YORUM | AHMET DÖNMEZ | @AhmetDönmez
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, AKP Sakarya Milletvekili Şaban Dişli ve darbe tutuklusu kardeşi eski Tümgeneral Mehmet Dişli dörtlüsü arasında nasıl bir ilişki var acaba? Erdoğan ile Şaban Dişli; Hulusi Akar ile de Mehmet Dişli sanki birbirlerinin mütemmim cüzleri gibiler.
İki dişli mekanizması bir büyük çarktan bir de küçük pinyondan oluşur. Malum, birbirinin içine gömülü olarak hareket eden bu dişliler sayesinde, çok büyük ve ağır işler yapılabilir. Bu dörtlü -ve muhtemelen onlara eklemli başka dişler- arasında bir dişli çark ilişkisi var mı, bilmiyorum; ama hadiseler arasındaki ‘kavrama durumu’ ve ‘kavrama eğrisi’ne baktığımızda sanki bir mekanizma varmış gibi görünüyor. Erdoğan-Şaban Dişli ikilisi 16 yıldır yakın çalışıyor. Her ne olursa olsun Erdoğan ondan vazgeçemiyor. Kardeşi Mehmet Dişli de 16 yıl boyunca Hulusi Akar’ı adeta gölgesi gibi takip etti. Eski Tümgeneral Dişli, ifadesinde Akar için “Komutanımla 16 yıldır değişik kademelerde çalıştım. Komutanı ailemin bir parçası olarak gördüğüm için öleceksek de birlikte ölelim düşüncesi ile onun yanında oldum.” diyor.
Hemen hemen aynı zaman diliminde kesişen yollar, 15 Temmuz 2016 gecesi bir çark-pinyon beraberliğine dönüşmüş olabilir mi? Şaban Dişli’nin, bütün darbe davalarını ve “FETÖ” tutuklamalarını çöpe atarcasına Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından başdanışmanlığa getirilmesine bir de bu açıdan bakılabilir.
15 TEMMUZ’UN SİYASİ AYAĞI
2011 yılında evinin parkesini yaptırdığı ustanın oğlunun Bursa’da yemek yediği restoranın sahibi cemaatçi çıktı diye tutuklu olan gazetecilerin durumu hatırlatılıyor haklı olarak. Ya da bir başka gazetecinin, 2011 yılında arabasını tamir ettirdiği oto tamircisinin 2009 yılında çalıştığı şirket nedeniyle tutuklu olması gündeme getiriliyor. Örneğin Kadri Gürsel, kendisine SMS atan kişinin Bylock kullanıcısı olduğu suçlaması ile cezaevinde.
Eşinden, kardeşinden, babasından, oğlundan dolayı tutuklu yüzlerce insan var.
Doğal olarak bu atama, ’15 Temmuz’un siyasi ayağı’ ile ilgili çeşitli yorumları da beraberinde getiriyor.
Peki Şaban Dişli, Erdoğan için neden bu kadar vazgeçilmez?
Erdoğan’ın kişisel zenginleşme ve diktatörleşme hikayesine baktığımızda bu ilişkiden parçalar görebilir miyiz?
Dişli ailesi, aslen Erdoğan gibi Rize kökenli. Uzun yıllar önce Sakarya’ya yerleşmişler.
İyi bir bankacı olan Şaban Dişli, yıllarca yurtdışında çalıştı. Özellikle Avrupa’nın vergi cenneti olarak bilinen Hollanda’da hatırı sayılır bir tecrübe kazandı. 2008 yılında Vatan gazetesine verdiği bir röportajda, “Garanti Bankası’nın Hollanda şubesini kurmak için bir iki yıllığına yurtdışına gittim. O dönem Harvard’da yaptığım 6 aylık masteri banka karşıladı, maliyeti onlar gönderdi. Halkbank’a geçmiştim o sırada. Bir seneliğine gittim, 10 sene sonra geldim. 25 yıl bankacıydım.” dedi. Biyografisinde, 1996-2002 yılları arasında Hollanda’da Demir-Halk Bank Rotterdam Genel Müdürlüğü görevini yürüttüğü yazıyor. Yurtdışı Bankalar Birliği kuruculuğu ve yönetim kurulu üyeliği de var CV’sinde.
2001 yılında Tayyip Erdoğan’ın daveti ile siyasete girdi ve AKP’nin kurucuları arasında yer aldı. İlk olarak AKP Dış İlişkiler Başkanı olarak genel merkez yöneticisi oldu. Sonra ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevine getirildi. Erdoğan’ın vazgeçilmez kurmayları arasına girmeyi başardı.
RÜŞVET İSTİFASINA RAĞMEN ERDOĞAN SAHİP ÇIKTI
Fakat 2008 yılı onun için tatlı rüyaların kabusa dönüştüğü bir yıl oldu. Dönemin CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, 11 Ağustos 2008 tarihinde bir ‘rüşvetin belgesini’ ortaya koydu. Bu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’ye, ‘Silivri’de bir arsanın imar durumunu değiştirme karşılığında 1 milyon dolar ödeneceğini’ teminat altına alan bir belgeydi. Altında Dişli ve imar değişikliği talep eden Akademi Ofset A.Ş adına Mehmet Karasu’nun imzası vardı. 31 Ağustos 2006 tarihli protokol aynen uygulanmış, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2 Nisan 2007, Silivri Belediyesi’nin de 11 Mayıs 2007 tarihli kararlarıyla Silivri’deki arsanın imar durumu değişmişti. Sonra da bir süpermarkete satılmıştı.
Belgeyi gazetecilere dağıtan Kılıçdaroğlu, Dişli’yi istifaya davet etti. Sakarya Milletvekili Dişli en başta “İlk defa duyuyorum” dese de daha sonra bu belgeyi kabul etmek zorunda kaldı. “Evet imzaladım, ama niye imzaladım” savunmasına geçti. Daha önce ortağı olduğu Akademi Ofset A.Ş.’nin bir bankadan kredi kullanabilmesi için bankaya teminat yatırdığını, bloke edilen bu teminatın riske uğramaması için de böyle bir protokol imzaladıklarını savundu. Fakat daha sonra Dişli’nin Akademi Ofset’te bir ortaklığının bulunmadığı ortaya çıkacaktı.
Dişli’nin talihsizlikleri bununla da sınırlı kalmadı. Kılıçdaroğlu bir belge daha ortaya çıkardı. O da Mehmet Karasu ile süpermarket zinciri arasında imzalanan bir belgeydi. Daha arsa satışı yapılmadan önce imzalanan belgede, arsanın imar durumunun değiştirileceğine yönelik taahhütler vardı.
DENİZ FENERİ VE DİŞLİ’NİN SERVETİ
Şaban Dişli, bu 1 milyon doları iş takibi karşılığı almadığını, yurtdışından getirdiği şahsi mevduatı olduğunu öne sürdü. Buna karşılık Almanya’daki Deniz Feneri soruşturmasının bir ayağını takip eden Hollanda, Şaban Dişli’yi kontra bir atakla kıskaca aldı. Hollanda Sosyal Demokrat Dernekler Federasyonu (DSDF), Adalet Bakanlığı’na başvurarak Şaban Dişli’nin servetinin de mercek altına alınmasını istedi. DSDF’den yapılan açıklamada, Deniz Feneri Derneği’nin, yıllar önce Rotterdam’da yüklü miktarda para ve altın topladığı belirtilerek “Yardımların amacı dışında bazı kişi ve gruplarca kullanıldığını kendi ifadelerinden öğrendik” deniliyordu. DSDF, Rotterdam Vergi Dairesi’ne de Şaban Dişli için başvuru yapmıştı. Dişli’nin 10 yıldan fazla Rotterdam’da çalıştığı hatırlatılırken “Dişli, hakkındaki rüşvet iddialarına karşılık bu parayı Hollanda’da kazandığını öne sürdü. Bu 1 milyon dolara ilişkin vergi dairesine bildirimde bulundu mu? Bu miktarda bir parayı Türkiye’ye nasıl transfer etti?” soruları yöneltiliyordu.
Uzun süre direnen Dişli, 1 Eylül 2008 akşamı yapılan AKP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının ardından görevinden istifa etti.
Daha sonra vereceği bir röportajda, “Tayyip Bey bana ilk aşamada ‘Deli saçması yani, ne istifası!’ dedi, istifamı istemedi.” diyecekti.
Erdoğan yine de kendisine sahip çıktı. 2009 yılında kendisini dış ekonomik ilişkiler danışmanı yaptı. 12 Haziran 2011 seçimlerinde de tekrar milletvekili seçtirdi. Şaban Dişli, Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasının ardından Başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nun da dış ekonomik ilişkiler danışmanlığını yaptı.
BİNALİ YILDIRIM’A DA YAKIN
Bir şekilde taltif edilmeye, el üstünde tutulmaya devam ediyordu. 1 Kasım 2015 seçimlerinde Sakarya’dan yeniden milletvekili oldu. İşin doğası gereği Binali Yıldırım tarafından da tutulan bir insandı. Yıldırım, Davutoğlu’ndan koltuğu devraldığı kongrede Dişli’yi MKYK’ya ve ardından MYK’ya aldı.
Aynı Binali Yıldırım’ın Şaban Dişli’den 9 yıl sonra Hollanda üzerinden köşeye sıkışması da asla tesadüf değil.
Geçtiğimiz Mayıs ayında The Black Sea ve Mediapart isimli bağımsız gazetecilik platformları tarafından Binali Yıldırım’ın offshore hesapları ve bugüne kadar bilinmeyen 140 milyon euro’luk serveti ortaya çıkarıldı. Yıldırım ve ailesinin Malta ve Hollanda’da kayıtlı en az 11 kargo gemisi, yine Hollanda’da 7 gayrimenkulü içeren 140 milyon euro’luk malvarlığı bulunuyordu. Yıldırım bu iddialara cevap bile veremedi. O günlerde Şaban Dişli’nin Hollanda tecrübesinden yararlanıp yararlanmadığı meçhul.
Aynı şekilde Mehmet Dişli’nin de 15 Temmuz’da ağabeyinin siyasi tecrübelerinden ne kadar istifade ettiğini bilemiyoruz. Ama 16 Temmuz sabahı 4 kez aradığı Fatih Danacı’nın, ağabeyi Şaban Dişli’nin damadı olması şaşırtıcı değil. O sırada ağabeyi AKP Genel Başkan Yardımcısı idi. Kendisi ise darbenin tepe yöneticilerinden biri olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. O ilk sıcak günlerde Akın Öztürk dahil birçok üst düzey komutanın işkence görmüş halleri havuz medyasına yansıdı. Onlar arasında Dişli yoktu. Tabii ki hiç kimsenin işkence görmesi gibi bir arzumuz yok. Ama o günlerde sosyal medyada buna Şaban Dişli’nin kardeşi olmasının çok ötesinde anlamlar yükleyenler de az değildi.
MEHMET DİŞLİ, ORDUNUN DÖNÜŞÜMÜ ÜZERİNDE ÇALIŞIYORDU
Mehmet Dişli, 18 Temmuz 2016 tarihinde savcıya verdiği ilk ifadede, “Ben ordunun değişim ve dönüşümü ile ilgili çalışma yapmaktayım. Bir general normalde bir görevde 2 yıl kalır, ben 4 yıldır görevdeyim. Proje Değişim Dönüşüm Dairesinde çalışmaktayım. Bugün de bu planı Cumhurbaşkanımıza arz edecektim. Evraklarım masamda duruyor. Bu görevde bu nedenle fazladan 2 yıl kaldım.” dedi. Yani 18 Temmuz pazartesi günü için Erdoğan’la randevusu olduğunu açıkladı. Eğer darbe olmasaydı Cumhurbaşkanı’na bu yeni stratejik dönüşümle ilgili brifing verecekti.
26 Aralık 2016 tarihli ikinci ifadesinde de “Darbe olmasaydı Cumhurbaşkanına 18 Temmuz 2016 günü sunacağım TSK’nın yeniden yapılandırılması amacıyla hazırlamış olduğum çalışmayı komutana arz etmek istiyordum.” şeklinde konuştu. Üstelik, “Randevuyu bana ağabeyim Şaban Dişli aldı” bilgisini veriyordu.
‘DİŞLİ’NİN DAİRESİ, DARBENİN LABORATUVARI MIYDI?’
Bu dairenin tamamen Mehmet Dişli için kurulduğu artık sır değil. Savcılık kaynaklı haberlere bile konu oldu. 2015 YAŞ’ında tümgeneralliğe terfisinin ardından Proje Yönetim Daire Başkanlığı’nı bırakacaktı. Bu süreçte dairenin ismi değiştirilerek ve ‘statüsü yükseltilerek’ başına yeniden Dişli getirildi.
Bu kararı bizzat yeni Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar vermişti. Tayyip Erdoğan’ın da Mehmet Dişli’yi tanıdığı ve onun için yeni bir daire ihsas edilmesine onay verdiği biliniyor.
Ancak bu daire için 15 Temmuz’dan sonra ‘darbenin seminer merkezi’ yakıştırması yapıldı. Savcılık, böyle bir tanımlama yapıyordu. Dişli ve ekibinin, ‘dönüşüm’ adı altında darbenin stratejisine çalıştığını öne sürüyordu. Hürriyet’ten Sedat Ergin ise ‘darbenin laboratuvarı’ nitelemesinde bulunacaktı.
Dişli gerçekten de 4 yıldır böyle bir darbenin hazırlığını mı yürütüyordu? Öyleyse, Erdoğan’ın cemaatin tasfiyesi için fiili olarak düğmeye bastığı 2012 yılında bu dairenin başına getirilmiş olmasının bir anlamı olmalı. Ve hep orada tutulmasının da… Bizzat Hulusi Akar tarafından hep korunup kollanmasının, ona özel bir daire kurulmasının da tabii ki…
ARKALARINDA 16 YILLIK BİR MAZİ VARDI
Akar ile Mehmet Dişli’nin kariyerlerindeki son derece dikkat çekici ilişki, böylesine bir ayrıcalığı anlaşılır kılacak kesişmelerle dolu. 16 yıl boyunca hep aynı yerlerde ast-üst olarak görev yaptılar. Akar adeta Dişli’yi yanında taşıdı desek abartı olmaz. Detaylarını merak edenler Yıldıray Oğur ve Sedat Ergin’in ilgili yazılarını okuyabilir.
15 Temmuz akşamı saat 21.00’de Mehmet Dişli, Akar’ın makam odasına girdiğinde arkalarında böyle bir mazi vardı. Haliyle, “Ben komutanla 16 yıldır değişik kademelerde çalıştım. Komutanı ailemin bir parçası olarak görüyorum.” demesi anlamsız değildi.
Meseleyi kördüğüm haline getirense o gece ve ertesi gün yaşananlara dair ikilinin birbirine 180 derece ters ifadeler vermesi idi. Genelkurmay Başkanı, Akıncı’ya Dişli ile beraber gidip beraber dönmesine rağmen ‘yol arkadaşı’nı tutuklatmıştı. Fakat sürpriz olmayan bir şekilde, zamanla bir orta noktayı bulma eğilimine girdiler. Tabii ki Akar, Dişli’nin çizgisine yaklaşan taraftı. Mehmet Dişli, çatı davasının 29 Mayıs tarihli duruşmasında, “Yaşadığı travmatik ortam nedeniyle beni yanlış anlamış olabilir. Geçen sürede mantıklı düşünecektir” ifadelerini kullandı. Ertesi gün TBMM’ye ulaşan Hulusi Akar imzalı yazılı cevaplarda ise Genelkurmay Başkanı’nın özenle Dişli’yi korumaya aldığı görülecekti. İlk ifadesinde tamamen Dişli’yi suçlayan Akar, 10 ay sonra o geceyi anlatırken Dişli’nin adını hiç zikretmedi. Sadece, elindeki plastik kelepçenin Dişli’nin onayıyla çıkarıldığını kayıtlara geçirdi.
Bütün bunlara rağmen Dişli’nin neden tutuklu; Akar’ın da neden kahraman olduğunu anlamak şimdilik zor. Belki ileride anlaşılacaktır.
BİNALİ YILDIRIM, MEHMET ŞİMŞEK, ŞABAN DİŞLİ, 15 TEMMUZ…
Şaban Dişli, kardeşinin darbenin liderleri arasında zikredilmesine rağmen AKP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etmedi. Erdoğan yine “Deli saçması, yani ne istifası!” demiş olabilir. Mayıs ayındaki olağanüstü kongrede ise MKYK’ya alınmadı. Kardeşinden dolayı böyle bir tasarrufta bulunulduğu yorumları yapıldı. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha kendisine sahip çıkarak ekonomi başdanışmanlığına getirdi.
Erdoğan’ın bütün yol arkadaşlarına karşı vefalı davrandığı söylenemez. Kiminle nereye kadar yürüyüp ne zaman yolları ayıracağına karar verme noktasındaki ustalığı malum. Mesela “Cumhurbaşkanı ile 3. yıl özel yayını”nda Binali Yıldırım için, “Belediye başkanlığı öncesinden beri beraber aynı yolda yürüyoruz. Allah beraberliğimizi daim etsin” diye dua etmişti.
Binali Yıldırım’ın Erdoğan için önemini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Sebebini de…
Uzun yıllar Merryll Lhinch’te üst düzey yöneticilik yapan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Erdoğan kontekstine uymayan bütün tavır ve söylemlerine rağmen kabinede tutulmasının nedenini de Ankara’nın iyi gazetecileri biliyor. Wikileaks belgelerine kadar düşen ve Alman istihbaratının ele geçirdiği belgelerle de sabit olan Erdoğan’ın yurtdışındaki çetrefilli para hesapları, iyi derecede finans ve bankacılık bilgisi gerektiriyor.
Bir dönem Erdoğan’ın İsviçre’deki hesaplarını yönettiği iddia edilen Hasan Yeşildağ, yeni medya patronu örneğin. Ethem Sancak’tan alınan Star, Akşam, Güneş gazeteleri artık onun.
Şaban Dişli de yurtdışı bankacılık tecrübesi ile iyi bir kariyere sahip. Adı 17 Aralık sonrası Süleyman Aslan’ın yerine Halkbankası için de geçmişti. Şüphesiz böyle bir tasarruf da kimseyi şaşırtmazdı. Fakat olmadı.
Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığına getirilmesi ise kuşkusuz Bülent Arınç ve Kadir Topbaş gibi damatları üzerinden baskı altına alınan partilileri çok rahatlatmıştır.
Yolsuzluk, rüşvet, off-shore hesaplar, İsviçre bankaları, yol arkadaşlığı, 15 Temmuz, darbe…
Biraz karmaşık anlatmış olabilirim.
Ama çarkın ‘dişli’leri belli bir nizam ve intizam içerisinde dönüyor merak etmeyin.