Cemil Meriç merhum “izm’ler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir” der. “İslamizm” olarak anılan siyasal İslamcı yaklaşım Müslümanlara ‘izm’ler çağının yani geçen asrın dayatmasıdır. Batıdaki siyasal akımlardan etkilenmiş bir kısım Müslüman aydın ümmetin/Müslümanların büyük güçlerle mücadele edebilmesinin ‘İslami bir yönetim kurmakla’ mümkün olabileceğini düşünmüşlerdir. Bu amaca matuf izmlerde olduğu gibi yönetimi, ekonomiyi ele geçirmeyi ve toplumu güçle dönüştürmeyi hedefleyen arayışlara girişmişlerdir. Bununla ilgili İslam sosyalizminden Kaddafi’nin Yeşil Devrimine kadar pek çok teoriler gelişmiş, kitaplar yazılmıştır.
Batının baskın ekonomik, siyasi, kültürel hegemonyasına karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan siyasal İslam (İslamizm) bireyi değil devleti, ahlakı-ilkeleri değil gücü-kurumları esas almıştır. Tümden gelimci yaklaşımla güç ve devletin ele geçirilmesiyle kamil müminlerin ve erdemli toplumun inşa edileceğine inanmıştır.
Siyasal İslamı 3 kategoride ele alabiliriz:
Demokratik Siyasal İslam: En Nahda, Milli Görüş gibi demokratik sistem içerisinden devleti dönüştürmeyi hedef alan sivil siyasal hareketler.
Devrimci Siyasal İslam: İran ve Sudan örneğinde olduğu üzere İslami Devleti devrimle kurmayı seçenler.
Cihadist Siyasal İslam: El Kaide, Boko Haram, IŞİD gibi silahlı mücadeleyle (Cihadist) “İslami Devlet” kurmaya çalışanlar.
İSLAMCI YÖNTEMLER NEDEN TEVECCÜH BULDU?
Farklı türleriyle Siyasal İslamcı akımlar son yüzyılda İslam toplumları arasında çok etkili oldu. Sloganlara dayanması, reaksiyoner olması, sembolleri öne çıkarması, modern siyasi akımların ikamesi görülmesi gibi sebeplerle dindar-eğitimli kesimlere ve özellikle gençlere cazip geldi. Zira Nebevi Yöntem dediğimiz peygambelerin yolu olan ve onlardan tasavvuf ekollerine intikal eden bireyleri ahlaklı-erdemli hale getirme uzun zaman istiyordu. Bireyden topluma tüme varım yöntemiyle erdemli toplum inşa etme meşakketliydi. Bu nedenle kendilerini az zamanda ve kısa yoldan devlete, güce ulaştıracak yöntemlere yöneldirler. Müslümanları bin yıldan fazla süredir etkileyen, bireyi, ahlakı, aileyi, davranışı önemseyen tarikatler, tasavvuf ekolleri son yüzyılda siyasal İslamcı ekollere yenik düştü. Bir başka yönüyle geleneksel İslami oluşumlar çağın gerektirdiği yenilenmeyi yapamadılar. Eğitimli, genç kitleleri cezbetmekte yetersiz kaldılar.
Öte yandan batının İslamı dışlayan, aşağılayan tavırları, İsrail’in ağır zulümleri ve modern dünyanın buna sessiz kalması, dünyanın heryerinde Müslümanların ezilip horlanması Müslüman gençleri hissiyatlarına hitap eden, heyecanlarını tatmin eden siyasal İslamcı akımlara yöneltti. Dindar, eğitimli ve heyecanlı gençler diğer izmler yerine benzer refleksleri gösterebilecekleri, modern protesto yöntemlerini/araçlarını kullanabilecekleri İslamcı akımları/Partileri tercih ettiler. Ayrıca buralarda kendini ifade edebileceği, egosunu tatmin edebileceği makamlar, ünvanlar, etiketler (başkan, lider, yönetici vs) vardı. Hareketin başarıya ulaşması durumunda devlette makam, ekonomik imkan ve siyasi güç elde etmek söz konusuydu.
Amaca ulaşmak için hertürlü araç meşrulaşabiliyor, haramlar-helaller sündürülebiliyor, dünyevi beklentiler “dava” formuna sokulabiliyordu. Slogan atmak, afiş asmak “dava adamı” olmak için yetiyordu. Ahlak, yaşantı, ibadet, takva gibi konular “bireysel”di. Çünkü onlar “ümmeti kurtarıyor”, “milletin önünü açan” önemli işlere imza atıyorlardı. Eğer parti toplantısına, örgütsel faaliyetlere katılıyor, mitinge gidiyorsanız kulluğunuz, dini pratikleriniz çok da önem ifade etmiyordu. Slogan atmak güzel/doğru Kur’an okumaktan daha değerli olabiliyordu. Oysa Tasavvuf ekolleri, cemaatler iyi mümin olmaya, zikre, ibadete, harama-helale dikkat etmeye teşvik ediyordu ve bunlar zor işlerdi!
İKTİDARDALAR AMA İDEALLERİ GERÇEKLEŞEMEDİ
Siyasal İslamcılar İran, Mısır, Türkiye, Sudan vb. ülkelerde farklı formlarıyla devleti ele geçirdikleri halde başarılı olamadılar; ahlaklı müminler, erdemli toplumlar üretemediler. Ama Müslümanları ciddi şekilde etkilediler, dönüştürdüler. Bu etki toplumu, ahlakı yozlaştırarak, nesilleri dejenere ederek devam ediyor. Şeriatla yönetilen İran, Suudi Arabistan, Sudan gibi ülkelerde sözde İslam var ama özde ahlaksızlığın ve adaletsizliğin her türü tedavülde. Maalesef siyasal İslamcılar taraftarlarını yozlaştırmakla kalmıyor, İslami cemaatleri-tarikatleri de yozlaştırıyor; paraya-makama-imkana bulaştırarak bozuyor. Siyasal İslamcıların devletin güç ve imkânlarını kontrol ettiği ülkelerde tarikatleri-cemaatleri oy deposu olarak görüyor ve desteklerini devamlı kılmak için bazen sopayla, bazen havuçla onları kendilerine bağımlı kılıyorlar.
Kamu imkânlarından ve kaynaklarından bu yapılara arsalar, binalar vererek, vergi indirimleri-teşvikler sağlayarak ekonomik açıdan kendilerine mahkûm ediyorlar. Ayrıca cemaatlerin ve tarikatlerin tepe yöneticilerine ihaleler veriyor, ticari imtiyazlar tanıyor, çocuklarına yakınlarına makamlar dağıtıyor ve böylece onları hem yozlaştırıyor hem de kendi siyasi yapılarına payanda yapıyorlar. Bu durum cemaatlerin/tarikatlerin safiyetini, ihlasını, Allah rızasına matuf iler yapmasını engelliyor, holdingleşmesini sağlıyor. Emri bil ma’ruf nehyi anil münker yapan yapılar olmaktan çıkıp iktidarın veya bazı siyasi partilerin yancısı, onların kirli iş ve ilişkilerinin meşrulaştırıcısı oluyorlar.
RADİKALLEŞME TEHLİKESİ
Cihat, şehadet gibi kavramlar bütün İslamcıların ana malzemesidir. Demokrasiyi içeriden dönüştürmek üzere yola çıkmış bir siyasal İslamcı hareketin radikalleşmesi, silaha/şiddete yönelmesi zor değildir. Zira devlet-güç hedeftir ve bunu elde etmek için gömlekler değiştirilir, bir tramvaydan inilir ötekine binilir. Hırsızlık humus, zina mut’a, cinayet “cihad” haline dönüşebilir. Muhalifler kolayca “hain”, “fıraki dalle” ilan edilir. Yaşanan dönüşümde İslamcıların Makyevelist, oportünist tutumları kadar tarikatlerin/cemaatlerin iktidar-güçle arasına mesafe koyamaması da etkilidir. Bu içiçelik ve ekonomik/siyasi paydaşlık tarikatlerin siyasallaşmasını, radikalizme savrulmasını mümkün kılmaktadır.
Ayrıca siyasetle meşgul olmanın verdiği haz, dünyevi tatmin, kolaycılık, kısa yoldan zengin-şöhret-makam sahibi olabilme cemaatleri ve mensuplarını siyasete çekmektedir. Bu ilişki biçimi Cemaatlerde tarikatlerde tepe yönetimlerde siyasallaşma şeklinde, eğitimsiz-genç kesimlerde militanlaşma, radikalleşme şeklinde tezahür etmektedir. Siyasal İslamcıların sıkça siyasetine malzeme yaptığı İsrail/Batı/emperyalizm düşmanlığı, Müslümanların mağduriyeti alt-orta tabakada radikalizme/şiddete yönelişi körüklemektedir. Sloganlarla coşan, ezilen Müslümanların hıncıyla dolan genç ve heyecanlı kitleler bu havanın etkisiyle kimler tarafından kontrol edildiği meçhul güya “İslamcı” IŞİD, El Nusra, Boko Haram gibi karanlık örgütlere yem olabilmektedirler.
TASAVVUF GELENEĞİNİN TEMSİLCİLERİ NEREDE?
Anadolu İslam’ı dediğimiz eline-diline-beline sahip olmaya, hoşgörüye, insani kemalata dayanan anlayışın taşıyıcısı binlerce yıldır Nakşisinden Kadirisinden Bektaşisine tasavvuf ekolleri olagelmiştir. Ancak son dönemde İslamcıların etkisiyle tarikatlerin/tasavvuf ekollerinin siyasallaşmakla kalmayıp hızla radikalleştiğine ve cihadist gruplara eleman/militan zemini haline geldiğine şahit oluyoruz. Can yakıcı soru şu:
Sabır-tevekkül-edep örneği, hal ehli sofilerin, tasavvuf erenlerinin yerini şiddete açık, kan dökmeye hazır, başkasına tahammülü olmayan radikalize olmuş gruplar mı alıyor?
AKP siyasetinin, münhasıran Erdoğan’ın bu yapıları dizayn etmeye çalışması, operasyonlar çekmesi bu grupları bölüyor, ayrıştırıyor, nefrete sevkediyor. Kendi içlerinde dahi kan dökecek hale getiriyor. Çarşamba Cemaatinden iki grubun hem de Kutsal Mekanlarda “Erdoğan’a dua” nedeniyle birbirine girmesi ve 150 kişinin yaralanması bunun son çarpıcı örneği. Ülkedeki genel siyasi atmosferin, kutuplaştırmanın, ötekileştirmenin etkisiyle ve AKP’nin/Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek için kamuoyuna pompaladığı şiddet içerikli sözler-söylemler nedeniyle cihadist gruplara tarikatlerden ne kadar militan katıldığını bilemiyoruz. Ancak Irak’ta Suriye’de savaşan gruplara artık tarikatlerden ve tasavvuf ekollerinden önemli katılımların olduğu ve bunun giderek arttığı biliniyor.
RADİKALLEŞMENİN İLACI TASAVVUF EKOLÜ
Tarikatlardaki radikalleşmenin AKP’deki dönüşümle de yakın ilişkisi var. Yola çıktığında İslamcı gömleğini çıkardığını, demokratik hukuk normlarını, Batının insani-evrensel değerlerini kriter aldığını söyleyen AKP 14 yılda büyük dönüşüm geçirdi. İlk 2 dönem demokrasi, hukuk insan hakları gibi konularda güzel şeyler yapan Erdoğan Yönetimi 2011 seçimleri sonrası siyasal İslamcı gömleğini tekrar giydi. Liberallerle, demokratlarla yollarını ayırdı. Bu dönemden sonra Ortadoğudaki silahlı/silahsız İslamcı gruplarla yoğun ilişki içine girdi. AKP, Erdoğan’ın kimliğinde otoriterleşmeye ve tek adam rejimine evrilmeye başladı. Geldiğimiz noktada AKP Siyasal İslamcı tasnifte “Demokratik İslamcı” olmaktan oldukça uzaktır. Zira seçimle gitmeyeceğini 7 Haziran 2015 ve 15 Nisan 2017’de açık şekilde göstermiş, şeffaf, rekabetçi ve denetlenebilir seçim ortamını ortadan kaldırmıştır. AKP’deki değişime paralel olarak -Erdoğan’ın tarikatler içindeki uzun kolları nedeniyle olsa gerektir- pek çok tarikat ve cemaatte alenen politize olma ve radikalleşme davranışları görülmeye başlandı. Bazı tarikatlerde Selefi Cihadistlerin, Siyasal İslamcıların söylemlerine, davranışlarına rastlanır oldu.
Bizdeki laikler ve sol kesim nüanslarını çok bilmese ve her sakallıyı “gerici”, “IŞİD’ci” ilan etse de, giderek yükselen ve tüm Müslümanları karalayan Selefi cihadist akımların antikoru-ilacı tasavvuftur. Radikalleşmeyi ve şiddete yönelmeyi, eline-diline-beline sahip olmayı tavsiye eden, insanı kamil olmayı hedef gösteren, başkasını değil önce nefsini sorgulayan müminler yetiştirmeyi gaye edinen tarikatler-tasavvuf ekolleri önleyebilir. Ancak endişe edilecek bir şekilde tarikatler, cemaatler de siyaset ve radikalizm girdabına çekiliyor.