Bir beslenme modeli olarak nefret!

Yorum | Naci Karadağ

İktidar yetkililerinin rakamları eğip bükmesi, mantığı yerle bir etmesine aldanmayın.

Uluslararası ne kadar objektif kurum, kuruluş ve araştırma varsa istisnasız hepsinde dibe vuran bir Türkiye var.

Adalette dünyanın en baskıcı rejimlerini bile geride bıraktık.

Ekonomisi bizden berbat bir tek Venezüella kaldı.

Eğitim bitik. Akademik dünya yerle bir.

İnsanlar esir hayatı yaşıyorlar, özgür bırakılsalar bir tane yetenek, değer kalmayacak ülkede.

Buradaki tepeden inme yetkililerin “Basın özgürlüğümüz süper” filan dediğine bakmayın. Dünyadakinin toplamından kat be kat fazla gazeteci hapiste.

Şüphesiz ülkenin bu duruma düşmesi bir anda olmadı. Yüzlerce hata ve aptallıklar, becerisizlikler ve ehil olmayanların ülkede devlet aklını oluşturması neticesinde ortaya çıkan vahim bir tablo bu.

Görünen o ki, kolay kolay da düzelmeyecek durum.

Çünkü sebebi sürekli farklı yerlerde arıyoruz.

İktidarı oluşturan güruh zaten durumdan şikayetçi filan değil.

Muhalif görünenlerin de meseleyi tam olarak idrak ettiğinden emin değilim açıkçası.

Şunu görememeleri çok enteresandır:

Özellikle son 5 yıldan beri başta Erdoğan olmak üzere, tüm tayfası ve yandaşlarının hayata tutunma şekli değişti.

Adeta nefret ve kin ile yaşayınca yaşadıklarını hissediyorlar.

Şu birkaç yılda anlamış bulunduk ki, bir beslenme modeliymiş nefret.

Bir tür gıda kimileri için, bir tür teneffüs modeli. Ekmek ve sudan daha aziz bildikleri, sürekli diri tutarak hayatta kalacaklarına inandıkları bir unsur.

Nefreti bir toplum dinamiği olarak konumlandıranların zihinlerindeki gelecek tasavvurunda ötekine yer olmadığı gibi, düne kadar can ciğer kuzu sarması olduklarını bile bir anda hain ve düşman edebilme potansiyelleri oluyor.

Düne kadar pozisyonu gereği Davutoğlu’na yıkama yağlama çeken yandaş yazar, bir gecede kanlı bıçaklı olup, onu dünyanın en art niyetli kötü kişisi ilan edebiliyor.

Bugün yaşananları bu vizörle okuduğumuz zaman ister iktidarın tam göbeğinde olsun, ister varlıklarıyla mevcut yapıya bir tür hava yastığı fonksiyonu ifa edenlerin hiçbir garantisi olmuyor. Düne kadar yüceltilip, yere göğe sığdrılamayanlar bir tek cümle ile düşmanın da ötesine itilebiliyor.

Yıkım ise kendine hayat tarzı olarak nefreti tercih edenlerin doğal parçası. Onların lügatinde inşa kalmıyor bir süre sonra. Öncelikli olarak yıkıp yok etmek tek amaç. İster okul duvarı olsun, ister bina, ister bir eğitim disiplini; fark etmiyor…

Yıkabildiğin sürece hayatta kalıyorsun!

Nefretin aynası kadar yanıltıcı ve yalancı bir yansıtıcı olmuyor bu sebeple.

Nefret öylesine bir panayır aynası kuruyor ki, bırakınız yüzünüzdeki yabancılaşmayı, ne tür bir canavara dönüştüğünüzü size göstermiyor. Daha düne kadar varlık sebebi olarak gördüğünüz ve neredeyse tüm hayatınızı vakfettiğiniz değerleri bir anda silip atabiliyorsunuz bu aynanın karşısına kurulunca.

Huzursuzluk doğal gıda haline gelince, nefret ve şiddetin kuryeleri başköşeye oturtulmuştur tarih boyunca. Toplumun tüm değerlerini bir karpuz gibi ortadan çatlatmak temel stratejiye dönüşür ve diller her ne kadar tersini söylese de, yükseliş ve var oluş bu temel sütunlara var gücüyle abanmaya dönüşür. Üstelik parçalanma sadece toplumun temel dikişlerinde olmaz, giderek küçülen halkalar misali aileye kadar sirayet eder. Evlat ile ebeveynin, karı ile kocanın arasına girecek kadar incelir ve keskinleşir, ‘Yap tercihini’ diye zorlar nefretin beslediği yıkım, ‘ya bendensin ya da hain!”

Düşük tansiyon ve normalleşme riski en büyük düşmanı oluyor bu zihniyetin. Ödü kopuyor toplumun normalleşme riskinden.

Zira varlığı için çok ciddi bir tehdit olarak görür ve kaşıyıp kanatabileceği her yaraya yönelip, oraya abanıyor. Atılan nutuklar ile yapılanlar arasındaki makas farkı meselenin korkunçluğu için yeterli kanıttır. Söylevlerinde birlik, beraberlik, kardeşlik temalarını işleyenlerin kastettikleri tüm değerlerin kendi çemberleri için geçerli olduklarını uygulamalarıyla gösteriyorlar.

Ellerindeki tüm imkanları yıkım ve ayrışma için kullanırlar, amaç uçurumları daha derinleştirmek, öfkeyi daha kalıcı ve keskin tutmaktır.

Haz etmedikleri bir başarı karşısında kalıcı gündem olmasın diye başka bir algı için hareket geçiyorlar.

Kaybedilen her seçim sonrası kan dökmeleri, ülkeyi iç kargaşanın ortasına sürüklemeleri de bu beslenme modelinin bir gerekliliği sanırım.

Dizilerinde, dillerinde, medyalarında nefret ve yıkım vardır, sanat eserleri birleştirici değil bölücüdür… Bir işin iyi ya da yapıcı olması onlar için önemsizdir hatta bazen kendi nefretlerinin gereği üzerlerine yıkılacağını bile bile hücum ederler bazı kubbelere, korkutucu bir esriklik ile çekerler tuğlaları…

Barış isteyen herkese saldırmalarının, başarılı olan her şeyi yerle bir etme çabalarının temel motivasyonu da budur esasen. Nefret ile gıdalananların temel özelliği hiçbir işi iyi yapamamalarıdır. Kötü medya, kötü sanat, kötü eğitim, kötü ekonomi…

O kadar ki başa çıkmak, mücadele etmek mümkün olmuyor.

Yalnız…

Bilmem iyi mi kötü mü ama şöyle bir durum da var:

Bu nefret modeli bir süre sonra kendi kendini zehirleyerek yok ediyor.

Yılanın kendi kuyruğunu yutmaya başlaması gibi…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin