’Biz doğarken mağduruz’

YORUM | NACİ KARADAĞ

Bitimsiz bir sektördür mağduriyet.

Siyasetin eline düşünce mazlum ve mağdur edebiyatı artık bir ‘tür’ oluşturacak kadar yekûn tuttuğunu görmek bu nedenle şaşırtıcı olmasa gerek.

Tarihsel bir mağdur söylemi ile şaşaalı bir gelecek inşa etmeyi hedefleyenlerin adaleti rafa kaldırdıkları an zalimleştiklerini görmek de öyle.

Mazlumun zalimliğe giden yolu adaletsizliğin taşlarıyla döşeliymiş meğer.

Aslında defalarca test edilmiş bir yöntemin güncelleşmesinden başka bir şey değil yaşananlar.

Kısa demokrasi tarihimize baktığımızda, benzer söylemin daima işlediğini de görmek mümkün.

Elbette haklılık/haksızlık bir yana, Demokrat Parti’nin teveccüh görmesindeki en büyük etkenin Tek Parti döneminde sebep olunan mağduriyetler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bir enkazın üzerine çöküp yeni bir ulus inşa etme iddiasında olanların toplumun tüm tarihsel kodlarını pervasızca alt/üst edişinin dip koçanında da aynı sebebi görürüz.

80 Darbesi sonrasında cuntacıların alenen toplum mühendisliğine soyunup siyasete yön vermesi Özal Dönemi’nin başlamasındaki en önemli etkenlerdendi. Vesayet, akan kanın üzerinden huzur ve barış vaad ederek kurmayı düşündüğü kendi sisteminin tökezlemesine sebep olmuştu.

Ancak kalıcı bir durum olmadığı da yine tarihi tecrübeler ile sabittir. Siyasetnâme’nin yazarı Nizamülmülk, muktedirin inkar ile ayakta kalabilse de, zulümle abad olamayacağını söyler. Evren’in cenazesi üzerine yazılıp çizilenlere bakarak bu hakikati bir kez daha anlamıştık.

Enteresan olan mevcut muktedirin bitmek tükenmek bilmeyen bir mağdur edebiyatını hep yürürlükte tutması ve bu yöntemin getirisine olan inancını sürdürmesi olsa gerek. İktidar için mağdur edebiyatı hala zafere götüren en önemli aygıtlardan biri olarak görülmekte.  Sopa atarken bile, canı yanıyormuşçasına vaveyla eden açıkgöz bitirim üslubunu toplum daha kaç seçim afiyetle tüketir bilinmez ama tarihin şaşmaz kaleminin bir zaman sonra olan biteni çok daha doğru şekilde yerli yerine koyacağı da muhakkak.

Muktedir olan çok iyi biliyor ki, alıcısı olduktan sonra bu edebiyat türü bir çeşit ‘Hacıyatmaz’ gibidir. Tarihi malzeme açısından oldukça bereketli olan bu coğrafyada yaşanan olay ne olursa olsun mutlaka mağduriyete giden bir yol, ezilmiş edebiyatına açılan bir kapı illa ki bulunur. Mısır’da yaşananları bile seçim için yerel malzeme yapabilen düşünce tam da buradan beslenir. Yaşanan her olumsuz gelişmede mutlaka yerli ve yabancı şer mihrakları bulunur. Hiçbir zaman açıklanmayacak belgeler, ‘bilmediğimiz şeyler var’ ambalajıyla bu dönemde piyasaya sürülür. Ve illa ki, yerli şer odaklarının yabancı uzantıları ve dış mihraklarla da süslenir bu edebiyat çeşidinde mağduriyet.

Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagoji’sinde mağduriyetin bir uzantısı olarak ‘sahte yardımseverlik’i anlatır. Talep edilen bir sistem değişikliğinden ziyade özne değişikliğidir. Ezilenin acısını çıkarmak için ezen safına geçince çarpık sistemden nemalanmanın tadına varır ve bu durumu sürekli kılmak ister. Seçim vaatlerini bir de bu pedagoji ile okumak faydalı olacaktır. Freire’nin çarpıcı tespitlerinden biri de ezenin cehaleti mutlaklaştırıp sürekli kılmaktaki eğilimidir. Ancak böyle bir durumda dünün ezileni, günün ezeni daimi bir mağduriyet algısını oluşturabilir.

Elbette gün gelecek, sular çekilecektir. Ve elbette dün olduğu gibi bugünün zalimleri de tarih sahnesinde yerini alırken oluşan illüzyon dağılacaktır. İşte o zaman Cenap Şahabettin’in şu sözünü hatırlamakta yarar vardır: “Zulmü affetmek, büyüklük; unutmak ise küçüklüktür.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin