Ankara’nın değişen Suriye Kürtleri algısı

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bugün Ankara Suriye Kürtlerini PKK’nın uzantısı olarak algılıyor. Tüm Suriye politikası bu algı üzerine kurulu! Ancak bu politika ne derecede inandırıcı? Ankara’nın Suriye politikasını anlamada Suriye Kürtlerine yönelik olan algısı önemli bir gösterge olabilir. Bu yazıda Türkiye’nin Suriye Kürtleri konusundaki çelişkili tutumunu göstermeye çalışacağım.

Suriye Kürtleri’nin Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Müslim 25 Temmuz 2013 tarihinde İstanbul’a, 1 Ekim 2014’te Ankara’ya gelerek temaslarda bulundu. Bu görüşmeler sürekli istihbari kategoride gerçekleşti. Devletin çok üst seviyelerinden siyasi karar alıcılar ve bürokratlar Müslim’le görüşmelerde bulundular. Ankara bu dönemde Müslim’i ve PYD’yi Esad güçlerine karşı daha net pozisyon almaya yönlendirmeye çabalıyor ve Türkiye’nin himaye ve kontrolündeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile PYD arasında irtibat kurmak istiyordu. IŞİD’le mücadele eden PYD ise ÖSO ile işbirliğine gitmek istemiyor, ideolojik olarak ÖSO ve IŞİD arasında fark olmadığını, ÖSO’nun da cihatçı-İslamcı bir grup olduğunu savunuyordu. Türk tarafı diğer taraftan Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye-Suriye sınır hattı boyunca bir Kürt varlığından rahatsızlık duyuyor, bu bölgede bir özerk Kürt bölgesi oluşmasını istemiyordu. Suriye Kürtleri de Irak Kürtleri gibi özerk bir bölgeye sahip olurlarsa, Türkiye güneyden bir Kürt hattı ile çevrelenmiş olacaktı. Ankara’daki bir grup güvenlik elitinin korkusu, Türkiye içindeki Kürt bölgelerinin zamanla daha fazla güneydeki soydaşlarının etki ve çekim alanına girmesiydi. Eğer bu olursa, Türkiye Kürtlerinin özerklik – belki de bağımsızlık – talepleri güçlenebilirdi. Bu esnada Türkiye’de Çözüm Süreci devam etmekteydi. PKK’nın silah bırakmasına ramak kalmıştı. Türkiye 1980’lerin sonlarından itibaren iç ve dış siyasette kendisini zayıflatan önemli bir iç sorunu demokratik yollardan çözme fırsatı yakalamıştı. Buna göre diğer bir grup güvenlik eliti, içeride demokratikleştiği müddetçe güneydeki Irak Kürtlerinin ve Suriye Kürtlerinin Ankara açısından dezavantaj değil, bilakis bir artı olacağını değerlendiriyordu. Salih Müslim’in Türkiye’de bulunması ve doğrudan Türk karar alıcılarıyla görüşmeler yapması bu bakımdan çok önemli bir olaydı. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ve başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, Müslim’e ÖSO ile işbirliğinde bulunması ve Suriye’deki Esad rejimiyle araya net bir mesafe koyması gerektiğini söylediler. Müslim her ikisini de reddetti.

Müslim’in Ankara’nın taleplerini reddetmesinin nedenleri esasında çok anlaşılırdı. Birincisi PYD sahada İslamcı-cihatçı bir fanatik terörist grup olan IŞİD’le savaşmaktaydı. Bu grupla ÖSO arasında cihatçı transferleri sıklıkla gerçekleşmekteydi. ÖSO, IŞİD’e karşı savaşmakta zaten isteksizdi, çünkü Öso algısına göre IŞİD’çiler cihat eden kardeşleriydiler. Dahası Ankara’nın IŞİD’le çok berrak olmayan birtakım ilişkileri vardı. Bu dönemde Moskova Aralık 2915’te Ankara’yı IŞİD’le petrol ticareti yapmakla, IŞİD’i koruyup kollamakla suçluyordu. Rusya savunma bakan yardımcısı Anatoli Antonov Erdoğan ve ailesinin IŞİD’le yapılan petrol ticaretini bizzat koordine ettiğini, bunu destekleyen kanıtların ellerinde olduğunu söylüyordu. YPG, bu bölgede Ankara’nın IŞİD’le hangi seviyede bir işbirliği içinde olduğunu yakından biliyor, bu nedenle Müslim Ankara’ya yanaşmakta tereddüt ediyordu. Ayrıca Türkiye açıkça El Kaide’nin taşeron örgütü olan El-Nusra’yı da desteklemekteydi. Müslim’in 1 Ekim 2014’te Ankara’da yaptığı açıklama çok önemlidir: “Bir şey söyleyip başka bir şey yapıyorlar. IŞİD hala Türkiye sınırlarını kullanıyor. ‘PYD şartlarımıza uymadı, IŞİD’i bıraktık’ mı demek istiyorlar?” diyerek, Ankara’nın IŞİD’le olan yakın ilişkisinin Suriye Kürtleri nezdinde Ankara’nın inandırıcılığının altını oyduğunu belirtiyordu. Bu koşullarda PYD’nin Ankara güdümüne girmesi intihar olacaktı. Çünkü Suriye Kürtleri IŞİD ve ÖSO’nun istediği gibi radikal İslamcı bir Suriye hayal etmiyorlardı. Seküler ve demokratik, Kürtlerin azınlık haklarını anayasal garanti altına alan bir Suriye geleceğini arzuluyorlardı. Salih Müslim Türkiye’nin sahadaki amaçlarının a- İslamcı-Sünnici bir politika olduğunu, b- Ankara’nın anti-statükocu ve irredentist yaklaşımlardan kendisini izole edemediğini görüyordu.

Burada görüşmelerin içeriğinden çok PYD ve onun lideri Salih Müslim’in Ankara tarafından Suriyeli bir muhalif grup ve onun lideri olarak görülmesidir. Evet, Ankara PYD’nin kendi güdümünde olmamasından memnun değildi. Ama PYD’yi PKK’nın bir uzantısı ve bir terörist grup olarak kesinlikle nitelememekteydi. Müslim’in 27 Temmuz 2013’te yaptığı bir açıklamada söyledikleri bu bağlamda çok dikkat çekicidir: “Birinci dereceden, dışişleri bakanlığı ve diğer üst düzey yetkililer bizi kabul etti. … El Nusra bize karşı savaş yürütüyor. Tabi bu konuyu Türkiye ile ele aldık. … Türkiye büyük ülkedir. Türkiye’nin dostuyuz. İlişkilerimize büyük önem veriyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir rolü var. Ayrıca Suriye’nin Türkiye ile sınırı 900 kilometreyi aşıyor. Onun için muhakkak görüşmemiz gerekiyor. … Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin Suriye’ye birinci dereceden ildi duyması normaldir. Biz Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Rojava halkı olarak hiçbir zaman Türkiye’ye uzak değildik, yakındık”. Türkiye ile PYD arasındaki ilişkiler 2015’e kadar böyleydi.

Kobani krizinin patlak vermesiyle beraber, Türkiye köşeye sıkıştı. IŞİD Suriye Kürt bölgesindeki önemli yerleşim birimlerinden biri olan Kobani’yi işgal edince, ABD ve Irak Kürdistan bölgesi Ankara üzerindeki baskıyı arttırdı. Türkiye güzergâhı üzerinden Kobani’ye asker gönderilmesi planına önce ayak direnen Ankara, artan baskılardan dolayı bu tutumunu gözden geçirmek zorunda kaldı. 30 Ekim 2014’te Türkiye Habur Sınır Kapısını açtı ve Irak Kürdistan’ı askeri birlikleri (Peşmerge) 40 araçlık bir konvoyla, ağır silahlar ve Kürdistan bayraklarıyla Türkiye topraklarına girdi. Havai fişek gösterileri ve “yaşasın Kürdistan” sloganlarıyla karşılanan ve bölge halkından yoğun ilgi gören bu birlikler, 20 saatlik bir yolculuktan sonra Suruç’a ulaştı. Bu konvoydaki Peşmergeler ile uçakla Urfa’ya gelen Peşmerge timi Mürşitpınar sınır kapısı yakınında buluştu. Irak Kürdistan bölgesi başbakanı Neçirvan Barzani Kürdistan bölgesi hükümetinin Rojava’ya yardımının süreceğini söyledi. Barzani, Irak Kürdistan yönetimi, Türkiye ve PYD’nin ABD koordinasyonunda uyum içinde çalıştıklarını ifade etti. Irak bölgesel Kürdistan yönetimi sözcüsü Sefin Dizayi, Türkiye, ABD ve koalisyon güçlerinin Kobani’de oynadığı rolün çok belirleyici olduğunu söyledi.

Türkiye, bırakın Suriye Kürtlerini (YPG’yi) terörist olarak nitelemeyi, fiili olarak Suriye Kürtlerinin Kuzey Suriye’de kendilerini savunmaları için birincil derecede bir rol üstlenerek, kendi topraklarını Irak Kürdistan’ı güçlerine açtı, ABD silahlarının bizzat Türkiye üzerinden PYD’ye ulaşmasına öncülük etti. Tüm bunlar gizli kapaklı değil, Ankara’daki AKP hükümetinin onayı ile gerçekleşti.

20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde bir bombalama olayı meydana geldi. 33 vatandaş hayatını kaybetti, 104 vatandaş yaralandı. Ankara bombalamanın Kobani’den (YPG bölgesinden) gerçekleştirildiğini ileri sürdü. Ancak enteresan şekilde IŞİD sorumluluğu üstlendi. 22 Temmuz 2015 tarihinde Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polise susturucu takılmış silahlarla ateş edildi ve polisler hayatını kaybetti. Hükümet PKK’yı sorumlu ilan etti, ancak PKK bu saldırıyı yaptıkları iddiasını reddetti. 17 Şubat 2016’da Ankara’da gerçekleşen bir terörist saldırıda 30 vatandaş hayatını kaybetti, 60’ı yaralandı. Hükümet bu saldırının PYD tarafından yapıldığını ileri sürdü. Ancak PYD bu suçlamayı reddetti. Başbakan Ahmet Davutoğlu NATO ve ABD’yi suçlayarak, Suriye Kürtlerinin silahlandırılmasıyla bu terör saldırısı arasında irtibat kurdu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Washington’ın neden YPG’yi terör örgütü olarak tasnif etmediği anlayamadığını söyledi. Bu olayların ardından a- içeride Kürtlerle yapılan Çözüm Süreci sona erdi, b- dışarıda Suriye Kürtleri terörist ilan edilerek Suriye politikasında ciddi bir dönüşüm yaşandı.

Aslında ne oldu?

Neden Suriye’de ABD ve Koalisyon ile eşgüdümlü yürütülen politika terk edildi ve Türkiye “anti-Kürt” bir algı geliştirerek, dışarıda güvenlik sağlamaya yönelik bir yeni misyona başladı? Bu çok önemli, çünkü Rusya yörüngesine girerek NATO-ABD ve PYD’yi düşman hanesine yazmak, bu süreç içerisinde, çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşti. Hangi iç dinamikler bu kararın alınmasında rol oynadı? Buna paralel olarak, içeride Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi hedefi üzerine inşa edilmiş olan Kürt açılımı ve Çözüm Süreci gibi uzun erimli siyasi projeler neden bir anda rafa kaldırıldı? Hangi iç dinamikler, Erdoğan’ı bu kararları almaya itti? Eğer bu kararları kendi iradesiyle aldıysa, buna neden gerek duydu? MHP’nin desteğini almak istemesi bu konuda bir rol oynamış olabilir mi? Fakat %50’ye yakın tek başına oy alarak en başarılı seçim sonuçlarından birini elde etmiş olan AKP’nin MHP’nin desteğine ihtiyacı yoktu! Kaldı ki Kürtlerle Çözüm Süreci başarılı olmaya çok yaklaşmıştı.

17/25 Aralık, Yalçın Akdoğan’ın “milli orduya kumpas” çıkışı, ardından Ergenekoncuların ve Balyozcuların apar topar serbest bırakılması ve 15 Temmuz darbe girişimi ile TSK’da yapılan kökten tasfiye operasyonu, içeride ve dışarıda yüz seksen derece değişen Kürt politikaları üzerinde hangi rolü oynadı? Suriye Kürtleri ve Çözüm Süreci politikaları pazarlık konusu mu edildi? Suriye’de NATO-ABD-Koalisyon Güçleri ekseninde yürütülen Suriye politikasında nasıl oldu da bir anda ABD düşman hanesine yazılıverdi ve Rusya ile stratejik bir işbirliğine gidildi? 2014’te PYD’nin silahlandırılmasına ve Kobani’de Kürt kontrolünün sağlanmasına hem onay veren hem de topraklarını kullandırarak bu hedeflerin gerçekleşmesini sağlayan Türkiye, nasıl oldu da iki sene zarfında bu politikaları hiç olmamış gibi bir pozisyona yöneliverdi?

Elbette ki siyasi karar alıcılar yönettikleri ülkenin çıkarlarını yeniden gözden geçirebilirler. Ancak bu revizyon daima iç ve dış politikadaki değişimlerle açıklanmalıdır. “Kafama esti, yaptım oldu” türü yaklaşımlar, kamuoyuna lanse edilirken belirli algılar oluşturulabilse de, akademik ilgi gereği, bu meydana gelen değişikliklerin nedenlerinin araştırılması esastır. Bahsettiğim vakalar, son derece önemli ve uzun vadeli sonuçları olan politika değişiklikleridir. Yakın dönemde meydana gelen bu değişikliklerin nedenlerini anlamak, bugünkü rejimin dinamiklerini anlamada önemli bir faktördür. Bu konuyu gündeme getirmeye ve analizi ilerletmeye devam edeceğim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin