 9 ay sonra meslekten ihraç edilip tutuklandı.

AKP’NİN CEVAPLAMASI GEREKEN SORULAR

Özellikle Adil Öksüz’le ilgili olarak hem AKP-Ergenekon cephesinin hem de Cemaatin cevaplaması gereken önemli sorular var. Nerede olduğu hala sır olan ve hakkında onlarca komplo teorisi üretilen Öksüz, 15 Temmuz’daki sis bulutunu dağıtacak en önemli üç-beş kişiden biri.

AKP ve yandaşlarının cevaplaması gereken sorular kaba hatları ile şunlar:

– Eski MİT Kontr-Terör Daire Başkanvekili Mehmet Eymür, Adil Öksüz’ün angaje edilmiş bir MİT elemanı olduğunu öne sürdü. Öksüz, MİT’e mi çalışıyordu?

– Darbe sabahı ilgisiz insanlar bile tutuklanırken Adil Öksüz gibi biri neden serbest bırakıldı?

– Cemaatin eski üst düzey isimlerinden olan Kemalettin Özdemir, mahkemede tanık olarak verdiği ifadede, Adil Öksüz’ün Hava Kuvvetleri imamı olduğunu 2012-2013 yıllarında MİT’e bildirdiğini ve resminin de olduğunu açıkladı. Buna rağmen darbe sabahı Öksüz nasıl iki ayrı hâkim kararıyla serbest kaldı?

– İlk kararı veren hâkim hala neden ihraç edilmiş ve tutuklanmış değil?

– Öksüz serbest kaldıktan sonra istihbarat birimleri kendisini neden izlemedi?

– 17 Aralık sonrası cemaate yönelik tasfiyeler başladığında kritik görevleri olan birçok ismin yurtdışına çıktığı biliniyor. Buna rağmen Adil Öksüz gibi bir ismin, üstelik adı kayıtlara girmişken darbe girişimine kadar Türkiye’den ayrılmamış olmasının sebebi MİT’le bağlantıları olabilir mi?

 

CEMAATİN CEVAPLAMASI GEREKEN SORULAR

Cemaatin cevaplaması gereken sorular ise şunlar:

– Adil Öksüz’ün Cemaat içerisindeki görevi neydi? İddia edildiği gibi Hava Kuvvetleri imamı mıydı?

– 11-13 Temmuz 2016 tarihleri arasında ABD’de olduğu ortaya çıkan Öksüz, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bulunduğu Pensilvanya’daki kampa uğradı mı?

– Uğradı ise Gülen’le görüştü mü?

– Görüştülerse aralarında nasıl bir konuşma geçti?

– Gülen’in 17 Temmuz’da yabancı basına verdiği röportajda, “Hizmet’e ihanet ettiler” dediği isimlerden biri Öksüz mü?

– Öksüz’ün MİT’e çalışıyor olabileceği şüphesi var mıydı hiç?

– Eğer Öksüz hainse bu neden açıklanmıyor? Neden bir sessizlik hâkim? Bunun sebebi Cemaat tabanının sükût-u hayale uğramaması olabilir mi? Cemaat tabanını ‘büyük bir abinin’ hain çıkması mı daha çok yıkar yoksa bu ‘büyük abinin’ darbeden önce Gülen’le görüşüp ondan talimat aldığı şayiasına cevap verilmemesi mi?

– Yukarıda AKP için sorduğumuz son soruyu, tam tersi açıdan Cemaate de sorabiliriz. Bütün üst düzey ‘abiler’ Türkiye’yi terk ederken Adil Öksüz gibi birine neden yurtdışına çıkma talimatı verilmedi?

– Ya da herkes çıkarken Öksüz’ün Türkiye’de kalması Cemaatin üst yönetiminin hiç dikkatini çekmedi mi? Bunda bir risk görülmedi mi?

 

PROF. DR. OSMAN ÖZSOY’DAN AÇIKLAMA:

Dünkü yazıda, “Bir açıklama borcu var” diye çağrı yaptığım Prof. Dr. Osman Özsoy, Twitter hesabından haklı olarak bana sitem etti. “Bir konuyu yazmadan önce İLGİLİ ŞAHIS O KONUDA BİR ŞEY SÖYLEMİŞ Mİ EN AZINDAN BİR ARAŞTIRSANIZ. Bari bir tweet atıp sorsanız” diye yazdı.

Altına da 9 Ağustos 2016 tarihinde eleştiriler üzerine yaptığı bir paylaşımı eklemişti. O paylaşımda tarihi görünmeyen ve linki olmayan bir köşe yazısının ekran görüntülerini koymuştu. Sayın Özsoy’a sosyal medya üzerinden bu yazının nerede ve hangi tarihte yayımlandığını sordum. Rotahaber isimli internet sitesinde yayınlandığını, tarihi hatırlamadığını ama Özgürlük Zamanı isimli sözkonusu programdan çok önce yazdığını belirtti.

Savunma hakkına saygı gereği Sayın Özsoy’un ilgili yazısını ana hatlarıyla paylaşacağım. Önce hatırlayalım, Prof. Özsoy, 14 Haziran 2016 tarihli canlı yayın programında ne demişti:

“Bu ülkenin geleceği inanılmaz aydınlık. Bu süreçlerin tamamını bitirmek çok kolay. Çok kolay bir şey bu. Bu süreç çok yakın bir sürede Allah’ın izniyle sona erecek. Türkiye’ye bir şey olmaz. Ankara’daki manzara şu; ben profesör olacağıma keşke bir albay olsaymışım mesela. Bu süreçte daha fazla katkım olurdu.”

Programı sunan Şemsettin Efe’nin, “Nasıl katkınız olurdu?” sorusuna karşılık: “Söyledim gitti artık. Geri dönmeyeceksin cümlelere. Bir albay olacaktım ben, Türkiye’ye daha fazla hizmet ederdim şu anda. Bak Güneydoğu’dan şehitler geliyor değil mi? 570’e yaklaştı (şehit sayısı) galiba”

Şimdi de Özsoy’un bu sözlere yöneltilen eleştirilere cevaben Twitter hesabına koyduğu eski tarihli yazısına bakalım. “Ne güzel profesör olmuşsun… Albay olma arzusu da nereden çıktı” meselesini haklı olarak sormak isteyebilirsiniz. İzah edeyim…” diye başlayan yazı, Türkiye’nin dünyanın en sorunlu ülkelerinden biri haline geldiği, sınırlarının yolgeçen hanına döndüğü ve her türlü suçun geçiş noktası olarak kullanıldığı değerlendirmesi ile devam ediyor.

Yazı özetle şöyle akıyor:

“Bilmiyordum, yeni öğrendim; Türkiye yüzölçümünün yüzde 92’sinin güvenliğinden jandarma sorumluymuş. (…) Müthiş bir rakam. TSK’da en çok albay Jandarma Komutanlığı’nda bulunuyor. Sırf albaylar görevini düzgün yapsa ülkenin yüzde 92’sinde asayiş sorunu kalmayacak demektir. (…) Bir ülkenin yüzde 92’sinde bu alanlarda başarı gösterilirse geriye ne kalıyor? Kendi hayatımdan da bir örnek vereyim ve neden ülkenin içinde bulunduğu şartlarda albaylığa heves saldığımı da böylece izah etmiş olayım. Rahmetli dedem Karakol Komutanıydı. (…) Tanıyanlar bir efsane gibi onun dönemini anlatıyorlar. Görev yaptığı karakolu bir ıslah evine çevirmiş dedem. (…) Bir karakolun görev alanı içinde eğer bunlar başarılabiliyorsa, ülkenin yüzde 92’sinde güvenliğin tesisinden sorumlu jandarma mensupları, her yerde aynı hassasiyeti gösterdiğinde ülke neden bir asayiş cennetine dönmesin? (…) Daha dün (5 Temmuz 2016) Hürriyet’te, Doğan Haber Ajansı kaynaklı “Gaziantep’i 150 canlı bomba işgal edecekti” başlıklı haber vardı. Bildiğim kadarıyla albayların en çok görev yaptığı askeri birim jandarma komutanlığı. Eğer ülkemizin sahillerinde görev yapan albay olsaydım, dedem nasıl başarılı olmuşsa, onbinlerce Suriyeli’nin boğulmasını ola ki ben de önlerdim. (…) İnsan kaçakçılığını, uyuşturucu kaçakçılığını, silah kaçakçılığını Allah’ın izniyle önlerdim. ÖNLERDİK! ÖNLEYEBİLİRDİK! Ülkenin yüzde 92’sinde hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşvet, uyuşturucu çarkını da önleyebilirdik.”

Dün Sayın Özsoy, bu yazısını yeniden paylaşınca tweet’in altına bazı yorumlar geldi. Görebildiğim kadarıyla tamamına yakını, cevabın tatmin edici olmadığı yönündeydi. Zaten gelen eleştirilere, söz konusu açıklamalarından önceki tarihte yazdığı bir yazı ile karşılık vermek, hiçbir şekilde gerçek bir cevap olamaz. Bundan sonrasını Sayın Hocamın vicdanına ve okuyucuların takdirine bırakıyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Osman ÖZSOY’un açıklamalarını okudum ve gayet makul olduğunu düşünüyorum. Ifadelerinde ne darbeye ne de benzer girisimlere donuk bir yon bulamadim.

    Insanlarin gecmiste yaptigi bircok konusma Hoca’nin basina geldigi gibi manipule edilebilir.

    Bir konunun parcasi mukabilinde lanse edilebilir.

    Ama dogrusunu da Allah bilir.

    Zahire gore hukmetmek eger somut kanitlar yoksa makul durum yoksa Cemaat sevenlerine yapilan iddialarin aynisini siz de kendi elemanlariniza yapmis oluyorsunuz bence. Videoyu bize cemaat darbe yapti bakisi ile izlersek oyle algilarsiniz ama cok onceden yazdigi bir konuya atfen bakarsak, bu kez de oyle anlasiliyor.

    Allah bilir.

  2. Merhaba. Yazıda zaten Adil Öksüz hakkında, AKP’NİN CEVAPLAMASI GEREKEN SORULAR, ÖKSÜZ’ÜN AKINCI’DA GÖRÜNTÜSÜ ÇIKMADI, ÖKSÜZ’Ü SERBEST BIRAKAN HAKİME NEDEN BİR ŞEY YAPILMADI başlıkları altında, Adil Öksüz’ün MİT ile bağlantılı olduğunu somut delillerle ortaya koyuyorsunuz.

    Ayrıca önceki yazılarınızda yurt dışındaki istihbarat servislerinin ve yetkililerin darbeyi cemaatin yaptığına inanmadıklarını söylediniz.

    Bu durumda 15 Temmuz sahte darbesini cemaat yaptı diye iftira atmak isteyen akıl bu iftirasını güçlendirmek için Adil Öksüz’ü 11-13 temmuz 2016 tarihlerinde Amerika’ya gönderip sonra yandaş medyada haber yapmış olamaz mı? Kendi kendine darbe yapanlar kendi haberlerini, kendi delillerini kendileri hazırlamış olamaz mı? Kadınlara, bebeklere, yaşlılara ve yüz binlerce insana zulmedenler bunu da gözünü kırpmadan yapabilirler. Türkiye çapında sinsi bir tiyatro planlayanlar, şer planlar yapma konusunda şeytanı geçen bu profesyonel yalancılar planlarına Adil Öksüz’ü Amerika’ya göndermeyi ekleyemezler mi?

    Meselenin başka bir yönü de şu:
    Aklımla da bu darbenin sahte olduğuna inanıyorum bu konuda somut ve güçlü deliller var, siz ve Veysel Ayhan bu konuyu irdeliyorsunuz ancak adı üstünde gönüllüler hareketi bu hareket; bunu aklımızla bu cemaatten şüphe duyacak bir şey bulduğumuzdan değil gönlümüzle görüp ikna olduğumuz için söylüyorum.
    Tamam vicdanlı olalım, objektif olalım ancak farkında olmadan bu hizmete gönül vermiş insanların gereksiz yere gönlü bulandırılmış oluyor. Zaten zulümden bunalan insanların bir de gönlünü bulandırmak, akıllarına dayanaksız soru işaretleri getirmek uygun olmasa gerek.

    Fethullah Gülen Hocaefendinin canlı kur’an olduğuna inanıyorum dolayısıyla şu kıyası çok görmeyin;

    Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Beyazıt Cami-ı şerifin de hafızaları dinlerken bir ses ona kur’anı beşer kelamı gibi dinlemesini daha sonra da ne insan sözü ne Allah kelamı gözüyle bakmadan tarafsız olmasını söylese de Üstad birbirine bu kadar uzak şeyler arasında tarafsız olunamacağını dolayısıyla Allah kelamı olarak bakmanın zarureti için açıklar.

    Kanaati acizanemce aynı kıyası ahlakı Kur’an olan bir alimle ahlaki zulüm olan bir zalim arasında da yapabiliriz.

  3. Sayın Dönmez,

    Genel olarak yazı dizinizde belirttiğiniz görüşlere katılsam da bazı bölümlerde, gerçeğe aykırı olan ve milyonlarca insanı zan altında bırakacak bazı ifadelere ve görüşlere rastladığımı belirtmek zorundayım.

    Aşağıdaki cümle, serinin 3. yazısında, kendi görüşünüzü anlattığınız değerlendirme kısmından. Yani başkasından yaptığınız bir alıntıya ait değil.

    Tam olarak şunu diyorsunuz:

    ‘Bütün bu değerlendirmelere baktığımızda aslında 15 Temmuz’un arkasında tek başına Gülen cemaati yoktu. Bununla beraber Gülen sempatizanları büsbütün darbe girişiminin dışında da değildi.’

    Bu cümlelerinizden çok net olarak şu anlamlar çıkıyor:

    1- Tek başına olmasa da, darbenin arkasında Cemaat vardı
    2- Gülen sempatizanları belli oranda ve seviyede darbenin içindeydi.

    Yazınızın devamına Murat Belge ve Ahmet Altan’ın benzer görüşlerine yer vererek ikna ediciliği artırmak istemişsiniz.

    Ayrıca 4. yazıda da şu ifadelere yer vermişsiniz:

    ‘ERDOĞAN’IN DARBESİNDE CEMAATÇİLERİN NE İŞİ VARDI?’

    ‘Evet, bu bir kontrollü darbe idi. Evet bu bir tuzaktı. İyi ama bütün bunlar, bambaşka ideallerin peşinde koşan ve meşruiyet çizgisinden uzaklaşmamak için azami gayret sarf eden bir hareketin mensuplarının böyle bir zokayı yutmasını masumlaştırır mı? Yıllarca Hizmet kültürü almış, önemli yerlere gelmiş asker ve sivil şahıslar nasıl olup da Erdoğan-Ergenekon cephesinin bu senaryosuna figüran, sofrasına meze olabilmişlerdir? Neden cemaat içerisindeki hiç bir mekanizma bu kumpasa düşülmesini önleyememiştir?’

    Buradaki ifadeleriniz daha da ağır. Cemaatin darbeye katıldığı iddianızı tekrarlamakla kalmamış Cemaat için, ‘zokayı yutma, senaryoya figüran olma, sofraya meze olma’ gibi yakışıksız ifadelere de yer vermişsiniz.

    Bu minvaldeki düşüncelerinizin somut gerçeklere aykırı olduğunu detaylı şekilde izah edeceğim ama önce şunu ifade etmek istiyorum. Teorik olarak, görüşleriniz sadece sizi bağlasa da yazdığınız haber sitesi nedeniyle, yazınızı okuyan insanlar böyle düşünmüyor ve bunu Cemaatin görüşü gibi algılıyor.

    Bu tür gerçekle bağdaşmayan ifadeler, Cemaate gönül veren ve darbeyle, terörle uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde terörist muamelesi gören, zulüm altında inleyen insanların moralini bozuyor, hak hukuk bilmez müfterilerin de iştahını kabartıyor.

    15 Temmuz’dan bu güne kadar, ‘kontrollü darbe’ konusunda binlerce yazı ve analiz okudum ve acizane yaptığım analizleri de bir blogda yayınladım. Bu konuda geniş sayılabilecek bir arşivim var diyebilirim. O yüzden yorumlarım biraz uzun olacak.

    YAZINIZDA BİREYSEL KATILIMDAN BAHSEDİYOR AMA KATILAN BİREYLERİ DEĞİL CEMAATİ SUÇLUYORSUNUZ

    Serinin genelini okuyunca, Cemaat mensuplarının darbeye bireysel katılım sağladığına emin olduğunuz anlaşılıyor. Ancak size ait olan ‘darbenin arkasında (diğerleriyle birlikte) cemaat vardı’ ifadesi bireysel katılımın çok üstünde bir anlama sahip. Burada büyük bir çelişkiye düşmüşsünüz.

    Ayrıca bence bireysel katılım ifadesini de çok özensiz kullanıyorsunuz. Şöyle ki yabancı devlet istihbarat kurumları bile ordu içindeki bazı cemaat yanlılarının bireysel olarak darbeye katılmış olabileceğini belirtiyorken siz Cemaat’in asker-sivil kesiminin birlikte yani Cemaatin genelinin darbeye bireysel katılım sağladığını ifade ediyorsunuz.

    Diğer yandan, bireysel katılım olmuşsa bu sadece katılan bireylerin suçu değil midir? Bununla koca bir camiayı itham edip de ‘darbenin arkasında cemaat de vardı, cemaat mensupları figüran oldu, meze oldu’ şeklindeki ifadeler kullanmanın mantıkla ve insafla telifi mümkün mü?

    CEMAAT MENSUBU KAÇ KİŞİ DARBEYE KATILDI?

    Askerlerle ilgili kısmı daha sonra yazacağım. Önce Cemaatten sivillerin darbeye bireysel katılım sağlayıp sağlamadığını irdelemek istiyorum.

    Türkiye’de en az 1 milyon kişinin cemaatle irtibatlı olduğu öteden beri söylenir ve genel kabul görür.1 milyon cematçinin kaçı darbeye katılırsa bunu toplu katılım, kaçı katılırsa bireysel katılım sayabiliriz?

    Darbenin arkasında cemaat vardı diyebilmek için, en azından 1 milyonluk kitlenin onda birinin yani 100 bin insanın fiilen darbeye katılmış olması gerekirdi diye düşünüyorum.

    Eğer böyle bir katılım olsaydı gizlenmesi mümkün olmazdı. Çünkü sivil hayattaki cemaat mensupları genelde çevresi tarafından bilinir. Cemaatin okulları veya diğer kurumlarında çalışanlar zaten bellidir. Ayrıca son birkaç yıl öncesine kadar Cemaat’in temel hedefi daha çok insana ulaşmak idi. İnsanlar da açıktan cemaatin sohbetlerine veya faaliyetlerini davet edilir, dileyenler gelir ve kim var kim yok görürlerdi.

    Cemaat mensupları 15 Temmuz’da darbeye destek için sokağa inmiş olsalardı bu durum mutlaka, sonradan didik didik edilen kamera görüntülerine yansır ve isim isim deşifre edilirlerdi. Aynı şekilde sosyal medyada onbinlerce darbeye destek mesajı olur ve özellikle de işler sarpa sarmaya başlayınca panik halinde yapılan telefon konuşmalarına ait kayıtlar da ortalığa dökülürdü. Bugün böyle şeyleri görmüyor veya duymuyorsak bunlar olmadığı içindir. Aksi olsaydı saray medyası her gün bunları manşetten verirdi.

    Cemaatçi olduğu ve darbe gecesi sahada yakalandığı iddia edilen sivil kişi sayısı kaç?

    Bırakın ispatı, iddia edilen kişi sayısı bile o kadar az ki bunlar ismen biliniyorlar: Adil Öksüz, Akıncı üssündeki 4 sivil, TRT binasındaki 3 sivil ve biri tankın içinden çıkan 2 eski emniyetçi. Toplam 10 kişi. Yani darbenin ‘sahada yakalanan Cemaatçi sivil ayağı’ olduğu iddia edilen kişi sayısı sadece 10. Ayrıca bu kişilerin Cemaatle ne zamana kadar ve ne seviyede bağlantılı olduklarını da bilmiyoruz. Cemaat içine sızmış kişiler olabilecekleri gibi zaafları kullanılarak veya çeşitli yöntemlerle ele geçirilmiş kişiler de olabilirler.

    Kimseye iftira atmak istemem ancak Cemaat içine adam sokma veya çeşitli yöntemlerle içerden birilerini devşirme yöntemlerinin kullanıldığını herkes biliyor. Örneğin Adil Öksüz’ün yakalanıp, herkes tutuklanırken cep telefonları dahi kendisine verilerek serbest bırakılması ve bir daha bulunamaması bile başlı başına bu şüpheleri güçlendiriyor.

    Bu kişilerin bir kısmı, birileri tarafından çağrılarakdarbeden habersiz oraya şekilde gitmiş de olabilir.

    Veya Saray rejiminin iddialarını doğru kabul edip bu kişilerin bilerek ve isteyerek darbeye destek için oraya gittiklerini varsaydığımızda bile bu ‘darbenin arkasında cemaat vardı’ önermesini güçlendirmiyor tam tersine zayıflatıyor. Çünkü cemaat böyle bir şeye kalkışsa her halde bunun sivil ayağında tespit edilen kişi sayısı 10 ile sınırlı olmazdı.

    Ayrıca ‘darbeye bireysel katılım’ın ne anlama geldiğine de bakmak gerekiyor. Cemaatçi siviller açısından bakarsak bu, cemaat hiyerarşisi içinden gelen bir talep olmaksızın, içinde bulundukları şartlar ve duydukları öfke nedeniyle bazı kişilerin kendiliklerinden harekete geçip darbeye destek olmaları anlamına gelir. Burada cemaate aidiyet parantezi kullanıldığı için belli oranda özdeş insanların belli bir psikoloji altında ve bağımsız olarak hareket etmeleri ve bunun belli bir sayıya ulaşmış olması gerekir. 1 milyonu aşkın bir insan kitlesinden bahsediyorsanız 5-10 kişiye bakıp ‘cemaatten bireysel katılım oldu’ diyemezsiniz.

    Ayrıca yaşanan bazı somut örnekler de sivil katılım iddialarını tamamen boşa çıkarıyor.

    Örneğin ‘Kocaeli’nin Kartepe İlçesi’nde, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Sakarya’ya giden tankları durdurarak, askerleri gözaltına alan İlçe Emniyet Müdürü Cüneyt Akkaya’nın, ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında açığa alınması’ (odatv.com) bunun örneklerinden biri. Ayrıca Müdür Akkaya o gece bu işlem sırasında yaralanmıştı. Yani, 15 Temmuz gazisi sıfatı taşıyor.

    Sürekli olarak ‘istihbarat şubede görevli cemaatçi iki emniyetçi 15 Temmuzda sahada yakalandı, tankın içinden çıktı..vb.’ diyenlere şunu sormak istiyorum: 15 Temmuz sonrasında yaklaşık 30 bin polis Cemaat bağlantısı iddiasıyla ihraç edildi bunların yaklaşık 10 bini şu anda tutuklu. Bu kişiler neden darbe girişimine katılmadılar? Neden buna ilişkin bir emare hatta bir iddia bile yok?

    Bu konuda çok fazla örnek var ama bu kadarının bile Cemaate bağlı sivillerin darbeye katıldığı iddiasının asılsız bir iftira niteliğinde olduğunu göstermeye yettiğini düşünüyorum.

    Askerlerle ilgili kısmı daha sonra yazacağım inş.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin