Bir intifada bastırıcısı olarak Abdullah Gül

YORUM | BÜLENT KORUCU

Abdullah Gül’ün portresini yazmak hem kolay hem de alabildiğine zor. Son 30 yılını kamuoyunun önünde yaşadığı için kanaat oluşturacak yeterlilikte fotoğraf var. Parçalar birleştiğinde üç aşağı beş yukarı fikir verecek bir portre ortaya çıkıyor. Ancak kritik dönemeçlerde aldığı ya da almadığı tavırlar ve bunları ortaya çıkaran saikler bilinmediğinden karanlık noktalar hep olacak. Mesela eşi Hayrünnisa Gül’ün Köşk’ten ayrıldıkları günlerde başlattığı ve basınla paylaştığı ‘intifada’yı nasıl bastırdığı bilinmiyor. “Ben her şeyi biliyorum. Şimdi ben de susuyorum, ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım” şeklinde iddialı bir çıkış yapan Hayrünnisa Hanım’ın baskın bir karekter olduğu ve kolay kolay geri adım atmayacağı herkesin malumu; buna rağmen o ilk patlamanın arkasının gelmemesi manidar. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki göreve başlama törenine katılmayanlar arasında Hayrunnisa Gül dikkat çekti. Bu onun ilk ve son intifada eylemi oldu, kendisinden o günden beri haber alınamıyor.

“Bizi kaç yıldır tanıyorsunuz; çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Hayır. Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın. Neler yazılıyor, söyleniyor, insan inanamıyor..” Bu cümleler Bayan Gül’e ait ve ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor. Abdullah Gül’ün değiştiği konusunda görüş birliği var diyebiliriz. Anlaşmazlık şurada düğümleniyor: Bir grup ‘evet değişti’ derken daha karamsar diğer grup “Hayır değişmedi, sadece ‘demokrat ve evrensel değerlere bağlı’ maskesini daha fazla taşıyamadı” görüşünü seslendiriyor. Değişti diyenlerin arasındaki tartışma ise hangi saikle değiştiğine odaklanıyor. Erdoğan’ın kötülük potansiyelini hatırlatanlar korkuyu öne çıkarıyor ancak ekonomik gerekçeleri sıralayanlar da yok değil. Liderlik konumundaki biri için hangisi daha kötü karar veremedim. Eşi bu durumu kibarlığına verip “İnsan kendisine zor hâkim oluyor. Bizi hiçbir şey görmüyor, bilmiyor, farkında değiliz mi sanıyorlar? Her şeyin farkındayız. Abdullah Bey kibarlığından bir şey söylemiyor.” demişti.

BATILI MI DOĞULU MU?

Abdullah Gül’deki dönüşümü okumak için siyasi hayatına hızlıca göz atıp köşe taşlarını belirlemekte yarar var. Meclis’e ilk girişi 1991 yılındaki RP-MÇP ve IDP seçim koalisyonu sayesinde oldu. Düz saçlarını yana tarayan, hafif kilolu ve hep tebessüm eden bir akademisyen olarak Refah Grubunda öne çıktı. 1996 yılında kurulan Refah-Yol (RP-DYP) Koalisyon Hükümetinde devlet bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak yer aldı. Hem Batı’da (iki yıl İngiltere’de) hem Doğu’da (8  yıl Suudi Arabistan’da) çalıştığı için iki kıtayı birleştiren ülkeyle özdeşleştiriliyordu. Bu yönüyle biraz rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal’a benziyordu. Ama Özal ‘Doğuyu bilen Batılı’ iken Gül, ‘Batıyı bilen Doğulu’. Buna rağmen içinde bulunduğu siyasi harekette ne zaman tepki çekecek bir fiili olsa anında ‘Kraliçe’nin adamı’ yaftasını boynuna geçirdiler. O da bu baskıyı her zaman hissetti ve Truva Atı olmadığını ispatlama çabası içinde oldu. Zaten daha ağırlıklı olan doğulu yönü bu psikolojik ortamda tamamen baskın karakter haline geldi.

Ben de bir doğuluyum ve Oryantalist bir yaklaşım içinde hiç olmadım. Ama kötü yönlerimizin bulunduğu muhakkak ve Gül, ortamın da katkılarıyla tipik bir Ortadoğuluya dönüştü. 2000 yılında Fazilet Partisi genel başkanlığını kaçırdığı kongrede, yasaklı lider Erbakan’ı ve rakibi Recai Kutanı’ı hedef alan ‘yaş 70 iş bitmiş’ açıklamasını bunun ilk adımları olarak okuyorum.

FEYZİOĞLU-ERDOĞAN TARTIŞMASINDAKİ ÖNEMLİ KARE…

Abdullah Gül’a anlatan tek bir kare söyle deseler tereddütsüz Erdoğan’la Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun tartıştığı toplantıyı söylerim. Hani şu Feyzioğlu’nu dinlerken bıyıkaltından gülen ve sonrasında sanki cumhurbaşkanı kendisi değil de Erdoğanmış gibi onun arkasından koşturup gittiği görüntü. Eleştirilere hak veren fakat bunu bir başkasının dile getirmesini bekleyen, karşı atağı görünce de haklının değil güçlünün peşinden giden adam. Benim kafamdaki Gül fotoğrafı bu. Maalesef söz konusu kareyi tamamlayan başka parçalar da var.

Gezi protestoları zamanında cumhurbaşkanı olan Gül sağduyulu bir açıklama yaptı ve “Herkesin ülkesinde en geniş şekilde kendisini özgür hissetmesi gerekir. Bu çerçeve içerisinde demokrasilerle tabi ki seçimlerle halkın iradesi ile her şey ortaya çıkar. Ama demokrasi demek sadece seçim demek de değildir. Verilen bütün düşünceler okunmuştur, görülmüştür, not edilmiştir ve mesajlar da alınmıştır. Zamanı geldiğinde gereği yapılacaktır.” Dedi. Erdoğan ise önce ‘Kim ne mesaj aldı bilmiyorum. Biz kararımızı verdik, ne yaparsanız yapın o kışlayı yapacağız. Yüzde 50’yi zor tutuyorum. Tencere tava hep aynı hava…’ türü provokatif sözlerle yaklaştı. Sonra geri adım atmak zorunda kaldı. Gül’le aralarında toplumsal olaylara yaklaşım konusunda hep fikir ayrılıkları oldu ve geri adım atan her defasında Gül’dü. Ankara’da benzer olay yaşandığında Gül’ü çift başlılık çıkarmakla suçladı. Gül yine alttan alan taraf oldu.

DEMOKRASİYE HSYK GOLÜ…

Türkiye’nin antidemokratik bir tek adam devletine dönüşmesinde en önemli adım Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kanununun değişmesiydi. Cumhurbaşkanı Gül, konunun muhalefetle uzlaşma ile ve anayasa değişikliği yoluyla halledilmesini istedi. Bunun için çağrılar ve muhalefetle toplantılar yaptı. AK Parti’nin Adalet Komisyonu’ndan geçen mevcut tasarıyı ‘yok kabul ederek Genel Kurula indirmeyip’ muhalefet partileriyle bir anayasa değişikliği konusunda uzlaşmasını önerdi. ‘Veto edecek misiniz?’ sorularını “Önce bir yasa çıksın, o zaman ne yapacağımı göreceksiniz.”  Diye cevapladı, kamuoyunda olumlu bir beklenti oluşturdu. Sonra Erdoğan geri adım atmayınca Gül’ün uzlaşma ve anayasa değişikliği önerileri boşlukta kaldı. Gül, her zamanki gibi paşa paşa onayladı ve ‘Tartışmalı maddeleri Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesini uygun buldum.’ dedi. AYM söz konusu tartışmalı maddelerin önemli kısmını iptal etti ancak Erdoğan istediği değişiklikleri yapıp HSYK’ya ilk darbeyi indirdiği için iptalin anlamı kalmadı. Gül, söylenen ama yetkisini kullanmayan biri olarak kütüğe bir çivi daha çakmış oldu.

Gül, kendisine güvenip yola çıkan insanları da sahipsiz bıraktı. Haşim Kılıç’ın teklifiyle biraz da hülle yaparak AYM’ye atadığı Alpaslan Altan ve yurt dışındaki kariyerini bırakıp gelen TÜBİTAK Başkanı Yüksel Altunbaşak içi boş gerekçelerle tutuklandı. Gül’ün ricasını emir telakki edip Kayseri’ye Melikşah Üniversitesini kazandıran, yaptıkları hayırlar bir yana oluşturdukları istihdam ve katma değerle ülkeye büyük faydalar sağlayan Boydak ailesinin malvarlığına el konuldu. Kadınlar dahil tutuklandı. Gül bunların hiç birisine en azından hukuk içinde muamele edilmesini bile talep etmedi.

Gerçi kurucusu olduğu partiye dönüşü engellenen, cumhurbaşkanlığı adayı olmasın diye özel kanun çıkarılan, belli periyotlarla troller tarafından tahkir edilen ve bütün bunları görmezden gelen biri Gül. Kendi hakkını savunamayanın başkasına ne faydası olacak! Gül’ün iki yerde dik duruşu söz konusu ve ben ikisinin de Hayrunnisa Hanım’ın direnci olduğunu düşünüyorum. Birincisi; 367 dayatmasından sonra gidilen 22 Temmuz seçimlerinde cumhurbaşkanı seçebilecek bir Meclis oluşmasına rağmen Erdoğan, Gül’ün adaylığını geri çektirmeye çalıştı. danışmanları kamuoyunu bu yönde oluşturmak üzere çaba sarfetti. Gül ise ‘halkın verdiği oylarla eşi başörtülü cumhurbaşkanını onayladığını’ belirterek direndi. Gerçekten de kıyamet Bayan Gül’ün başörtüsü üzerinden koparılmıştı. Asıl mağdur olan Hayrunnisa Hanımın geri adıma direndiğine inanıyorum. İkincisi ise Genelkurmay İkinci Başkanı Aslan Güner’in emekliye sevkedilmesi. Ankara Garnizon Komutanıyken Gül’ü karşılayan protokolda yer alan Güner, Hayrunnisa Hanım’ın da beraber geldiğini görünce tokalaşmamak için halının öbür tarafına zıplamıştı. Güner’in emekliye sevkinde aslan payının Bayan Gül’e ait olduğu o günlerde konuşulmuştu.

Gül siyasi hayatı boyunca, evrensel demokratik değerlerin doğru olduğunu ‘bilen’ ama bu bilgiyi tamamen içselleştirmemiş bir portre çizdi. Ve gittikçe alternatifi gibi göründüğü Erdoğan’a benzedi. Modifiye edilmiş ve Mercedes’e benzetilmiş bir Tofaş olduğu küçük testlerde anlaşıldı ve ona umut bağlayanlar hayal kırıklığına uğradı. Her seçimde ortaya çıkan yeni parti, yeniden aday gibi rüzgarların sahte ve aldatmaya matuf kurgulandığını düşünüyorum. Bahçeye inen helikopterler filan hep bu kurgunun bir parçası. Gül’ü, büyülü kavalıyla peşine takılanları uçuruma götüren kavalcı olarak görüyorum. En iyi yaptığı iş intifada bastırmak; Hayrunnisa Hanım’ı bile etkisizleştirdiğine göre kimsenin şansı yok. 17-25 Aralık soruşturmaları sırasında Başbakanlıkla Köşk arasında kimsenin bilmediği bir geçitte Erdoğan’la buluştuklarını ve mücadele kararı aldıklarını Fehmi Koru anlatmıştı. Acaba hâlâ buluştukları böyle bir gizli bölme var mı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Ayinesi istir kisinin lafa bakilmaz, kisinin gorunur rutbeyi akli isinde, dervisin fikri neyse zikride o dur. Hepsini gorduk koyun cop sepetine, degilmiki bir oyunla hamile kadinin colugun cocugun hapse atilmasina riza gosterdi, Daha neyine bakacagiz , hepsini allaha havale ediyoruz.

  2. Yani kısaca hipokrat, türkçesi ikiyüzlü. Arapçasını ben söylemeyeyim siz anladınız.
    Aynen ikiyüzlü diğer kankaları Belünt Arınç, Hüseyin çellik, Davutoylu gibi…
    Tabi iftiracı necmettin erkakanı da unutmayalım, akıl hocaları olarak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin