Anayasa Mahkemesi üyeleri okuma yazma bilmiyor mu?

Yorum | Mehmet Tahsin

Hukuk fakültesinde okuduğum yıllar da dahil olmak üzere hayatımın hiçbir döneminde bu dönemdeki kadar hukuki metin okumadım. Polis ifadelerinden tutun, savcıların hazırladığı iddianame metinlerine, oradan da mahkeme kararlarına kadar binlerce sayfa metni göz sağlığımı riske atarcasına tarıyor ve okuyorum.

Bütün polis sorguları savcılık iddianameleri ve mahkeme kararlarının neredeyse tamamı aynı elden çıkmış izlenimi veriyor. Belli ki önceden bir yerlerde hazırlanmış şablon metinler var, hâkim ve savcılar sadece isim, adres ve olaylara özgü farklılıkları yazıp altını imzalıyorlar. Hepsinin motivasyonu da “aman benim başım yanmasın, suçsuzsa da itiraz eder bir üst mahkemede çıkar…” şeklinde.

Gözaltına alındığında polisin, sonrasında savcının sorduğu sorular standart. Hâkimin vereceği, serbest bırakma, tutuklama veya adli kontrol kararları standart. Savcının hazırladığı iddianamelerin giriş kısmında Gülen Cemaati hakkında yer alan bölümler standart. İtiraz dilekçelerine karşı verilen kararlar standart… Çoğu, dilekçede ne yazdığına bile bakmadan, “…yapmış olduğu itirazın reddine ve tutukluluk halinin devamına…” yazıp geçiyor. Bu durum istinaf mahkemelerinde de böyle Yargıtay’da da…

İşin acı tarafı Anayasa Mahkemesi (AYM) de bu yöntemi benimsemiş. Artık bireysel başvurulara içeriğe bakılmaksızın şablon cevaplar veriliyor. Böylece ilk derece mahkemelerinde verilen adaletsiz kararlar “Yüksek Mahkeme” tarafından da tescil edilmiş oluyor.

Bu konuda son örnek, malvarlığına kayyım atanan bir iş adamının AYM’ye yaptığı bireysel başvuru hakkında verilen karar oldu.

2016 yılında düzmece delillerle şirketlerine kayyım atanan bir iş adamı, ilk derece mahkemelerine yaptığı tüm itirazlar reddedilince çaresiz AYM’ye başvurmuş. Şirketlerine kayyım atamak yetmemiş ayrıca şahsi malvarlığına da kayyım atanmış, oturduğu evine kadar her şey elinden alınmış.

2016 Kasım’ında çıkarılan bir OHAL KHK’sıyla kayyım atanan şirketlerinin yönetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiş. Bir KHK daha çıkarılmış, TMSF’ye bu şirketlerin malvarlıklarını tasfiye yetkisi verilmiş. Bu yüzden TMSF şu aralar bu şirketlerin malvarlıklarını ‘tanıdıklara’ yok pahasına satmakla meşgul. İş adamı malvarlıklarının yok pahasına satılacağını öğrenince, güç bela bulabildiği bir avukat aracılığıyla TMSF’ye bir ihtar göndererek satışa itiraz etmiş. Skandala bakın ki bu defa şahsi malvarlığına atanan kayyımlar, kendilerini iş adamının yerine koyarak avukatı azletmişler.

Şimdi böyle bir durumda AYM’nin en azından bu iş adamının dilekçesini okuyup, ileri sürülen hususlara bir cevap vermesi gerekir değil mi?

Öyle olmamış. AYM üyeleri Serdar Özgüldür ve Muhammed Emin Kuz, önceden hazırlanmış şablon kararlardan birini imzalayıp kabul edilmezlik kararı vermişler.

Sorun şu ki altına imza attıkları şablon karar kayyım atanan şirketlerle ilgili bir başvuru değil, meslekten ihraç edilen yargı mensuplarının başvurularına ilişkin bir kabul edilmezlik kararı!

AYM kararının girişinde, başvurunun OHAL döneminde yapılan işlemler nedeniyle yapıldığı, başvurucuların kimlik bilgilerinin gizli tutulması ve bireysel başvuru masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığı için adli yardım talebinde bulundukları belirtildikten sonra “Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanların meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenlerin başvurularının incelenmesi…” diye devam ediyor.

Yeri geldi, anlatayım. Medresede birkaç ders aldıktan sonra kendini bir şey sanmaya başlayan softa hocasının karşısına dikilerek şunu sorar: “Kimdir ol veli ki onun kızını Kerbela’da kurt yedi?” Hocası birkaç saniye düşündükten sonra cevabı yapıştırır: Evladım hangi yanlışını düzelteyim ki? Bir kere veli değil nebi. Kızı değil oğlu. Kerbela’da değil Kenan ilinde. Kurt yemedi kuyuya atıldı!..

AYM üyelerinin kararı da aynen böyle. Başvuruyu yapan yargı mensubu değil bir iş adamı. Başvuru OHAL dönemi işlemleriyle ilgili değil hukuka aykırı bir kayyım atama kararı. Başvuruda gizlilik talebi yok. Aynı şekilde adli yardım talebi de yok.

Bu sadece bir örnek. Son dönemde AYM’nin verdiği kararların hepsine bu yaklaşım hâkim. Başvuru dilekçesini bile okumadan karar veren bir Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından hala etkili bir iç hukuk yolu olarak görülüyor. AİHM bu tutumunu değiştirmezse korkarım ki hesaplaşma mahkeme-i kübraya kalacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin