Avrasyacı derin yapı seçimde kimi destekledi?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bana göre 2019 yerel seçimlerini değerlendirirken, salt belediye başkanlarının seçildiği, yerel politikanın ağır bastığı, oturmuş bir politik sistemin rutin seçimlerinden bahsedilemez. Hiçbir şeyde hemfikir olamasa da, sanırım bu noktada hemfikirdi 31 Mart 2019 akşamı Türkiye toplumu. Herkesin beklentileri farklıydı bu seçimlerde. Fakat yine herkes, bu seçimlerin sonuçlarının Türkiye genel siyasetine olacak büyük etkisinden emindi.

Ben bir siyaset bilimci olarak seçimlerden önce pozisyonumu belli ettim ve muhalefet partileri tarafından seçimin boykot edilmesinin, rejimi zor duruma düşürecek ve değişimi tetikleyecek tek opsiyon olduğunu vurguladım. Bunu hem TR724’teki yazılarımda, hem de Twitter mesajlarımla yaptım. Tabi öncelikle şunu belirteyim, bazıları tarafından çok yanlış anlaşıldım. Sanki partilerin boykotu değil de seçmenlerin boykotundan bahsediyormuşum gibi, tavsiye ettiğim şeyin rejime hizmet ettiğini söyleyenlere kadar cidden sert şekilde eleştirildim. Olsun, hiç gocunmadan ve kimseye de sitem etmeden, bu sebep olduğum polemikten bile gayet memnun olduğumu belirtmem gerek.

Halen bu seçimlerin özgür ve adil olarak gerçekleşmediğini savunuyorum. Gerekçe mi? Çok basit: bugün mevcut rejim istediğini seçilmiş belediye başkanlığı görevinden alabilmekte midir? Hatta milletvekillerini hapse tıkabilmekte midir? Başta doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürtlerin çoğunluk oluşturduğu iller ve ilçeler, yüzlerce belediye başkanı ve belediye meclis üyesi görevlerinden alınıp içeri tıkılmışlar mıdır? Bunlardan boşalan yerlere, rejim kendine yakın olan isimleri kayyum olarak atamış mıdır? Bu sorulara “hayır” diyeniniz var mı? Şimdi biraz gerçekçi olalım. Bu koşullar altında yeniden yerel yönetici seçmek ve bunu demokrasi diye yutturmak sadece Türkiye gibi otoriter rejimlerde mümkündür. Günümüzdeki otoriter rejimler, demokrasiden tümüyle uzaklaşmış bir görüntü vermeye çekiniyor. Özellikle de yeteri kadar yer altı ve hammadde kaynaklarına sahip olmayan ülkelerde, uluslararası işbirliği olmaksızın ekonominin çarklarının döndürülmesi olanaksız. Rusya gibi dehşet dengesi yaratacak nükleer silahlarınız ve petrol-doğal gaz denizi üzerinde yüzen bir coğrafyanız yoksa, tümüyle seçim sürecinden kopuk bir sistem oluşturmanız çok maliyetli. Türkiye, bu tür ülkelere iyi bir örnektir. Ne petrolü var, ne de doğal gazı. 1980’lerde ben ilkokula giderken “kendi kendisine yeten” bir tarım ekonomisiyle ön plandaydı. Bugün o da yok. Yani Türkiye’yi yönetenler ister istemez dünyayla işbirliğine devam etmek durumundalar.

Neden Rusya’ya yanaşıyor Ankara?

Zaten tam da bu nedenle, tıpkı ağaçtan ağaca atlayan ve sarmaşıklara tutunarak ilerleyen bir maymun gibi, diğer sarmaşığı yakalamadan tuttuğu sarmaşığı bırakmıyor! NATO’dan koparken, Rusya’ya yanaşması budur. Neden NATO’dan uzaklaşıyor? Neden Rusya’ya yanaşıyor Ankara? Bu sorular, 2019 seçimlerinde adaylar arasında hiç tartışılmamasına, hatta strateji yazan köşe yazarlarınca gündeme getirilmemesine karşın, arada bir korelasyon vardır.

Her şeyden önce şunu tespit edelim. Bu seçimlerde derin yapı neyi seçti, daha doğrusu derin yapı için alternatifler neydi buna bakmak gerekiyor. Derin yapı, Erdoğan’ın işbirliği yaptığı askeri-bürokratik etkin bir güç. Defalarca yazdım, hatta bu hipotezi ilk ortaya atan benim. 17 Aralık sonrasında “devlete kumpas” geri vitesi ile Ergenekon ve türevi ne kadar darbe tezgâhı varsa, sorumluları yargılandı ve hüküm giydi. O dönem, dönemin başbakanı Erdoğan Ergenekon (ve diğer davaların) savcısı olduğunu ilan etmişti. Venedik Komisyonu, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Batılı müttefikler, daha önce Yunanistan’da, Portekiz’de ve İspanya’da tanık oldukları darbelerle hesaplaşma sürecine tam destek veriyorlardı. Yetmez ama evet de böyle bir şeydi. Türkiye demokratikleşiyor, normalleşiyor, sivilleşiyor, vesayet rejimi (veya Hale’in veto rejimi dediği şey) ortadan kalkıyordu.

Ergenekoncular karşılığında Erdoğan’a dokunulmazlık verdi

Sonra 17 Aralık oldu. Ergenekoncular “Türk ordusuna kumpas kuruldu” denerek serbest bırakıldı. Karşılığında Erdoğan’a dokunulmazlık verdiler. Onu ve yakın çevresini Yüce Divan’dan kurtardılar. Ve anlaşmanın gereği olarak onu Kürt siyasetinde Çözüm Sürecini sonlandırmaya zorladılar. Bu arada hem Cemaat’i ortadan kaldırmak, hem de Batı yönelimli dış politikayı sonlandırmak gibi koşulları Erdoğan’a dayattılar. Aynı zamanda bu içeriden çıkartılan Ergenekoncu tayfa TSK’ya döndü. Daha önce fişledikleri NATO yanlısı mülayim subaylarla mücadeleye başladı. Ruslarla derin ilişkileri vardı. Batı yönelimli Türkiye’nin AB kriterleri çerçevesinde fazlaca demokratikleşmesinin kendilerinin sonu olacağını biliyorlardı. Tahakkümlerini devam ettirmenin yolu Batı yörüngesinden çıkmaktı. Rusya, Batı’nın sağladığı tüm silahları ve askeri teknolojileri sağlayabilecek, burnumuzun dibindeki büyük güçtü. Rusya üzerinden Batıyı dengelemek ve Rusya ile stratejik ortaklık kurduktan sonra fiilen Batı kulübünü terk etmek stratejisiyle Suriye’de Türkiye’yi Rusya’ya mecbur ederek – ve Suriye Kürtlerine destek olan ABD paravanı üzerinden – ülkeyi Batı’dan kopardılar. Ve üçüncü sınıf, Orta Asya veya Kafkasya cumhuriyetleri ayarında bir rejimi inşa ettiler. Bu rejimin vitrininde Erdoğan’ı tuttular. Erdoğan, tüm Avrasyacı politikaları İslamcı ve merkez sağ seçmenlere “tercüme ediyor”, böylece Batı’ya kafa tutan reis söylemiyle kitleleri uyutarak, Ergenekoncuların ekmeğine yağ sürüyordu.

Biz bu sistemi biliyorduk, ama bu rejimde kim etkin güç, bundan emin olamıyorduk. Genelde bu tür rejimlerde orduyu elinde tutan rejimi kontrol eder. Erdoğan kanımca orduyu kontrol edecek enstrümanlara sahip değildi. 15 Temmuz kontrollü darbesi, bu bağlamda çok önemlidir. Her ne kadar Erdoğan bu kalkışmadan haberli de olsa, fişlemeler ve operasyon TSK içindeki bir dinamik olmadan gerçekleştirilemezdi. Bu operasyonu işte bahsettiğim Ergenekoncu derin yapı gerçekleştirdi. Perinçek bu fişlemelerin çok önceden yapıldığını söyledi zaten. Dolayısıyla bu bir sır değil. Şimdi ana mesele, Erdoğan mı bu yapıyı kontrolünde tutuyordu, yoksa bu yapı mı Erdoğan’ı kontrol etmekteydi? Bunun çok ciddi bir kanıt ya da göstergesi yoktu.

Ta ki 31 Mart seçimlerine dek!

Erdoğan 2018 yazından itibaren çok kan kaybetti ve güçsüzleşti. Ekonomideki yapısal sorunlar ciddi belirtiler vermeye başladı. Türk lirasının devalüe olması ve çakılması, ödemeler dengesini bozdu. Dahası, enflasyonu körükledi. Enflasyon özellikle vatandaşın gıda ve yaşam malzemeleri bazında yüzde 40’lara geldi. İşsizlik zaten en tepe noktalardaydı. Dış ticaret açığı, malum sebeplerden dolayı hızla yükseldi. Kişi başı gelir yüzde on-on beş geriledi. Satın alma gücü düştü. Ve Erdoğan riyaseti inandırıcılığını yitirmeye başladı.

İşte 2019 yerel seçimlerinde Ergenekon’un önünde duran manzara-ı umumiye buydu. Şimdi siz olsanız, Erdoğan sonrası bir durumun hazırlığına girişmez misiniz? Ergenekon’un Erdoğan’la işbirliğinin zeminini Erdoğan’ın karizması oluşturuyordu. Bu karizmanın ana ekseni, AKP döneminde vatandaşın yaşam standartlarında gelinen olumlu noktaydı. Bu standartlar korkunç bir şekilde düşünce, halkın giderek alternatif arayışına gireceği, adeta bir matematik gerçeklikti.

Ergenekon bu nedenle Erdoğan sonrasının hazırlığını devreye soktu. Tabi bir ani değişimden ziyade, ılıman ve yavaş bir süreç öngörüldü. Zaten CHP ve İYİ Parti rejimin diskurunu Erdoğan kadar benimsemiş durumdaydı. Gerek Kürt politikasında, gerekse Cemaat’e yönelik tutumda (“FETÖ” söylemi mesela!) gerekse de Batı’dan kopan dış politika artı anti-Batıcı söylemler konusunda CHP ve İYİ Parti Ergenekon’a çok yakın pozisyondaydılar. Bu bakımdan ikisi de Erdoğan sonrası dönemin yeni Cumhur ittifakı olabilirlerdi. MHP zaten Ergenekon’un oyuncağıydı. Nasıl şık diye MHP’yi Erdoğan’a eklemlemişlerdi? Şimdi onları aynı MHP’yi CHP-İYİ Parti mevziine eklemlemede kim tutabilirdi? Dahası, Erdoğan sonrası dönemde, Erdoğan’a yakın Truva atları da hemen bu yeni Cumhur ittifakına dâhil ediliverirlerdi.

İşte Ankara ve İstanbul’un kazanılması, CHP-İYİ Parti ittifakının derin yapı açısından dikkate değer bir yedek oyuncu, bir yeni vitrin adayı olması yönünde çok dikkate değer bir adımdır. Ergenekon seçimini şu yönde kullandı: Erdoğan’ın son kullanma tarihi daha bitmedi, ama biz kendimizi ani bir gelişmeye (mesela piyasaların bir sabah çökmüş bir halde bulunmasına, doların 10 lira seviyesine fırlamasına falan) hazırlayalım! İşte kurmay zekâ tam da budur. Riske atamayacakları şey, içeri attıkları 30 bin civarı TSK personelinin ezkaza çıkması ve kendilerine TSK’yı dar etmesidir!

Oysa ben realistim! Hepsi bu!

Bazıları bana kızıyor. Çünkü umutlular ve beni umut kırıcı olmakla itham ediyorlar. Oysa ben realistim! Hepsi bu! Size masal anlatamam. Bu sizlere haksızlık olur. CHP belediyeleri üzerinden bir demokratikleşme olmaz. Erdoğan giderse de bir demokratikleşme olmaz! Önemli olan rejimin gitmesi! Bu seçimler gösterdi ki, rejimin başat olan unsuru derin yapı. Bunu görüyorum. Ve pansumancılık yapmayacağım. Hayal tüccarlığı esasında çok kolaydır. Herkes benden iyi haberler bekliyor. Ama bu fareli köyün kavalcılığı olmaz mı? Gerçekleri görelim. Türkiye demokrasisini yitirdi. Yeniden kurmak öyle kolay değil! Özellikle 510 bin gözaltı-tutuklama olmuşsa, 30 bin öğrenci bugün siyasi nedenlerle hapisteyse, milletvekilleri, belediye başkanları gayet keyfi şekilde içeri atılıyorlarsa, 180 bin memur KHK’lık olmuşsa. Benim çocuklarımın pasaportunu bile iptal edecek kadar gözü dönmüş faşizan bir rejime demokrasi muamelesi yapacak kadar aklımı kaçırmadım! Gerçekler acıdır. Ama onları kabul etmeden, olumsuzluklarından kurtulamazsınız. Demokrasi ve insan haklarına dayalı bir hukuk devleti ise, Polyanna’cılık oynayarak gelmeyecek!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazınız çok bilgilendirici olmuş ben size ilave olarak bir tane değil iki tane Derin yapının perde arkasında güç mücadelesi olduğunu düşünüyorum.Bu derin yapılardan biri Ergenekon (Rusya) diğeri ise küresel sermaye (Koç sabancı ABD vs.)Bence 31 mart seçimlerinde sizin belirttiğiniz derin güç değil diğer derin güç çok daha fazla etkili oldu.Çünkü Binali Yıldırım belirttiğiniz derin gücün adamıydı İmamoğlu ise diğer gücün adamıydı (Ekrem İmamoğlu CHP de Oğuzhan Halıcı ekibine yakın bir isim) Ergenekon un amacı bu seçimlerde de erdoğan ı kollayıp diğer cemaatlerinde işini bitirmek için 2 yıl süre kazanmaktı ama diğer derin gücün hamleleri çok sert gelince (özellikle seçim gecesi İmamoğlunun konuşmaları ve internet te İstanbul sonuçlarının bizzat AKP merkezinden fotoğraflarla paylaşılması) Erdoğan ın 2 yıl dayanamayacağını anladılar ve taktik değiştirdiler şimdi en azından kısa bir süre için iki derin gücünde hedefi aynı o hedef yıkıldıktan sonra ne olacak bende çok merak ediyorum.

  2. Hem akademisyen olup hem bu kadar gerçekçi analizler yapmak herkese nasip olmuyor. İnsanın hamurunda doğruluk, adalet ve vicdan varsa o başka tabi…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin