Bir garip itirafçı

HABER-YORUM | AHMET DÖNMEZ

2017 biterken biri bir hamle yaptı!

“15 Temmuz kahramanı” Yüzbaşı Burak Akın’ın polise giderek itirafçı olması, yılın en büyük sürprizlerinden biri olmaya aday. O akşam darbecilere direnirken vurulan ve sonrasında madalya alan Akın’ın bu kararı nereden baksanız tuhaf. Ve sorgulanmaya değer. Şener Şen’in “Namusluymuş namussuz” filmini tersten mi yaşıyoruz yoksa yepyeni bir kumpasla mı karşı karşıyayız?

Anadolu Ajansı (AA) daha önce Genelkurmay’daki görüntüler ortaya çıktığında, “Kahraman Yüzbaşı Burak Akın’ın vurulma anı… FETÖ’nün darbe girişimini engellemeye çalışırken FETÖ’cü darbeciler tarafından bacaklarından vurulan Yüzbaşı Burak Akın’ın vurulma anı güvenlik kameralarına yansıdı” şeklinde haber yapmıştı. Yandaşlar için gelinen nokta, “FETÖ’nün darbe girişimini engellemeye çalışırken FETÖ’cü darbeciler tarafından vurulan FETÖ’cü”den ibaret.

Kahramanlıktan hainliğe geçiş yapmaya karar veren Akın’ın teslim olması, dün Yeni Şafak’ta ‘özel haber’ logosuyla manşetten verildi. “FETÖ’cüyüm dedi teslim oldu” başlığıyla verilen haberde, “Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler’in koruma müdürü Yüzbaşı Burak Akın, ‘Ben FETÖ üyesiyim’ diyerek teslim oldu. Bu şok itiraf polisleri de şaşkına çevirdi. Yüzbaşı Akın, 15 Temmuz gecesi darbeci askerlere direndiği gerekçesiyle kahraman ilan edilmiş ve madalya ile ödüllendirilmişti.” denildi. Devamında, “Akın, örgütün kendisine baskı yaptığını anlatarak, ‘Yeter artık, dayanamıyorum’ dedi. Koruma müdürünün hangi baskılara maruz kaldığı ve ne tür taleplerle karşı karşıya kaldığı araştırılıyor.” ifadeleri kullanıldı.

AA da dün, “27 Aralık’ta Ankara Emniyet Müdürlüğüne giderek FETÖ üyesi olduğunu itiraf eden Akın’ın sorgusu sürüyor. Akın’ın, ifadesinde, kendisinden sorumlu olan örgüt imamlarının isimlerini verdiği öğrenildi. İlk incelemelerde ise Akın’ın örgütün şifreli haberleşme programı ByLock kullanıcısı olmadığının belirlendiği tespit edildi.” haberini servis etti.

Arkadan ne geleceğini, Burak Yüzbaşı’nın neler anlatacağını henüz bilmiyoruz. O yüzden belki yorum yapmak için erken. Ama yine de bu flaş gelişmeyi eldeki mevcut verilerle soğukkanlı bir şekilde analiz etmeye çalışalım.

1- Normal şartlarda bu gelişmenin, bütün resmi 15 Temmuz tezlerini çökertmesi gerekir. Neden? Çünkü Erdoğan rejiminin daha ilk dakikadan ilan ettiği görüşe göre darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati vardı. Eğer öyleyse:

a) O sırada Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın koruma müdürü olan Burak Akın, bir cuntada yer alması gereken en kritik adamlardan biri değil mi? Hele hele bu darbe girişimi emir-komuta zinciri içerisinde olmayacaksa ve başarısı tamamıyla komuta kademesinin derdest edilip ikna edilmesine bağlıysa Akın’ın mutlaka plana dahil edilmesi gerekmez mi?

Eğer 15 Temmuz’un arkasında Cemaat varsa, neden böylesine kıymetli bir subayı darbe girişiminin dışında tuttu? Demek ki bu, Cemaatin bir organizasyonu değil miydi? Bu durumda darbe girişiminde rol alan ve kendini ‘Cemaat mensubu’ olarak niteleyen askerler neye ve kime göre bu organizasyona dahil oldu? ’Tuzak’ ve ‘kumpas’ görüşleri ağırlık kazanmış oluyor.

Şu ana kadar ortaya çıkan çok sayıda benzer hadise nedeniyle zaten bu resmi tez büyük oranda çökmüştü. 19 Temmuz 2017 tarihinde yazdığım “Cemaat, Cemaat’e darbe yapmış” başlıklı yazımda da bu hadiseleri irdelemiştim. O yazıdan sonra yeni başka gelişmeler de oldu. Bunları genel olarak özetleyecek olursak,

15 Temmuz gecesi Muğla’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı koruyan ve darbeci askerlerle çatışan polislerin daha sonra FETÖ’den tutuklandığı ortaya çıktı.

Erdoğan’ı otelden Dalaman Havalimanı’na götüren helikopterin teknisyeni Tayyib Sina Doğan, FETÖ’den tutuklandı. ByLock kullandığı iddia edilen Doğan, 20 gün sonra serbest bırakıldı.

Erdoğan’ı o gece Dalaman’dan İstanbul’a getiren uçağın pilotu Barış Yurtseven, yine FETÖ iddiasıyla görevden uzaklaştırıldı.

Yani zincirleme olarak Marmaris’teki otelden İstanbul’a kadar Erdoğan’ın yanında, yöresinde hep Cemaatten olduğu iddia edilen önemli insanlar vardı ama hepsi de Cumhurbaşkanı’nı kurtarabilmek için seferber olmuştu.

Bunlarla sınırlı değil. Mesela darbenin merkez üssü Akıncı’yı bombalayan 5 pilotun 5’i de FETÖ’den tutuklanmıştı.

Şimdi bunlara bir de Yüzbaşı Burak Akın ekleniyor.

b) Yüzbaşı Akın’ın Bylock taraması yapıldığı ve bu uygulamayı kullanmadığının tespit edildiği belirtiliyor. Oysa Bylock’un Cemaatin haberleşme programı olduğu ve darbe gecesi de bu uygulama üzerinden haberleşildiği öne sürülüyor. Bu iddia yüzenden on binlerce insan tutuklu. Yüzde 99’u da öğretmen, esnaf, ev hanımı gibi siviller.

Eğer haberler doğru ise ve iddia ettiği gibi Akın Cemaat üyesi ise kendisine neden Bylock yüklenmedi? Yoksa Bylock Cemaat için o kadar da önemli bir haberleşme aracı değil miydi?

2- Peki resmi tezleri kökünden sarsabilme potansiyeli olan bu gelişme, neden Yeni Şafak’a servis edildi? Yeni Şafak bu haberi neden manşet yaptı? Akın’ın sorgusu halen sürüyorsa ve ne söyleyeceği halen belli değilse, bir yandaş gazete neden kendi ayağına sıkacak bir gelişmeye bu kadar coşkuyla sarılır?

***

Bir ve ikinci. maddeler, madalyonun iki farklı yüzünü temsil ediyor…

Peki Burak Akın, 15 Temmuz sonrası savcılığa verdiği ifadede neler söylemişti? 13 Aralık 2016 tarihli tanık ifadesine bakalım: “Ben Özel Kuvvetler Komutanlığı 11. Özel Kuvvet Taburunda tim komutanı olarak yüzbaşı rütbesinde görev yapmaktayken 2015 yılı Ağustos ayında yapılan görevlendirme ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın koruma tim komutanı olarak görevlendirildim.

(…) Hatırladığım kadarıyla saat 21:40 sıralarında Genelkurmay Başkanlığı Güney nizamiyesine girmek üzere İnönü Bulvarı (Kızılay istikametinde) Hava Kuvvetleri Komutanlığı hizasına geldiğimizde keşif unsuru personeli olarak görevlendirilen Uzman Çavuş Vedat Topkaya, tarafıma telsizden çağrı yaparak ‘Komutanım burada garip bir durum var, nizamiyede birilerini yere yatırmışlar, buraya gelmeyin’ diye ikaz etmesi üzerine ben, araç telsizinden emniyetli olduğunu düşündüğüm ve koruma esaslarına göre en yakın askeri birlik olan Kara Harp Okuluna gitmek için o an gideceğimiz konumu kast ederek ‘Sağa dön, istikamet Kara Harp okulu’ şeklinde telsizden koruma ekibine talimat verdim. Bunun üzerine Dikmen Caddesinden Kara Harp Okulu Caddesine döndüğümüzde makam aracı sağa doğru yanaşarak durdu. Ben bulunduğum koruma aracından inerek direk makam aracının ön tarafında bulunan emir subayının kapısını açtım ve Vedat Topkaya Uzman ile aramızda geçen ve tüm koruma ekibinin de şahit olduğu konuşmayı ve bu yüzden konvoyu buraya getirdiğimi arz ettim. Emir subayı Yunus Can Binbaşı da Sayın Kara Kuvvetleri Komutanımıza aracın içerisinde durumu arz etti. Müteakibinde Milli Savunma Bakanlığı nizamiyesinden girme emri, emir subayı tarafından tarafımıza verildi.”

Burada önemli bir detay var. Koruma Müdürü olarak Kara Kuvvetleri Komutanı’nın makam aracını arkadan takip eden Yüzbaşı Akın, Çolak’ı Genelkurmay Karargahı yerine Kara Harp Okulu’na götürmeye karar veriyor. Fakat yolda aracı durduran Salih Zeki Çolak, konvoyu tekrar Genelkurmay’a çeviriyor.

Salih Zeki Çolak, karargaha girer girmez derdest ediliyor. Buradaki çatışma esnasında korumalarından Başçavuş Bülent Aydın şehit oluyor. Burak Akın da yaralanıyor. Acaba Çolak, Kara Harp Okulu’na gitse derdest etmekten kurtulabilir miydi? Çok yüksek ihtimalle evet. Çünkü komutanların alıp götürmekle görevli özel kuvvetler ekibi, sadece karargah binası içerisinde bulunuyordu.

Yani şu durumda, Cemaatçi olduğu belirtilen Akın, “Cemaatin yaptığı darbede”, Salih Zeki Çolak’ı karargah yerine Kara Harp Okulu’na götürmek istiyor. Darbeye iştirak etmediği belirtilen kahramanlardan Çolak ise onu dinlemeyip karargaha geçiyor.

***

Akın’la ilgili bir diğer önemli detay da o gece ÖKK Komutanı Zekai Aksakallı ile aralarında geçen diyalog. Aksakallı, aynı zamanda bir özel kuvvetler subayı olan Akın’ı arayıp geçmiş olsun dileğinde bulunuyor. Bunu ifadesinde anlatmıştı. Yüzbaşı Akın da savcılık ifadesinde bu anları şöyle aktarıyor: “Revirde yanıma yine koruma timimde görevli Teoman Yıldırır geldi. Kendisine ‘Ne oluyor?’ diye sorduğumda ‘Ben de bilmiyorum’ şeklinde cevap aldım. Bir süre sonra telefonu ile konuşurken telefonu bana uzatarak ‘Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı sizinle görüşmek istiyor’ diye söyledi. Bana telefonda ‘Oğlum orada ne oluyor?’ diye sorduğunda ben de ‘Özel Kuvvetlerden bir ekibin burada olduğunu, Sayın Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın derdest edildiğini, buna engel olmaya çalışırken Yarbay Halit Kazancı tarafından vurulduğumu’ kendisine ilettim. Kendisi de bana ‘Bu işin bir ihanet şebekesi tarafından yapıldığını’ belirterek ve ‘Sana güveniyoruz’ şeklinde sözler söyleyerek telefon görüşmesini sonlandırdık.”

Zekai Aksakallı o gece adeta ‘Cemaatçi’ avına çıkmış ve önüne gelene ‘Öldürün’ talimatı veren bir komutan. 15 Temmuz’dan aylar önce de Özel Kuvvetler’de Hizmet Hareketi’nden olduğunu düşündüğü bütün isimleri Karargah’a bildirdiğini ve tasfiye edilmelerini istediğini belirtmişti.

Şu durumda Zekai Aksakallı, Özel Kuvvetler’den Yüzbaşı Akın’ı gözden kaçırmış mı oluyor? Hatta ona ‘Sana güveniyoruz’ bile diyor.

Sanıyorum şu an sizin de aklınıza gelen o soru, herkesin sormasının istendiği o soru oluyor: O halde şu anda TSK’da kim bilir başka kaç tane kripto Cemaatçi subay var? ‘Kahraman’ bildiklerimizin içerisinde acaba başka kimler aslında Cemaat üyesi?

Bir kere bu olay nasıl bir konjonktüre denk geldi, ona bakalım. Yani ‘zamanlama manidar’ mı?

1- Avrasyacılarla Erdoğan arasında suların kaynamaya başladığı bir dönem. Şırnak’ta devletçi bir aileden gelen Hüseyin Demircan, bütün korumaları atlatarak Erdoğan’a sarılınca “Bu bir mesajdı” yorumları yapıldı. 2 gün sonra Erdoğan, sokaklarda terör estirecek sivilleri koruma altına alan KHK’yı çıkardı. Perinçek, alışılanın dışında buna sert tepki gösterdi.

2- Rusya, Erdoğan’dan yeni bir ‘Aldatıldım’ açıklaması gelmesine yol açacak hamleler içerisinde. Özellikle Suriye’de… Esad’a “Terörist” diyen AKP lideri Erdoğan ise hayli öfkeli.

3- Yeni bir darbe girişimi veya Erdoğan’a yönelik suikast girişimi olacağı iddialarının ayyuka çıktığı bir dönem. Ve böyle bir süreçte karşımıza, Zekai Aksakallı’nın bile güvenini kazanacak kadar kendini gizlemeyi başarmış, kripto bir “FETÖ’cü” çıkıyor. Kendisine “aşırı baskı” yapıldığını söylüyor. Ve bu kadar baskı gelmese kendini hiç deşifre etmeyecek olan bir subay profili bu. Yani aslında baskılar karşısında daha dayanıklı olan, ‘talepleri’ yerine getirme konusunda istekli, başka çok sayıda kripto Cemaatçi olabilir TSK’da… Bu algı oluşturuluyor. Geriye, ‘abilerin’ yaptığı bu baskının ‘Cumhurbaşkanı’na suikast emri’ olduğunun açıklanması kalıyor.

4- Şu anda iç kamuoyunda en büyük tartışma konusu ByLock. 11 bin tahliyenin önünü açan başsavcılık kararı uygulanmaya başladı. Tam bu esnada ByLock kullanmadığı halde ‘Cemaatçi’ olduğu ortaya çıkan bir 15 Temmuz kahramanı, polise teslim olmuş oldu.

***

Gündemle ilgili bu vurguları yapmanın riski de var tabi ki. Hiç arzu etmediğim halde bir şaibe oluşturmuş oluyorum. Peşin peşin Burak Akın’la ilgili bir yargı oluşturmak istemem. Ancak yine de gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışan bir gazeteci olarak bazı sorular sormak durumundayım:

1- Burak Akın gerçekten de yandaş medyanın yazdığı gibi kendisi mi gidip teslim oldu?

2- Gerçekten de Cemaat mensubu olduğunu söyledi mi?

3- Eğer öyleyse neden 17 ay bekledi?

4- Tehlike geçmişken ve kendini kahraman olarak kabul ettirmişken neden ‘hain’ olmayı göze aldı?

5-  İfadesinde bazı ‘mahrem imamların’ kendisine baskı yaptığını söylemişse;

a) Birçok mahrem imam ya yakalandı ya yurtdışına çıktı. Böyle bir subayı canından bezdirecek kadar baskı yapabilen mahrem imam mı kaldı Türkiye’de?

b) Kaldıysa bile bu neyin baskısı? Bütün gücünü kaybetmiş, kadrolarının tamamını yitirmiş bir yapı için Burak Akın gibi bir subay altın değerinde iken neden onu bu denli zorlayarak kaybetmeyi göze alıyor.

c) 15 Temmuz’da çok daha hayati bir rol oynayabilecek adamına darbeye katılması için baskı yapmayan Cemaat, şimdi neyin baskısını kuruyor?

d) Abileri o zaman da darbeye katılması için baskı uyguladı da Akın mı direndi ve reddetti? O halde, şu ana göre kıyaslanamayacak kadar güçlü olan Cemaat o zaman söz geçiremediği yüzbaşıya şimdi bu bitik haliyle nasıl söz geçiriyor?

e) Bütün mahrem adamlarına ByLock yüklettiği iddia edilen Cemaat, Akın’a neden uygulamayı yükletmedi?

***

Yazıya girerken “2017 biterken biri bir hamle yaptı!” dedim.

Evet, bana göre biri bir hamle yaptı.

Ama kim?..

15 Temmuz’da ne olduğunun ortaya çıkarılması için samimi bir şekilde çaba göstermek gerekiyor. Çıkacak netice kime yarayacak veya kimin aleyhine olacaksa olsun… Sadece ve sadece gerçeğin peşinde olmak gerekir.

Cumhurbaşkanı’na suikast davasına bakan Muğla 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Emirşah Baştoğ, bir duruşmada, “Su o kadar bulanık ki…” demişti.

Evet, su çok bulanık.

Yolumuzu kaybetmemek için objektif bir şekilde soru sormamız lazım.

Burak Akın’ın ifadeleri üzerinden yeni sorgulamalar yapacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Bu arada atladığınız bir nokta var. Salih zeki çolağın emir subayıda fetöden gözaltına alınmış. Yani hem emir subayı hem koruma subayı darbeye karşı direniş göstermiş. Birisi vurulmuş birisi gözaltına alınmış.

  2. Sayın Dönmez,

    Yazdığınız girift ilişkileri ve ihtimalleri yabana atmıyorum ama bazen gerçekler göründüğü kadar basit de olabilir diye düşünüyorum.

    Bugün bir gazetede okudum, Burak Akın’ın TSK’ya yapılan operasyonlara bakarak sıranın kendisine de geleceğini düşünerek bu adımı attığı iddia ediliyordu. Bu ihtimali de yabana atmamak lazım.
    Darbecilere karşı gösterdiği kahramanlık da onu kurtarmayabilirdi. Bu konuda yaşanmış çok acı örnekler var.

    Örneğin
    ‘Kocaeli’nin Kartepe İlçesi’nde, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Sakarya’ya giden tankları durdurarak, askerleri gözaltına alan İlçe Emniyet Müdürü Cüneyt A., F.TÖ soruşturması kapsamında açığa alındı.
    Yine, darbe girişimi sırasında Tuzla’da askerlerin piyade tüfeği ile ateş açması sonucu karnından yaralanan komiser yardımcısı Murat E, daha sonra ‘F.TÖ’ gerekçesiyle ihraç edildi. Başbakan, 15 Temmuz sonrasnda Murat E.’ye takdirname vermiş. Youtube da izledim. Tedavi sonrasında polis eskortluğunda ambulansla evine getiriliyor, kurban kesiliyor, tekbirler getiriliyor, halk bu kahramanı bağrına basıyor. Bu iki kahraman şu anda tutuklu mu bilmiyorum. Komiser ve üstü seviyesindekileri genelde tutukluyorlar maalesef.

    Burak Akın olayı eğer göründüğü gibiyse bu, darbeyi Cemaatin yapmadığı hatta tam tersine engellemek için canını ortaya koyduğu konusundaki örneklerden biri olacaktır.

    Masumlara yapılan zulümlerin bahanesi kabul edilen darbe yapma iftirasını temelinden sarsan çok sayıda başka örnekler de var. Bu örneklerden 5 tanesini aşağıya yazıyorum ki vakti geldiğince müfteri alçakların hayasız yüzlerine bu örnekler tükrükler eşliğinde çarpılsın.

    1- Darbe girişimi sırasında Beytüşşebap 8. Jandarma Alay Komutanı olan Albay Ali T. darbe girişimine katılmayıp, komutanı olduğu birliklere dışarı çıkmama emri veriyor, kaymakamı, emniyet amirini, hâkimleri ve savcıları arayıp darbecilerin emirlerini uygulamayacağını belirtiyor. Darbeye katılmadığı için 15 Temmuz sonrasında Bursa Jandarma Alay Komutanı olarak atanan Albay Türk, bu göreve başlamasından 1 hafta sonra ‘FETÖCÜ’ olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanıyor. Halen tutuklu olan Albay Türk hakkında 3 kez müebbet hapis isteniyor. Albay Türk savunmasında Cemaat’le irtibatlı olduğunu ve ByLock kullandığını belirtiyor.

    Albay Ali T. kendi beyanına göre Cemaatle irtibatlı ve ByLock kullanıcısı ama darbeye katılmamış. Onun darbe karşıtı tutumu Hükümet ve Genelkurmay tarafından da biliniyor ve kendisine güveniliyor ki, önceki alay komutanı darbeye katıldığı iddiasıyla tutuklanan Bursa gibi kritik bir yere 15 Temmuz sonrasında Alay Komutanı olarak atanıyor. Darbeye katılmadığı için terfien görevlendirilen Albay T., Cemaatle irtibatlı olduğu için sonradan darbeci kabul edilip tutuklanıyor.

    Madem, ‘darbeyi Cemaat yaptı’ o halde Albay T. neden darbeye katılmadı ve madem darbeye katılmadı neden sonradan darbeci sayıldı? Albay T. durumunda olan çok sayıda yüksek rütbeli subay var, ama başka hiçbir örnek olmasaydı bile Albay T. örneği, yapılan tutuklamaların hukukla ilgisinin olmadığını, bunların mafyalaşan yönetimin ve onun yargıdaki emir kullarının gerçekleştirdiği kanunsuz uygulamalar olduğunu göstermeye yeter de artar.

    2- Darbe gecesi, Hulusi Akar’ın yerine fiilen Genel Kurmay Başkanlığı yapan Org. Ümit Dündar, Dönemin Kara Kuvvetleri Lojistik Komutanı Korg. Yıldırım Güvenç’e, Akıncı Üssü’ne gidip gözaltındaki komutanları kurtarması yönünde emir veriyor. Korg. Yıldırım Güvenç de emri alır almaz Akıncılar gidiyor ve Komutanları kurtarıyor. Ancak 15 Temmuz sonrasında ona da ‘F.TÖCÜ’ yaftası vuruluyor ve tutuklanıyor.
    Org. Ümit Dündar, TBMM Komisyonunda verdiği ifadesinde bunu teyit ederek “O yönde kendisine talimat verdim, kendisi de gitti Akıncı Kışlası’na ve oradan kontrolü alarak çıktı” dedi. Buna rağmen neden tutuklandığı sorusuna karşılık da “Bunu benim değerlendirebilmem de bilmem de mümkün değil” cevabını verdi.

    3- Tümgeneral Cevat Yazgılı’nın yaptıkları ve yaşadıkları da başlangıcı itibariyle Korgeneral Yıldırım Güvenç’le aynı olsa da onun hikayesinin sonu farklı bitiyor. Hürriyet Yazarı Sedat Ergin 30 Ağustos 2017 tarihli yazısında, Tümgeneral Yazgılının darbe günü ve sonrasındaki durumunu detaylı şekilde anlatmış.

    Buna göre, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, darbe gecesi Tümgeral Yazgılı’yı arayarak bir müfreze oluşturup Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın zemin katındaki harekât merkezini darbecilerden temizlemesini emreder. Tümgeral Yazgılı denileni yapar ve bir grup askerle harekat merkezinin kapısını zorlar ve hatta askerler kapılara ateş eder ama kapılar açılmaz. Yazgılı, yapılanın hukuksuz olduğunu belirterek darbecileri teslim olmaya davet eder, bundan da sonuç alamayınca harekat merkezinin elektriğini keserek darbecilerin dış dünya ile bağlantısını koparır. Gazeteci Sedat Ergin, Abidin Ünal’ın ve diğer askerlerin de ifadelerinden alıntı yaparak Tümgenaral Yazgılı’nın darbecilerle olan yoğun mücadelesinin uzun uzun anlatmış ama ben bu kadarla yetineceğim.

    Tümgeneral Yazgılı bu mücadelesinin karşılığını 16 Temmuz akşamı gözaltını alınarak görmüş. Anadolu Ajansı’nın büyük bir gururla sunduğu işkence gören general görüntüleri arasında o da var. İşkenceci polis, ismini ve görevini sorunca bunları kameraya söylüyor. Elleri arkadan kelepçeli şekilde, işkenceci bir polisin onun çenesini avuçladığı ve yüzündeki ekimozlar ve bitkin yüz ifadesinin objektiflere yansıdığı bir fotoğraf da basına servis edilen ‘hain generaller’ albümünde yer aldı.
    Hikâyenin buraya kadar olan kısmı aslında çok tanıdık, çünkü aynı kaderi paylaşan onlarca general ve binlerce subay bulunuyor. İlginç olan kısmı ise bir sonraki aşama. Tümgeneral Yazgılı’nın gözaltına alındığını öğrenen Abidin Ünal, karargâh güvenlik kameralarının görüntülerini savcılığa göndererek onun serbest bırakılmasını sağlıyor.

    O halde şu soruyu sormak gerekiyor; Abidin Ünal, tıpkı Tümgeneral Yazgılı gibi kendi emriyle darbecilere müdahale eden Korgeneral Yıldırım Güvenç’i neden kurtarmıyor? Aslında Abidin Ünal’ın Tümgeneral Güvenç neden tutuklu? sorusuna verdiği ‘bunu bilmem mümkün değil’ şeklindeki cevap, gerçek durumu özetliyor.
    Artık herkesin bildiği gibi, önceden hazırlanmış bir tutuklanacaklar listesi var. Darbecilerle mücadele etmiş olmanız önemli değil, o listedeyseniz darbecisiniz, ‘hainsiniz’!. Eğer şanlıysanız ve o listenin ilk sıralarında değilseniz birileri sizi kurtarabilir. Tümgeneral Yazgılı’nın ‘şanslı’ olduğu anlaşılıyor.

    4- Buna benzer durumda olan bir diğer isim Korg. Metin İyidil. O da Dündar’dan emir aldığını, darbeyi engelleme konusunda en önemli hareketi kendisinin yaptığını, Etimesgut’taki zırhlı birliklerden tankların çıkışını engellediğini savundu. Fakat o da tutuklu. Ümit Dündar’a, aynı Komisyon toplantısında İyidil de soruldu. Şöyle cevapladı: “Metin İyidil beni telefonla iki defa aradı, bu 4. Kolordudaki olaya müdahale ettiğini, ayrıca ikinci telefonda da Etimesgut’taki olaylara müdahale ettiğini ifade etti. Ben kendisine herhangi bir emir vermedim. Kendisi tarafından yaptıklarını bana ifade etti.”

    5- 15 Temmuz gecesi Eskişehir Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezi’nin (BHHM), komutanı olarak Hava Kuvvetleri Komutanı’nın darbecilerin engellenmesine yönelik emirlerini yazılı olarak tüm hava üslerine ileten ve darbecilerin uçuşlarının engellenmesi yönünde tedbirler alan Tuğg. Recep Ünal da ‘FETÖ’ iddiasıyla tutuklananlar arasında. Darbe girişimi sırasında hiçbir darbeciyle teması olmayan Tuğg. Ünal’ın darbecilerle mücadele ettiği konusunda çok sayıda ifade var. Bunlardan iki tanesini aşağıya alıntıladım.

    Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin Ünal savcılık ifadesinde şunları söylüyor: ‘…Bu süre içerisinde Eskişehir Hava Harekat merkezinde tuğgeneral Recep Ünal sorumluydu, Recep Ünal’ı takviye etmek için hemen düğün salonunda bulunan Korgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu’nu ve Korgeneral Nihat Kökmen’i en kısa sürede Eskişehir’e yola çıkmak üzere katılmalarını emrettim.

    Diyarbakır 8’inci Ana Jet Üssü Harekat Komutanı Albay Özkan Edip Akgülay’ın ifadesinde şunları söylüyor : “…05.15’te Eskişehir’den Tuğgeneral Recep Ünal’dan, Başbakanlık emri ile 2 adet F-16 uçağının kalkış emri verildi. Bu uçakların görevi Ankara’da uçan F-16’ların vurulmasıydı. Bu uçakların kalkışını hemen gerçekleştirdik…’

    Ayrıca Akıncı iddianamesine göre, o gece Akıncı Üssü’nde bulunan ve darbeci olduğu ileri sürülen Albay Ali Durmuş’un ısrarla kendisine ulaşmaya çalışmasına rağmen Tuğg. Recep Ünal onun telefonuna çıkmamış. Yani darbenin merkezi olan Akıncı Üssü ile hiç irtibatı yok.
    Diğer yandan Akıncı Üssü iddianamesinde Recep Ünal’ın başka biri adına kayıtlı bir telefonla Adil Öksüz’le 2010-12 tarihleri arasında 177 kez; Kemal Batmaz’la da 62 kez telefonla görüştüğü iddia edilmektedir. Acil ihtiyaç durumunda sadece kontörlü telefonla konuştukları iddia edilen Cemaatle irtibatlı bir subayın yıllar önce hakkında cemaatin asker imamı olduğu ihbarı yapılan Adil Öksüz gibi MİT tarafından bilinen bir kişiyle sıradan bir hatla ve bu kadar çok sayıda görüşme yaptığı iddiası hayatın olağan akışına aykırıdır. Ancak buna rağmen bu görüşme iddiasının doğru olduğu ve buna bağlı olarak Recep Ünal’ın Cemaatle irtibatlı olduğu kabul edilirse, bu durumdaki bir komutanın hem de en kritik aşamada kritik bir üsse komuta ederken darbeye katılmaması ve darbecileri engelleyecek tedbirler alması aslında tek başına ‘darbeyi Cemaat (FETÖ) yaptı’ iddiasını çürütmektedir.

  3. Sayin Dönmez
    “Cemaat Darbenin Neresinde?:
    Yazı dizinizi ilgiyle izlemiştim.
    Hatırladığım kadariyla vardiğiniz sonuç, Sayın Gulen’in markaja alınarak Cemaat mensubu TSK mensuplarinin darbeye katilmasina dair sartlı bir onay koparildigi, Cemaat mensubu askerlerin darbeye karismamak için direndigi istikametindeydi. Neredeyse iki yıllık bir araştırmadan sonra benim de vardigim sonuç budur. Cemaat, kendine bağlı subayların darbeye karismasini neden engelleyemedi diye sormustunuz. Aradan geçen zamanda Cemaat, hem Akıncılar üssüne getirilen şartlı onayı, ve hem de sizin sorunuzu aciklayamadi. Bence Cemaatin bir karşı hamle ile yukaridaki iki hususu açıklamasının zamanıdır.

    • Sn. Can,

      O yazı dizisini ben de okudum ve hatırladığım kadarıyla Ahmet Dönmez orada, bazı kişilerin ‘Gülen’in de bu işte onayı var’ şeklindeki bir söylemle bazı askerleri ikna etmiş olabileceğini iddia ediyor.

      Sizin söylediğini gibi ‘Gülen’in darbeye şartlı onay vermesi’ gibi bir iddia yoktu o yazıda.

      Belirttiğim gibi Ahmet Dönmez’in ki de sadece bir iddiaydı. O yazı dizisini ve Ahmet Dönmez’i genel anlamda başarılı buluyorum. Ama o yazı dizisinde sanki biraz ‘şok edici analizlerle dikkat çekme’ gibi bir gazetecilik dürtüsünün de etkili olduğu hissine kapılmıştım ve alta yorumlar yazarak eleştirmiştim. Ahmet Dönmez’in, hemen akabinde yazdığı birkaç yazıda da kendisine gelen tepkileri analiz ederken kullandığı ifadeler o hissimi biraz daha pekiştirmişti.

      Diğer yandan, darbeyi Cemaat’in yapmadığını anlamak ve o gecenin kimin kontrolünde olduğunu görmek için SÖNMEZATEŞ’in sözlerine bakmaya gerek yok. Aşağıdaki kısa yazıda yer alan somut veriler bile tek başına bu gerçeği görmek için yeterli. Tabi görmek isteyen için.

      Aradan geçen 17 aya rağmen darbenin komuta kademesinin tam olarak kimlerden oluştuğu ve bunların Cemaatle bağlantılıları konusunda ortaya net ve somut veriler konulmadı, İlk günlerde darbenin lideri ilan edilen Akın Öztürk (tüm havuz gazeteleri bu şekilde yazdı) yapılan tüm işkencelere rağmen Cemaatçi olduğu yönünde ifade vermeyi reddedince darbeyi üst kademeden Cemaate bağlama girişimleri boşa çıktı. Şu anda, havuz yazarları bile Akın Öztürk’ün Cemaatle bağlantılı olduğunu iddia etmiyor. Darbenin üst komuta kademesinin Cemaatle bağlantısı hala hiçbir zemine oturtulamadı. Bunun oluşturduğu boşluğu doldurmak için de biraz daha alt rütbelere yoğunlaşılarak bir irtibat varmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Darbeye katılmamış (hatta o gece yurtdışında olan, hastanede yatanlar da var) binlerce subay gözaltına alındı, işkenceler altında ‘itiraf/iftira’ ifadeleri imzalatıldı. Sadece Hulusi Akar’ın emir subayının işkence sonrası fotoğraflarına ve mahkemede yaptığı açıklamalara bakmak bile bu gerçeği gözler önüne sermektedir.

      MİT’in saat 16:00 itibarıyla darbeyi tüm kurumlara bildirdiğini belirtmesine rağmen neredeyse hiçbir tedbir alınmaması, Kuvvet Komutanlarının ordu evine düğüne gitmesi, o gün MİT Müsteşarıyla saatlerce toplantı yapan Genelkurmay Başkanının kışlalardan çıkışı yasaklama emri vermemesi (gecenin kahramanı ilan edilen Öz. Kuv. Komutanı Zekai Aksakallı bile Hulusi Akar’ın bu tutumuna anlam veremediğini belirtti), düğünde derdest edilen hava kuvvetleri komutanının Akıncı üssüne götürülürken uçakta cep telefonuyla Eskişehir Hava üssüne emirler vermesi ve Akıncı koridorlarında elini kolunu sallayarak gezmesi, askerlerle sohbet etmesi,Darbeyi haber aldıkları halde engelleyici tedbirler almayan MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanının hala görevde olmaları,

      Darbeyi saat 16:30’da eniştesinden öğrenen Erdoğan’ın (kendi ifadesi, bkz. YOUTUBE) halkı sokağa çağırmak için gece 00:25’e kadar beklemesi, Erdoğan’ın, o gün görevinin başında olan ve başkaları tarafından ulaşılan (ifadelerde geçiyor) MİT müsteşarına ulaşamadığı iddiası, Erdoğan’ın darbe günü için 4 ayrı havaalanında önceden uçak hazırlatması (bunu damat söylüyor, bkz. YOUTUBE), Erdoğan’ın 15 Temmuz öncesinde yaklaşık 1 hafta hiç gözükmemesi, bulunduğu yeri gizli tutması, 15 Temmuz günü Cuma Namazına gitmemesi,

      TBMM darbe araştırma komisyonunun 15 Temmuz’dan hemen sonra toplanmak yerine AKP’nin üye vermemesi nedeniyle Ekim ayında toplanması, Genel Kurmay Başkanının, MİT Müsteşarının ve darbeci komutanların Komisyonda dinlenmesi talebinin AKP’li Başkan tarafından reddedilmesi, bunun yerine emekli paşaların, gazetecilerin ve hatta Putin’in danışmanının bu komisyonda dinlemesi, Erdoğan’ın isteği üzerine komisyonun çalışmalarına son vermesi,
      bir araya getirildiğinde göstermektedir ki darbeden haberdar olunduğu halde bilerek tedbir alınmamış.

      Darbe girişimi öğrenildiği anda (bunu en geç saat 16:00 olarak kabul edebiliriz) alınabilecek diğer tüm askeri tedbirler bir tarafa, sadece halk sokağa davet edilseydi, 1 saate kalmadan toplanan kalabalıklar darbecilerin burnunu çıkarmasına dahi fırsat vermezdi. Eğer böyle bir tedbir alınsaydı ‘ama bizim 240 şehidimiz var’ denilerek OHAL rejimi uygulamaları için araçsallaştırılan 240 şehidimiz olmazdı ve iktidar bu derece hukuku askıya alamazdı.

      Neredeyse elde kalan tek ‘delil’ Adil Öksüz, Kemal Batmaz ve o gece askeri birliklerde olduğu anlaşılan 4-5 sivil.
      O gece tutuklanacaklar listesinin aylar önce hazırlanmasına (15 Temmuz’dan 2-3 ay önce vefat edenlerin ismi de listede kalmış) ve o gece saat 00:25’te henüz Genelkurmay Başkanının yeri bile belli değilken ‘darbeyi paralel yapı yaptı’ diyerek peşinen suçlu ilan eden irade, pekala Adil Öksüz ve diğer sivillerin orada olmasını da temin etmiş olabilir. Zira bu zor bir şey de değil. O kişilerin oraya gitmelerini sağlayacak onlarca sebep oluşturulabilir.

      Diğer yandan, Adil Öksüz’ün yakalanıp serbest bırakılması, gözaltındayken Başbakanlık müşaviri ile görüşmesi, Başbakanlık Müşavirinin karakolda ‘bu adam F.TÖ imamıdır’ diye sorumlulara haber vermesine rağmen serbest kalması, herkese işkence yapıldığı bir ortamda gözaltında namaz kılmasına izin verilmesi, cep telefonunun ve GPS cihazının kendisine iade edilmesi, arandığı dönemde 3 kez bankamatikten para çekmesi, Reina katliamını yapan Masharipov için 1000 kişilik ekip kurup onbinlerce saat kamera görüntüsü izleyen ve 16 gün içinde onu yakalayan polisin, Adil Öksüz için bunu yapmaması, onu serbest bırakan hâkimin değil de bu karara yapılan itirazı reddeden hâkimin (aylar sonra) tutuklanması gibi olgulara bakıldığında Adil Öksüz’ün hangi pozisyonda tutulduğu net şekilde gözüküyor. Diğer 3-5 sivilin de veya varsa Akıncı üssünde Cemaatle irtibatlı 3-5 subayın da Adil Öksüz vasıtasıyla veya benzer bir metodla o durumda olmalarının sağlanmış olması kuvvetle muhtemeldir.

  4. Sayin Dönmez
    Iyi bir gazetecisiniz. Şunu farketmemis olamazsiniz: Tuggn Hakan Sonmezates savunmasında “Ankara’dan iki general Marmaris’e gidecek timi Çiğli de dört saat beklenti. Cumhurbaşkanı Marmaris’ten ayrılmadan hareket izni vermedi. Isterseniz adlarını vetebilirim” dedi. Mahkeme heyeti kim bunlar diye sormadi.
    Bence bunu araştırın.
    1. Bu generaller cemaatten ise yuzbasinin tezini güzel bir örnek olur
    2. Cemaatten değilse, o geceyi kimin kontrol ettiği ortaya çıkar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin