Aylardır 15 Temmuz’a dair yazılar yazıyor, soru işaretlerini sıralıyorum. Gayretim, bir gazeteci olarak bana dayatılan resmi hikâyeye itiraz etmek ve gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak. Gerçek tektir ama bir tek yüzü yoktur. Ve genellikle kendisini bütünleyen birçok parçanın bir araya gelmesinden oluşur. Devlet içerisindeki Avrasyacı kanatla AKP ittifakının bu girişimi tezgâhladığını, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın darbeyi önleyebilecekken bilerek önlemediğini, daha doğrusu o akşam şahit olduklarımızın zaten bu isimler tarafından sahnelenen bir kontrollü darbe olduğunu, her şeyin akşam 20.30’da harekâta başlanacak şekilde planlandığını, sivil ölümlerinin garanti altına alındığını, bütün bu organizasyonu Erdoğan’ın patronajında MİT’in sahnelediğini kendimce yazıp anlatmaya çalışıyorum.
Peki, bütün bu fotoğraf içerisinde hiç Gülen Cemaatine ilişkin soru işareti yok mu? Tamamen sütten çıkmış ak kaşık mı? Cemaat 15 Temmuz gerçeğinin hangi parçasına tekabül ediyor? Darbenin arkasında Hizmet Hareketi’nin olduğu iddiası Türkiye’de tartışılmaksızın kabul edilmiş durumda. Ama bu savın yurt dışında pek alıcısı yok. Gerçek bu ikisinin ortasında bir yerde mi? Cemaati zan altında bırakan iddialara neden adamakıllı cevap verilmiyor?
Bu sorulara yanıt ararken belli bir tarihsel arkaplan ve ona dayalı mantık örgüsü içerisinde ilerlemeye çalışacağım.
Burada belli başlı kilometre taşlarına temas edilmeden bu meselenin tam olarak anlaşılamayacağı kanaatindeyim.
15 TEMMUZ’UN KÖKLERİ 28 ŞUBAT’A KADAR GİDİYOR
1- Bana göre 15 Temmuz’un başlangıcı 28 Şubat’a kadar gidiyor.
Genelkurmay Psikolojik Harp Dairesi’nde görev yapan emekli Albay, CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek, 28 Şubat’ta asıl hedefin cemaat olduğunu itiraf etmişti. 23 Mart 2016 tarihinde Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a verdiği röportajda, post-modern darbenin hedefinin irtica olduğunu; irticadan kastın ise yüzde 80 oranında Gülen Cemaati olduğunu belirtmişti.
Eğer gerçek amaç buysa 28 Şubat niye hedefine ulaşamadı? Çünkü askerler, Cemaati tarif ve tespit etmekte zorlandıklarını düşündüler. O halde onlar için yapılması gereken öncelikli şey; başı sonu belli, ete kemiğe bürünmüş, elle tutulur somut bir Cemaat yapılanması ortaya çıkarmaktı.
AKP iktidarı bunun için çok elverişli bir imkan sundu. Cemaatten bazı kimseler, AKP ile kurulan iyi ilişkilere güvenerek kadroları açık etmeye başladı. Bürokraside tabanı olmayan bir AKP iktidarı; buna mukabil elinde ‘mebzul miktarda’ nitelikli eleman olan bir cemaat görüntüsü ortaya çıktı. AKP çeşitli kadrolar için cemaatten isimler istiyor, cemaat içerisinden birileri de bu listeleri hükümete sunuyordu. Bu kadrolar içerisinden, bulundukları mevkileri kendilerine güç devşirmek, nüfuz alanları açmak ve kendi hırsları doğrultusunda kullanmak noktasında ciddi zaafları olan bir takım adamlar, maksadın dışına çıkarak kibirli birer aktöre dönüşmeye başladılar.
2004 MGK’SI VE DOLMABAHÇE ZİRVESİ
2- 25 Ağustos 2004 tarihli MGK’da Gülen Cemaatinin bitirilmesi kararı alındı. Altında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ve diğer AKP’li bakanların da imzası vardı.
3- 2007 yılında dönemin başbakanı Erdoğan ile dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe’deki başbakanlık ofisinde baş başa bir görüşme yaptı. 2.5 saat süren bu görüşmede konuşulanlar hala sır. Her ikisi de “Konuşulanlar benimle mezara gidecek” dedi.
Başbakan Başdanışmanı Abdülkadir Özkan’a göre iki isim o gün Gülen Cemaatinin tasfiye edilmesi konusunda anlaştı. 21 Şubat 2017 tarihinde Habertürk gazetesinden Kübra Par’a röportaj veren Özkan, Cemaatin bitirilmesi noktasında Büyükanıt’ın Erdoğan’ı ikna ettiğini ve tasfiye kararı alındığını söyledi. Ancak bir süre sonra başlayan Ergenekon operasyonları nedeniyle bu tasfiyelerin ertelendiğini öne sürdü.
ERDOĞAN, 2010 YILINDA CEMAATİ BİTİRMEK İÇİN HAREKETE GEÇTİ
4- 2010 yılına gelindiğinde Erdoğan, ertelenen bu tasfiye planını uygulamaya sokmaya başladı. Bunu, bizzat kendisi çeşitli konuşmalarında itiraf etti. Yani ortada bırakın 17-25 Aralık operasyonlarını, kamuoyuna yansıyan en ufak bir olumsuzluk dahi yokken. Hatta, 2010 Anayasa değişikliği referandumunda cemaatin cansiperane çalışmasına teşekkür edip ‘Okyanus ötesi’ne selam gönderirken bir yandan da tasfiye operasyonunun düğmesine basmış.
Erdoğan, 3 Ağustos 2016 tarihli bir konuşmasında, “Bu yapının aslında bambaşka niyetlerin, sinsi hesapların aleti, aracı olduğunu uzun süre göremedik. Aslına bakılırsa 2010 yılından itibaren bu tespiti paylaştığım çok sayıda üst kademe yönetici arkadaşım oldu ve tavrımız değişti” dedi. 1 gün sonra TRT canlı yayınında “Ben bunu 2010’dan beri dillendiriyorum. FETÖ’nün örgütlenme ağının ne denli geniş olduğunu, en yakın mesai arkadaşlarıma anlatmakta zorlandım.” şeklinde konuştu. 8 Ağustos 2016’da Rus haber ajansı Tass ve devlet televizyonu Rossiya 24’e verdiği ortak röportajda, “2010 itibariyle bu işe çok daha ciddi girdik ve 2010’da dershanelerin kapatılmasına yönelik adımlar atılınca o zaman bunlar ciddi manada sıçramaya başladılar” ifadelerini kullandı.
Zaten onun bu çabası, belli yerlerde ciddi takdir de gördü. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 2 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk canlı yayınında, Erdoğan’ın 2012’den itibaren Cemaate karşı tek başına savaş verdiğini dile getirdi.
‘ÇOLUK ÇOCUĞUNA VARINCAYA KADAR İNTİKAM ALACAĞIZ’
4- Bu yıllar aynı zamanda Ergenekon’la ittifakın açıktan sergilenip ortak hareket etmeye başlanan yıllardı.
Balyoz sanığı Koramiral Kadir Sağdıç, 16 Ocak 2012 tarihinde internete düşen ses kaydında, “Bizim buralarda da enteresan değişiklikler var. Askeri camiada da. Analarını belleyeceğiz!” gibi iddialı sözler sarfediyordu.
24 Mayıs 2012 tarihinde de Balyoz tutuklusu Tuğamiral Fatih Ilgar’a ait bir ses kaydı internete düştü. Ilgar şöyle diyordu: “Bir iki aya kadar da ve bilgiler de gelen bilgiler de emareler de o yönde, bir yasa tasarısı gündemde. O yasayla bizi çıkaracaklar. Çıktıktan sonra da güzel planlarımız var. Savaşsa savaş yapacağız. Bu ülke ya ekonomik krizle ya bir iç savaşla kendine gelecek.”
4 gün sonra bir başka Balyoz tutuklusu Tümamiral Cem Aziz Çakmak’ın ses kaydı sızdı. Çakmak şöyle diyordu: “Allah rövanşını göstermesin onlar için. Çünkü biz bir daha böyle bir rövanşta böyle bir hata yapmayız yani. Yani Atatürk isyan oldu mu ‘Çoluğu çocuğu kalmasın götürün, şehri götürün’ diyormuş. Adam, görüyor yani. Çocuğuna kadar. Bu iş böyle. Kendilerine en güvendikleri an en zayıf oldukları andır. Tabii bu daha süreç alacak, daha ne kadar çekeriz bilmiyorum. Ama çok uzun süreceğini sanmıyorum. Bakalım kaç kişiyi bırakırlar, bırakırlar mı? Yani olmazsa da iş uzun sürmeyecek artık. Yani aldığımız haberler o yönde bizim. Sağlam kaynaklar. Bunun hesabı sorulacak. Bir iki sene içerisinde bu manzara tam tersine dönecek. Bak söylüyorum bunu. Dersin ki ‘Bunu bir paşam söylemişti’ dersin. Adamlar kaçacaklar. Bu ülkeden kaçacaklar çoğu. Ve rövanşı çok farklı olacak. Çok kişinin canı yanacak. İki sene çok, belki bir sene içinde. Eğer biz buradan bir çıkarsak bu dışarıdakilerle çok ciddi bir hesaplaşma olacak, çok ciddi hem de. İlk şeyimiz ne biliyor musun? Aç kalacaklar. Bak söyleyeyim. Aç kalacaklar. Öyle başlayacak zaten.”
DEVAM EDECEK…
bu yazıları sıralı bir şekilde okuma imkanı verebilir misiniz? Insanlara gönderince bir çırpıda okuyabilsinler.