Hizmet Hareketi ile 15 Temmuz arasında bağ kurulurken öne sürülen gerekçelerden bir diğeri, dönemin Akıncı Üssü Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim’in Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a, “Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürelim” dediği iddiası. İddianın sahibi bizzat Hulusi Akar. O gece Genelkurmay Karargâhı’ndan derdest edilerek helikopterle Akıncı Üssü’ne getirilen Akar, sabaha kadar Evrim’in odasında bekletilmişti. 18 Temmuz’da mağdur sıfatıyla savcıya verdiği ifadede tam olarak şöyle demişti: “Hakan Evrim, dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile görüştürürüz gibi bir şey söyledi”
Cümle aslında net ve kesin değildi. Böylesine önemli bir teklif, ‘gibi bir şey söyledi’ şeklinde yuvarlak, afakî ifadelerle nakledilemez. Ya öyle demiştir ya da dememiştir.
Ancak iddianın sahibi Genelkurmay Başkanı olunca, ister istemez ehemmiyet kazanıyor. Akıncı Üssü iddianamesinde bu cümleye onlarca kez atıf yapılmasına rağmen hepsinde “Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürürüz dedi” şeklinde yer alması dikkat çekici.
Hizmet Hareketi içerisinde böyle bir jargonun, böyle bir hitap şeklinin, Gülen’e yönelik böyle bir adlandırmanın olmadığı biliniyor. Bu önemli bir detay.
Suçlamanın muhatabı Hakan Evrim, hem savcılık ifadesinde hem de mahkemedeki savunmasında bu iddiayı reddetti. Fethullah Gülen’i tanımadığını ve cemaat üyesi olmadığını söyledi.
Peki, nereden çıkmıştı bu ‘kanaat önderi’ meselesi?
Hakan Evrim, 11 Ekim 2016 tarihinde savcıya verdiği ek ifadede, bunu şöyle anlattı: “Hulusi Akar, ‘Bu devirde TSK’nın darbe yapması gibi bir şeyin kabul edilemeyeceğini, darbeye konu şikayetlerin darbeye mazeret olamayacağını, kendisinin de bir takım konulardan rahatsız olduğunu, muhalefetin de, iktidar partisinin içerisindeki bazı kişilerin de bir takım konulardan rahatsız olduğunu, ancak yine de bunun darbe için gerekçe olamayacağını söyledi. (…) Toplumun tüm kesimlerinden oluşacak bir konsensusla rahatsız olunan konuların çözülebileceğini de söyledi. Hatta bu kapsamda Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi kişilerle, muhalefetle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve kanaat önderleriyle bu konuların konuşularak çözüme kavuşturulabileceğini söylediğini hatırlıyorum. Orada bulunanlardan birisi, Hulusi Akar’a ‘Eğer bu kapsamda birisiyle görüşmek isterseniz sizi görüştürebiliriz’ dedi. Ben de ev sahibi olmam nedeniyle Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’a, ‘Bu söylediğiniz muhalefet, iktidar partisi içi muhalefet, STK veya kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz var ise telefonla bağlatabiliriz’ dedim ve odadan çıktım. Ben hiç bir şekilde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a ‘Sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürebilirim’ diye bir teklifte bulunmadım. Kendisi eğer bunu söylüyorsa niçin söylediğini de bilmiyorum. Bu hususu kabul etmiyorum.”
Tutuklu sanık Evrim, Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülen 15 Temmuz çatı davasının 30 Mayıs’taki duruşmasında da kendini şöyle savundu: “Böyle bir cümle kesinlikle ağzımdan çıkmamıştır. Ömrümde Fetullah Gülen’i ne aradım ne görüştüm ne de kendisini telefonla arayabilecek birisini tanıyorum.”
Söz konusu iddiayı o gece o odada bulunan hiç kimse doğrulamadı. Dönemin Çiğli 2. Ana Jet Üssü Komutanı Tümgeneral Kubilay Selçuk, Ekim ayında savcıya verdiği ek ifadede, “Benim içeride bulunduğum sırada Hakan Evrim veya bir başkası Hulusi Akar’a herhangi bir şekilde ‘Sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen’le görüştürelim’ şeklinde bir şey söylemedi” dedi. Dönemin Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık da ifadesinde, Evrim’in Akar’a böyle bir şey söylemediğini dile getirdi. Aynı şekilde bütün geceyi Akar’la birlikte geçiren Tümgeneral Mehmet Dişli’nin de Genelkurmay Başkanı’nı teyit eder bir ifadesi olmadı.
Bütün bu isimlerin eylem ve gaye birliği içerisinde olduğu, dolayısıyla birbirlerini kollamalarının doğal olduğu yorumu yapılabilir. Ancak Akar’ın kendi ifadesinin keskinlik taşımaması ve sonrasında Hakan Evrim’in iki kez kendisini yalanlamasına rağmen bu iddiasında ısrarcı olmaması düşündürücü.
Oysa bu nokta çok önemli. AKP hükümeti, ABD’den Gülen’in iadesini isterken dosyaya en güçlü ‘delil’ olarak bunu koymuştu. Haliyle geçiştirilecek, “Ben öyle hatırlıyorum”, “Buna benzer bir şey duymuştum”, “Gibi bir şey söyledi” diye ceffelkalem söylenip geçilecek bir mevzu değil. Akar’ın hem Evrim’in yalanlamasına cevap vermesi hem de o gece odadakilere Tayyip Erdoğan’a karşılık Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerle görüşülmesi telkininde bulunduğu iddiasına açıklık getirmesi gerekiyor.
‘H.E. DUALARI’ MESELESİ
’15 Temmuz-cemaat bağlantıları’ listesindeki bir diğer madde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı almak üzere Marmaris’e giden timler içerisindeki Kuzey SAT Grup Komutanlığı 21. Tim Komutanı Yüzbaşı Haldun Gülmez’in üzerinde çıktığı öne sürülen “H.E. Duaları” yazılı kağıt. H.E.’den kastın ‘Hocaefendi’ olduğu ileri sürülüyor. El yazısı ile yazılmış duanın içeriğinde, “Sultan veya Zalimden korkunca, Allahu Ekber Allahu Ekber, Allah bütün mahlûkatından üstündür, Allah benim korktuğum ve sakındığım şeylerden azizdir. Kulun Tayyip Erdoğan’ın şerrinden, ordularının, etbaının ve taraftarlarının şerrinden, cin ve insanların şerrinden kendinden başka ilah olmayan ve semayı, yerin üzerine izni olmaksızın düşmekten alıkoyan Allah’a sığınırım (…)” yazdığı belirtiliyor.
Yüzbaşı Gülmez o gece çıkan çatışmada göğsünden vurulmuş ve helikopterden ambulansla alınarak hastaneye götürülmüştü. Bahse konu kâğıdın da hastanedeki üst aramasında çıktığı ifade ediliyor.
Ancak mahkemedeki savunmasında iddiaları reddetti. Savcılık ifadesinde Cemaatle hiçbir bağlantısı olmadığını kaydeden Gülmez, 28 Nisan’daki duruşmada da üzerinden çıktığı ileri sürülen kağıdı da el yazısını da reddetti.
Bu arada Gülmez’in 22 Şubat’taki duruşmada Bylock’la ilgili yaptığı çıkış, bu dua kağıdıyla ilgili de fikir verecek cinsten. Eski Yüzbaşı, “Telefonuma ByLock yüklenmesinden endişe ediyorum. Bunu daha önce savcımıza ifade verirken de söylemiştim. Şimdiye kadar ByLock kullanmadım. Telefonumun polislerde olduğunu, onların ByLock yüklemesinden endişe ettiğimi söyledim. Ayrıca savcının sunduğu tüm delillere de itiraz ediyorum.” diye seslendi.
Bu dua kâğıdının gerçekten Gülmez’e ait olup olmadığı kesinlik kazanmış değil. Yazı dizisinin 5. bölümünde peşinen yer verdiğim görüşümü tekrar etmek istiyorum: “Yeni Şafak’ın bastığı, çay lekeli ‘sözde belgeler’i de hatırlatmak isterim. Haliyle bir askerin üzerinden, evinden ya da masasından çıktığı öne sürülen ‘el yazısı’ notlara da şüpheyle yaklaşıyorum. Bunlar sanki darbe girişimi ile cemaat bağlantısını kurabilmek için özellikle üretilmiş fabrikasyon işlere benziyor. Buna en çok da Dursun Çiçek’in ‘ıslak imza makinesi’ savunmasını makul bulup onu destekleyenler hak verecektir.”
Gülmez ve beraberindeki bazı askerlerin o gece göreve ilk çıkarken darbeden haberdar olmadıkları ve Cumhurbaşkanı’nı almaya gittiklerini bilmedikleri savunmasını bir kenara bırakalım. Aksi olsa bile böyle bir göreve giden bir tim komutanının üzerinde, kör gözüne parmak misali, “H.E. duaları” ve “Kulun Tayyip Erdoğan’ın şerrinden…” diye bir ibarenin olması çok makul gelmiyor.
Tartışmanın bir diğer boyutu da aslında şu; bu dua kâğıdı gerçekten Gülmez’e ait olsa ve içinde de Erdoğan’ın ismi geçse dahi bunun bireysel bir tercih olduğu görülüyor. Çünkü ‘örgütsel’ bir talimat, telkin ya da tavsiye olsa ve gerçekten de darbenin arkasında Hizmet Hareketi olsa diğer askerlerin de üzerinden bu ya da benzeri duanın çıkması beklenirdi. Suçlamayı doğru kabul etsek bile daha çok Gülmez’in kendine ‘manevi zırh’ temin etme gayesiyle böyle bir dua hazırladığı yorumu yapılabilir.
‘BİZ SİZİN İNİNİZE GİRDİK’ İDDİASI
Listemizdeki bir diğer başlık; yine Marmaris’e giden timdeki Astsubay Başçavuş Zekeriya Kuzu’nun, Cumhurbaşkanı’nın otelinde bulunan korumalara yönelik söylediği ileri sürülen, “Hani inimize girecektiniz, gördünüz mü biz sizin ininize girdik!” şeklindeki sözler.
İddia, Cumhurbaşkanına suikast davası iddianamesinde geçiyor. Ancak o kadar üstünkörü hazırlanmış bir metin ki, bu sözlerin tam olarak kime söylendiği ya da hangi koruma polisinin Kuzu’ya atfen bu sözleri aktardığı yok. İddianamede, bu hakaretlere maruz kalan koruma polislerinden ifadesine yer verilmemiş. Sözkonusu cümleler, herhangi bir korumanın ağzından verilmiyor.
Bunun yerine iddia, darbeci timde yer alan bazı askerlere dayandırılıyor. Onlardan biri olan MAK timinden Ömer Faruk Göçmen, birinin polislere bu şekilde bağırdığını duyduğunu ama kim olduğunu görmediğini söyledi. Yine MAK timinden Astsubay İlyas Yaşar, Kuzu’nun yerde yatan koruma polislerine bu şekilde bağırdığını anlattı. İddianamede, MAK timinden Astsubay Serkan Elçi’nin de bunu duyduğu öne sürülüyor. Fakat Elçi’nin bu yöndeki ifadesine yer verilmiyor.
Zekeriya Kuzu, 21 Şubat’taki duruşmada hakkındaki bu iddiaya şöyle cevap verdi: “Ben basit bir argo kelime için bile personelime ahlaki otokontrol veren bir insanım. Tatlıyla cezalandıran bir insanım. Hayatımda böyle bir şey kullanmadım. Sinkaflı söz kullanmadım. Cumhurbaşkanımıza kesinlikle hakarette bulunmadım. Bunlar zorla baskı altında yazdırıldı. Yıllarca kendisine saygı duyup desteklediğim, mağdur insanların yanında olan birisi olan Cumhurbaşkanına kesinlikle böyle bir hakarette bulunmadım.”
İddianamede cemaatin ‘Çiğli Üs İmamı’ olarak geçen Kuzu, savunmasında cemaat üyesi olmadığını, ülkücü gelenekten geldiğini belirtti.
Şu durumda elimizde yine doğrulanma şansı mümkün olmayan bir iddia var. Ama öyle olsa bile 15 Temmuz’dan beri artık algılara yerleşmiş, Kuzu’nun üstüne yapışmış cümleler bunlar. Fakat kabul etmek gerekir ki Kuzu’nun cemaatten biri olması halinde söylenmiş olması anormal kaçmayacak bir ifade. Yine de tek başına bir şey ifade etmeyen, sadece sahibini bağlayan, darbenin emrini Gülen’in verdiğini ispat etmeyecek sözler.
‘ARANIZDA HİZMET HAREKETİNDEN OLMAYAN VAR MI?’
Listede yer alan bir diğer madde; yine Marmaris’te yapıldığı öne sürülen bir konuşmaya dayanıyor. Özel Kuvvetler’den Yüzbaşı İsmail Yiğit’in Cumhurbaşkanı’nın kaldığı oteldeki çatışmadan sonra kaçarlarken timdeki askerlere dönerek, “Burada Hizmet Hareketi’nden olmayan var mı?” diye sorduğu, oradaki 18 kişinin de sessiz kaldığı öne sürülüyor.
Bu iddianın dayandırıldığı isimlerden birinin Zekeriya Kuzu olması ayrıca ironik. Kuzu, savcılık ifadesinde Yiğit’e bu suçlamaları yöneltti. Ancak mahkemede, sözkonusu ifadeleri baskı altında verdiğini belirterek suçlamayı reddetti. İddianameye göre bu sözlerin bir diğer tanığı, tıpkı Kuzu’nun “İninize girdik” sözlerinde olduğu gibi MAK timinden Astsubay Ömer Faruk Göçmen. O da ifadesinde Yiğit’in kendilerine böyle bir soru sorduğunu ileri sürdü.
İsmail Yiğit ise 28 Şubat’ta Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savunmasında, “İddianameye göre, kaçtığımız sırada ‘İçimizde hizmet hareketinden olmayan var mı?’ diye sormuşum. Bunu o kadar kişinin içinde sadece Zekeriya Kuzu mu duymuş? Kuzu bugüne kadar 57 FETÖ’cü isim verdi, 45’i serbest bırakıldı. Kendisi ifadesinde işitme sorunu olduğunu söylemişti. Buna rağmen sadece kendisi duymuş. Kuzu’ya işitme testi yapılsın.” itirazında bulundu.
Yiğit’in timdeki askerlere böyle bir soru sorup sormadığını bilmiyoruz. Ancak bana göre hayatın doğal akışışına uymayan, mantığa aykırı bir iddia. Çünkü kendi timindeki askerleri zaten tanıyor. Kaçış esnasında gruba dahil olan MAK timlerindeki askerlerle ilgili bilgi almak için de bu şekilde uluorta soru sorulmaz. Hayatı boyunca gizliliğe riayeti hayat şekli haline getirdiği iddia olunan cemaat sempatizanı bir subayın, başarısız olmuş bir darbe girişimin ardından, böylesine bir kaçış esnasında, 18 kişinin içinde bu soruyu sormuş olması pek makul görünmüyor. Fakat yine de bir açık kapı bırakmak gerekir. Çünkü sonuç itibariyle insandan ve psikolojik açıdan travmatik bir andan söz ediyoruz.
‘1 DOLAR’ MESELESİ VE OĞLUMUN ’İYİ OLAN KAZANIR’ NOTU
Cemaatin 15 Temmuz’la bağlantılandırılmasında kullanılan gerekçeler arasında son olarak ‘1 Dolar’ mevzuuna değinmek istiyorum. Yapılan aramalarda bazı rütbelilerin üzerinde veya evinde 1 Dolar çıktığı yönünde iddialar var.
Bir örnek vermek gerekirse Pilot Yüzbaşı Selahattin Yorulmaz, ifadesinde, ‘abi’ diye hitap ettiği bir şahsın, seri numarasını bilmediği 1 doları “Fethullah Gülen’in size hatırası. Bunu sürekli üzerinizde taşıyın” diyerek kendisine verdiğini anlattı.
Benim şahsen en başından beri anlamlı bir gösterge olup olmadığını bilmediğim, cemaat içerisinde sembolik bir mana taşıyıp taşımadığı hakkında bilgi sahibi olmadığım, 15 Temmuz’a kadar hiç duymadığım, o tarihten bu yana da pek ciddiye alamadığım bir husus bu. Belki benim eksikliğimdir, bilmiyorum.
Belki de tecrübe ettiğim bazı olayların tesiriyle böyle düşünüyorum. Mesela darbe girişiminden 10 gün sonra gazetecilere yönelik operasyonda benim de evim basılmıştı. Aramaya refakat edenlerden dinlemiştim. Oğlumun kendi oyunu için evin duvarlarına astığı ‘İyiler her zaman kazanır’ yazılı notlar, polisi rahatsız etmiş. “Bunlar bize mesaj mı veriyor, bizi tehdit mi ediyorlar?” diye kendi aralarında konuşmuşlar. Sonra da kağıtları delil olarak yanlarına almışlar. Böylesine ruhi ve zihni arıza ile malul insanlardan her türlü absürdlüğü beklediğim için, 1 dolar konusunu da aynı paranoid ruh haline bağlıyorum.
Gazeteci arkadaşım Bülent Ceyhan’ın evinde bulunan, 10 yaşındaki oğluna ait oyuncak 1 doları da iddianamede ‘delil’ olarak görünce bu düşüncem pekişti.
Evinden 1 dolar çıkan isimlerden biri de Prof. Dr. Mehmet Altan’dı. Tutuklu gazeteci, 21 Haziran’daki duruşmada bununla ilgili şunları söyledi: “O, F serisi 1 dolar eski seyahatlerden kalmış. Çok eski bir cüzdan içerisinde, üçte biri yırtık ve polis yırtığı kapatıp videoyu öyle çekiyor. Vestiyer içinde, eski bir kırmızı kadın cüzdanında, unutulmuş, eski, ucu yırtılmış bir dolar… Ve ben de darbeciyim, öyle mi? Darbe girişimi tarihi 15 Temmuz’dur, gözaltına alınma tarihi ise 10 Eylül. Bu iki ay içinde 1 dolar meselesi çok popüler idi ve benim evimde 1 dolar bulundu. Bugün olsa evimde o paralar gene dururdu. Ben suçlu değilim, yok etmeyi kendime yakıştıramam.”