BM: Türkiye Temel Hakları ihlal etmiştir [Mestan Yayman Kararı -1]

Yorum | Aziz Kamil Can

Tarihin tekerrürlerden ibaret olması, nisyanla malul olan insanın yaşananlardan hiçbir ders almamasının bir sonucudur. Yaşanan her hadise farklı sahnelerde yeni figüranlar eliyle tekrar tekrar oynanmaya devam ediyor.

Bu oynanan oyunların yegane denge sağlayıcısı hukuktur. Hukuk çok uzun bir zamandan bu yana ülkelerin, medeniyetlerin dahası uygarlıkların kurucu unsuru olmuştur. Ancak gücü ele geçiren yöneticilerin ilk yaptıkları şey, hukuku “olağanüstü hal” söylemleri ile rafa kaldırmak veya içini boşaltmak olmuştur. Akabinde tiranlık ve diktatörlük yolunu sonuna kadar kendilerine açmışlardır. Genelde bahaneleri de ülkeyi “düşmana” karşı korumak şeklindedir. Öyle ki bu durum eski Yunan ve Roma devletlerine kadar uzanmaktadır. Örneğin “diktatör” kelimesi, Antik Roma’da Senato tarafından “acil durumlarda” cumhuriyeti yönetmesi için atanan ve olağan dışı görevler üstlenen “magistratus”un unvanından gelmektedir.

Günümüzde ise bu tanım bilindiği gibi daha çok muhalefeti bastıran, ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve yetkilerini kötüye kullanan liderler için kullanılmakta. Bu kişiler yolsuzluk ve hukuksuzluklarını örtbas etmek amacıyla hayali düşmanlar üretirler. Göstermelik mahkemeler ve itina ile atanan “vazifeliler” eliyle “vatan hainleri” tespit edip, en acı yaptırımlarla yüz yüze bırakırlar.

İlk anda toplum “olağanüstü hal” etkisi ile Tiran’a hak verir, şaşkınlık geçince de bu kişilerin suçlu olmadığını bilir, ama bu kez de suçlularmış gibi davranmaya başlar. Tiran da bundan yararlanarak sırayla düşman gördüğü herkese dokunmaktan geri kalmaz. Artık iddianame veya mahkeme gerekçesinin hukuka uygun olmasına gerek kalmaz. Herkes durumu normal kabul eder. Tiran söyledi ise, sorgulamaya gerek kalmaz.

Bundan bir asır kadar önce çağın tiranlarına seslenen Emile Zola’nın “bu iddianame üzerine bir ceza verilmiş olması, adaletsizliğin mucizesidir! Hiçbir namuslu insanın bu suçlamayı, yüreği isyan etmeden okuyabileceğine inanmıyorum! Durum meydanda! Bu kişinin cezalandırılmasını isteyenler, onun suçsuz olduğunu biliyorlar! Öyle olduğu halde bu tüyler ürpertici gerçeği kendilerine saklıyorlar! Ve bu adamlar, geceleri gene de rahat uyuyabiliyorlar” dediği türden, yıllarca anlatılacak bir “hukuk cinayeti”nin benzeri maalesef tiranlar eliyle son yıllarda Türkiye’de de en şedit şekilde uygulanmaya konuldu.


Birleşmiş Milletler çatısı altında Bylock konusunda üç önemli karar verildi. Bu kararlarda sadece Bylock değil, yüzbinlerce insanın hukuksuz yargılanması sürecinde ortaya çıkan birçok temel hak ihlalleri üzerinde önemli tespitler yapıldı.


15 Temmuz 2016 tarihinden kısa süre önce hükümet, kendince tehlikeli gördüğü bir sivil toplum organizasyonu vatan haini olarak ilan edip, lütuf olarak kabul ettiği darbe girişimi sonrasında da, ulusal ve uluslararası “soykırım” tanım ve aşamalarına uygun olarak, tamamıyla kendi şekillendirdiği yargı eliyle cezalandırmaya başladı. Yüz binlerce kişi terör örgütü üyesi kabul edilip tutuklandı, işkence gördü, öldü, öldürüldü. Aradan geçen bunca zamana rağmen bunlardan birçoğu hala tutuklu olduğu gibi yenileri de eklenmeye devam ediyor.

Bu ve benzeri keyfiliklere rağmen iç hukukun işlenmediğini gören on binlerce mağdur haklarını değişik uluslararası mekanizmalar nezdinde dile getirmeye başladı. Bu mekanizmaların şüphesiz en önemlilerinden birisi AİHM olsa da maalesef şu ana kadar AİHM gerek iş kaygısı gerek Türkiye’nin yaptığı maddi destek ve gerekse iç hukuk yollarının birçok başvuru açısından tüketilmemiş olması nedenleriyle beklenilen hukuksal hakları sağlayamadı.

Bunun yerine bir kısım mağdurlar, iç hukuk yolu tüketilmesi şartını katı olarak aramayan Birleşmiş Milletler’in değişik insan hakları ihlalleri inceleme birimlerine başvurdular.

AİHM’den farklı olarak Birleşmiş Milletler (BM) birimleri daha hızlı karar verdiğinden sonuçlar alınmaya başlandı. İşte bu bağlamda geçtiğimiz günlerde BM çatısı altında üç önemli karar verildi.

Bunlardan ilk 02 Ekim 2018 tarih ve 44/2018 nolu Muharrem Gençtürk; ikincisi 11 Ekim 2018 tarih ve 43/2018 nolu Ahmet Çalışkan; üçüncüsü de 18 Ekim 2018 tarih ve 42/2018 nolu Mestan Yayman  kararları.

Bu kararlarda sadece Bylock değil, yüzbinlerce insanın hukuksuz yargılanması sürecinde ortaya çıkan diğer birçok temel hak ihlal nedenleri üzerinde önemli tespitler yapıldı.

Söz konusu kararları veren “Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu” (BM KTÇG), BM İnsan Hakları Konseyi bünyesinde görev yapan bir kuruluş. Grup, Başvurular üzerinde yaptığı inceleme, sonuç ve tavsiyeleri düzenli olarak Konsey’e sunmakta, BM üyesi tüm devletlerin sonuçtan haberdar edilmesini sağlamakta.

Çalışma Grubu, hükümetlerden, lehine ihlal tespit ettiği kişilerin durumunu düzeltmek için gerekli adımları atmasını ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi‘nde belirtilenler de dahil olmak üzere, ilgili uluslararası normlara uygun hale getirmesini talep etmekte.

Çalışma Grubu, davanın tüm koşullarını dikkate alarak, kişi hala tutuklu ise uygun hukuk yolu olarak derhal serbest bırakılması ve uluslararası hukuka uygun olarak kendisine tazminat ödenmesi gerekliliğini kararında belirtebiliyor.

Yine Çalışma Grubu bunlarla da yetinmeyip, hükümetlerden, keyfi özgürlükten mahrum bırakılma ile ilgili koşulların tam ve bağımsız bir şekilde soruşturulmasını ve hakların ihlaline karşı sorumlu olanlara yönelik uygun önlemlerin alınmasını talep etmekte.

Anılan Grup ayrıca, baktığı başvuru sonucunda ulaştığı kanaatlerin, yeni benzer başvurulara meydan verilmeden, önerilen mevcut yollar ile ve mümkün olduğu kadar yaygın bir şekilde ülke içinde yayılmasını hükümetlerden istemekte.

Grup, mevcut görüşüne ve uluslararası yükümlülüklere uyumlu hale getirmek için, herhangi bir mevzuat değişikliği veya uygulamada değişiklik yapılması gerekiyorsa, hükümetten bu yönden adım atmasını da beklemekte.

Çalışma Grubu, başvurucu ve hükümetten, görüşünün iletilmesi tarihinden itibaren altı ay içinde belirttiği bilgileri vermesini istiyor. Ancak, Çalışma Grubu, davaya ilişkin yeni kaygıların dikkatine sunulması halinde, kendi takip eylemini ve kendi kararını alma hakkını saklı tutuyor. Kararın infazında ilerleme tespit etmeyen Çalışma Grubu, durumu derhal BM İnsan Hakları Konseyini bildirmekte ve Konsey kendi ilkeleri içerisinde ilgili ülkeyi takibe alıyor.

Anlaşma gereği bütün üye devletlerden Konsey ile tam olarak iş birliği içinde olmaları ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesindeki çıtalarının yüksek olması beklenir. Konsey üye ülkelerdeki insan hakları uygulamalarını dönemsel olarak inceleyebilir. İnsan haklarını sistemli ya da kapsamlı biçimde ihlal eden üyeler hakkında Kurul’daki mevcut üyelerin üçte-iki oyuyla üyelikleri askıya alınabilir. Ortaya çıkan ihlaller Konsey tarafından ayrıca deşifre edilerek kınanır.

Konsey, çok ciddi olduğunu düşündüğü konular için uzmanlar grubundan (çalışma grubu) veya bireysel kişilerden (bağımsız bir raportör veya temsilci) bir inceleme talep edebilir. Bu uzmanların verdikleri bilgilere istinaden ilgili hükümetlere çağrı yaparak değişmesi gereken durumları bildirir.

Türkiye, kabul ettiği BM Anlaşması 55 ve 56. maddeleri, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve onayladığı diğer uluslararası anlaşmalar ve T.C. Anayasası 90. maddesi gereğince, insan hakları ihlalleri ile ilgili gerekli tedbirleri alma sorumluluğunu üstlendi ve BM İnsan Hakları Konseyi’nin yetkisini kabul etti.

Bu genel açıklamalardan sonra gelecek yazımızda BM İnsan Hakları Konseyine başvuruda bulunan Mestan Yayman kararını inceleyeceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin