YORUM | AHMET DÖNMEZ | @AhmettDonmez
Konya 3. Ana Jet Üssü’nden eski astsubay Fatih Suçatı, haklı olarak, “Acaba o gece sarhoş veya çok alkollü müydü?” diye soruyor. Kastedilen kişi, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal. Akıncı Davası’nın tutuklu sanıklarından Suçatı, geçtiğimiz Cuma günkü duruşmada, mahkeme heyetinin Ünal’la ilgili sorgulamalarına, bu şekilde karşı bir soruyla cevap veriyordu.
“Haklı olarak” diyorum, çünkü Abidin Ünal’ın o geceki tavırları, darbeye maruz kalmış bir kuvvet komutanının normal hareket tarzı ile asla örtüşmüyor. Darbe sanığı Suçatı’nın ne ima ettiği hakkında fikrim yok ama “Sarhoştu ve gece karanlıktı…” tadında devam edemeyeceğim yazıya. Zira o gece kontrolden çıkacak kadar içip zom olmuş bir karakter yok karşımızda.
O halde 15 Temmuz gecesi Ünal’ın konu olduğu soru işaretlerini ne ile izah etmek lazım?
Cevabı yüzyıllarca bulunamayan ‘Malfatti çemberi’ değil bu, emin olabiliriz.
Ama önce mahkeme neden Suçatı’ya bu soruyu yöneltiyor, sanıklar Ünal’la ilgili neyin peşindeler, ona bakalım…
‘KARARGâHA GELSE KESİNLİKLE SONUÇ FARKLI OLURDU’
Sanık avukatlarından Hicabi Durmuş, bir başka darbe sanığı, dönemin Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı, eski Tuğgeneral Aydemir Taşçı’ya “Çatışmaları öğrendiğinde Hava Kuvvetleri Komutanı, karargâha gelse sonuç farklı olur muydu?” diye soruyor. Taşçı’nın cevabı net: “Kesinlikle engellenirdi. Kuvvet komutanlarının göreve çağrılması halinde sonuç farklı olurdu.”
Kameralarımızı hemen 15 Temmuz gecesinin Akıncı Üssü’ne çevirelim. Saat 23.00 civarı… Abidin Ünal’ın selefi Akın Öztürk, telefonda konuştuğu Ünal’a, “Abidin sen ne arıyorsun orada, bir uçağa atlayıp gelsene” diye çıkışıyor. Bunu, o sırada Öztürk’ün yanında olan konut astsubayı İsmail Keskin’den öğreniyoruz. Savcılık ifadesinde var.
Peki Ünal o sırada nerede?
Şimdi de kameralarımızı İstanbul Moda Deniz Kulübü’ndeki düğüne çeviriyoruz. Abidin Ünal, hava kuvvetlerinin neredeyse bütün üst düzey komutanları ile beraber orada. Darbeden haberi var mı, var. Ne zamandır? Bununla ilgili birisi kesin yalan olmak üzere 2 tane bilgi var elimizde. İkisi de kendisine ait. Darbe girişiminden 2 gün sonra müşteki sıfatıyla savcıya verdiği ilk ifadede, hareketlilikten 21.30 sularında eşinin telefonu ile haberdar olduğunu söyledi. 13 gün sonra verdiği ek ifadede ise saat 19.06 sıralarında Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi’nin uçuş yasağını bildirmesi ile haberdar olduğunu belirtti. Yani, Genelkurmay Başkanı Akar’ın verdiği uçuş yasağı emrinin Harekât Merkezi’ne ulaşmasından 1 dakika sonra.
ERKEN MÜDAHALEYE NEDEN ENGEL OLDU?
Eğer Ünal’ın ilk ifadesi yalansa, yani gerçekte 19.06’da haberi aldıysa neden düğünden derhal ayrılıp Ankara’daki karargahına geçme teşebbüsünde bulunmadı? Daha hava trafiği başlamadan müdahale edebilirdi. Niye bir şey yokmuş gibi düğüne devam etti? Üstelik de düğündeki hiçbir komutana bu olağanüstü gelişme hakkında bilgi vermedi. Mesela düğünün sahibi, Ankara’daki harekât merkezinden sonra en kritik birlik olan Eskişehir Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Şanver’e neden haber vermedi?
Kameralarımızı Şanver’e çevirelim. 18 Kasım 2016 tarihinde Yeni Şafak’a verdiği röportajda, “Düğün 19:00’da başladı ama bizim, en azından benim, olayların başladığı 21-21:30 surlarına kadar darbeye yönelik herhangi bir ön istihbaratım yoktu. (…) Hayatın normal akışına aykırı bir durum bu. Böyle bir emir yayınlandığı anda hava sahasının kontrolünden sorumlu komutan olarak benim haberimin olması lazımdı. Hava sahasından sorumlu komutan benim” diyor Şanver.
“Bu emirden ne zaman haberdar oldunuz?” sorusuna verdiği cevapta da önemli bir ayrıntı var: “Emirden hiç haberim olmadı. Sadece 19.30-45 gibi yardımcım Kadıoğlu general geldi, telefon elinde, durumu, tam o da bilmeden ‘Komutanım Eskişehir’de bir şeyler varmış ve nöbetçi bıraktığımız General kendisini rahat hissetmiyormuş’ dedi, ben de ‘sen Eskişehir’e git o zaman’ dedim. Daha nikah kıyılmamıştı, misafirleri karşılıyordum. Nasıl gitsin diye düşünürken Hava Kuvvetleri Komutanıma söyledim, ‘İzin verirseniz Kadıoğlu’na bir uçak ayarlayacağım, onu Eskişehir’e gönderelim dedim’. Komutanımızsa ‘Bu aşamada gerek yok, gerekirse benim uçakla göndeririz’ dedi.”
Abidin Ünal ne diyor? “Saat 19.06’da haberdar oldum”. Yani Şanver’e bilgi vermediği gibi, onun Eskişehir’e erkenden Korgeneral Cemal Kadıoğlu’nu gönderme teklifini de reddediyor. Neden? Henüz daha düğünün başında sarhoş olamayacağına göre bunun başka bir anlamı olmalı.
ORADA, MAK TİMİNİN GELMESİNİ Mİ BEKLİYORDU?
Yok eğer ikinci ifadesi yalansa, yani aslında 21.30’da eşinin telefonu ile duruma muttali olduysa; neden ilk ifadesinde yalana başvurdu? İki: Genelkurmay başkanı Akar neden uçuş yasağı ilan etmesine rağmen Hava Kuvvetleri Komutanı’nı bilgilendirmedi?
Her halükârda Abidin Ünal’ın düğün salonundan ayrılmayıp beklemesi düşündürücü. Neyi bekliyordu?
Şimdi de kameralarımızı Konya’ya çevirelim. 15 Temmuz sabah 07.00 civarı… Konya 3. Ana Jet Üssü’nden bir tatbikat için çıkarılan tim, Ankara yolunda kahvaltı molası veriyor. O timde bulunan Astsubay Ali Murat Karakaş, savcılık ifadesinde şunları anlatıyor: “Astsubay Fatih Suçatı bize, ‘Arkadaşlar çıkma amacımız aslında tatbikat değil. Hava Kuvvetleri Komutanını korumaya gidiyoruz ve 17.00-20.00 saatleri arasında İstanbul Samandıra’da olmamız gerekiyor’ dedi. Bize orada 10’ar tane plastik kelepçe dağıtıldı.”
Yani daha sabah erken saatlerinde hedef İstanbul’a gidip düğünü basmak ve Abidin Ünal’ı almaktı. Peki kaçta Moda Deniz Kulübü’ne ulaşıyorlar? 23.30 civarı. Timdeki askerlerin hemen tamamı, Abidin Ünal’ı ‘korumaya’ geldiklerini sanıyor. En azından ifadeleri bu yönde.
Şimdi “Neyi bekliyordu?” sorumuza, Akın Öztürk’ün, “Abidin senin ne işin var orada, bir uçağa atlayıp gelsene” ifadesini ekleyip yeniden düşünelim. Ünal, timlerin oraya gelmesini mi bekliyordu?
Kameralarımız halen Moda’da. Yaşananlara biraz daha fokuslanalım. Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Tim Komutanı Hava Piyade Kıdemli Başçavuş Yılmaz Bahar, yaşananları şöyle anlatıyor:
“Tim komutanı Binbaşı Gökhan Maldar, komutanların tamamına hitaben çok sert bir şekilde ‘Hemen burayı boşaltmak zorundayız, çıkın dışarıya’ diye bağırdı. Bu sırada sivil ya da resmi üniformalı korumalardan bize herhangi bir müdahale olmadı. (…) Generallerin bir bölümü dışarı çıkarken, Abidin Ünal masadan ayağa kalkarak diğer generallerin arasından yanında korumaları Fatih Kahraman ve Gökhan Gerboğa olduğu halde diğer generallerden ayrı bir şekilde yürüyerek merdivenlerden çıkıp binadan çıktı. Korumaları Fatih ile Gökhan askeri usuller çerçevesinde esas duruşta yanından ve arkasından yürüdüler. Bu sırada komutanın rehin alınmış ya da kaçırılmış gibi bir hali yoktu. Hatta ne biz ne oradaki hiç kimse komutana saygısızlık etmedik. (…) Üs komutanım Tümgeneral Haluk Şahar’ın (O gece düğüne davetli olarak katılan Konya 3. Ana Jet Üs Komutanı) yanına gittim. O da diğer generallerle birlikte ayakta bekliyordu. Ben tüfeğimle esas duruşa geçtim ve emir vermesi için gözünün içine baktım. Abidin Ünal oradan ayrılmadan yüz ifadesinden ve mimiklerinden sıkıntı içinde olduğunu gördüğüm Tümgeneral Haluk Şahar bu sefer yüzüme bakarak rahat bir şekilde ‘Her şey yolunda’ der gibi gülümseyerek başını salladı. Ben onun da bu bu hareketini görünce yaptığımızın doğru olduğunu düşünmeye başladım.”
‘BİZİM DİRENCİMİZİ ABİDİN ÜNAL KIRDI’
Burada bir virgül koyup kameralarımızı tekrar Akıncı Üssü davasının görüldüğü Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevirelim. Geçtiğimiz Cuma günkü o duruşmada ifade veren tutuklu sanık Haluk Şahar -ki kendisi o gece derdest edildiği için aynı zamanda mağdur müştekiler arasında yer alıyor- savunmasında şunları dile getiriyordu: “Darbeciler kendisini (Abidin Ünal’ı) işaret ettiğinde direnç gösteren bir hareket yapmadan sessizce gitti. Bu da bizim direncimizi kırdı.
Duruşma salonunda biraz daha kalalım. Çapraz sorguda sanık avukatlarından biri Şahar’a “Abidin Ünal ne yapmalıydı?” sorusunu yöneltiyordu. Şahar’ın cevabı şöyle:
“Öncelikle o saate kadar o kadar generalin orada bulunmaması gerekirdi. Bir baskında yapılacak ilk iş değerli malzeme ve personeli dağıtmaktır. Herkesin birliklerinin başına gitmesi gerekirdi. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da Ankara’ya, orası ele geçirildiyse Eskişehir’e gitmesi gerekirdi. Varsayalım, baskını yedik. Eğer, komutan, ‘Arkadaşlar direnelim ne olursa olsun buradan çıkmayacağız’ dese, belki öldürülecektik ama liderden aldığımız güçle bir direnç gösterecektik. Nasıl Cumhurbaşkanı halka seslendiğinde halk onun gücüyle harekete geçtiyse, bizim liderimiz de Hava Kuvvetleri Komutanımızdır, öl dese ölür, çık dese çıkardık. Öyle davranınca bu direnci gösteremedik.”
Asker bakışı bu noktada net. Haluk Şahar da Akın Öztürk ve Aydemir Taşçı ile aynı düşünüyor.
Sonrası daha da garip.
Vakit geçirmeden 15 Temmuz gecesi Sabiha Gökçen Havaalanı’na gidelim. Saat 01.00 suları… Abidin Ünal, kelepçe takılmaksızın helikopterle buraya getirildi. Buradan da CASA uçağıyla Akıncı’ya indirilecekti. Savcılık ifadesinde, telefonuna el konmadığını ve Akıncı’ya ininceye kadar uçaktan Eskişehir Hava Kuvvetleri ile görüşmeye devam ettiğini anlatıyor. Yani “derdest edilmiş” ama ne elinde kelepçe var ne de telefonuna el konmuş. Darbenin bastırılmasında en kritik rollerden birini oynadığını bizzat kendisinin dile getirdiği Eskişehir’e emir vermeye devam ediyor. Ve bu sırada uçakta bulunan silahlı darbecilerden hiçbiri kendisine müdahale etmiyor. Bu da ilginç. Oysa Haluk Şahar dahil diğer komutanlar, Moda’dan elleri ve gözleri bağlı bir şekilde Akıncı’ya götürüldüklerini anlatıyor.
‘ÇOK NEŞELİYDİ, BİZE ‘KOLAY GELSİN’ DEDİ’
Bir de o gecenin Akıncı Üssü’ne bakalım mı? Abidin Ünal’ı taşıyan kargo uçağı, saat 02.00 sıralarında üsse indi. Yine elleri serbest ve gayet neşeli bir şekilde yürüyordu. Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığı 182. Filo Komutanı olan Binbaşı İbrahim Yozgat, ifadesinde o anları şöyle anlatıyor: “Bu sırada Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal eli bağsız bir şekilde geldi. Gayet neşeliydi. Herhangi bir şekilde rehine olmuş havası yoktu. Ben kendisini görünce ayağa kalktım. Geçerken bize doğru ‘İyi akşamlar arkadaşlar’ dedi.”
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önündeki yolu bombalayan pilot Müslim Macit de 30 Eylül 2016 tarihli ikinci ifadesinde, “Elleri bağlı değildi. Bizlere ‘iyi akşamlar, kolay gelsin’ diyerek geçti” diyor.
Peki ya sonra? Kameralarımızı Akıncı Üssü koridorlarında dolaştıralım. Abidin Ünal, üsse getirilmesinden yarım saat sonra elleri cebinde rahat rahat dolaşıyor. Akıncı davasının 5. celsesinde çapraz sorgusu yapılan Akın Öztürk, bir avukatın, “O gece saat 2.30-03.00 sularında elleri cebinde koridorlarda rahatlıkla dolaşan biri daha var: Abidin Ünal. O dışarıdayken sizin burada olmanız çelişki değil mi?” sorusuna şöyle cevap veriyordu: “Çelişki. Aramızda bir fark yok. Kaldı ki, ben ellerim cebimde rahatlıkla dolaşmadım. Çok endişeliydim. O yüzden bana yapılan bu ithamlar yanlış.”
Bununla da bitmiyor. Darbeciler ne hikmetse o gece derdest ettikleri Abidin Ünal’ın telefonunu Akıncı’da bir odaya “kilitlerken” de almamışlar. Yukarıda adını zikrettiğimiz Yılmaz Bahar, şu bilgiyi veriyor: “Cep telefonu yanındaydı. Net olarak hatırlıyorum çünkü cep telefonuyla konuşurken bir kez gördüm.”
Bir tarafta elleri cebinde rahat rahat dolaşan, cep telefonu ile konuşan bir Hava Kuvvetleri Komutanı var ve o darbe mağduru… Onun “Ağabey orada uçaklar uçuyor, bir gidip bakar mısın?” ricasıyla lojmanından üsse gönderdiği Akın Öztürk ise darbeci…
Daha sonradan “Darbeci olduğunu düşünüyorum” diye ‘sattığı’ Akın Öztürk için o sabah ne demişti peki? Onu da Haluk Şahar’dan dinleyelim: “Kurtarıldıktan sonra bize çay geldi. Abidin Ünal, ‘Akın Paşa olmasaydı bazı şeyleri başaramazdık, darbe etkili olurdu’ gibi bir şeyler söyledi. Birbirlerine düşmanca bir görüntüleri yoktu.”
‘ÇOCUKLARI YORMAYIN, AKŞAM YORULACAKLAR’
Ama sarhoş gibi bir görüntüsü de yoktu… 15 Temmuz Cuma öğle saatlerinden itibaren yapıp ettiği her şey kuşkulu idi. Evet, öğle saatleri… Neden mi? O halde kameralarımızı bu kez Yalova’ya çevirelim. Yalova Hava Meydan Komutanlığı’ndaki Harp Okulu Tatbiki Eğitim Kampı… Akşam darbe girişimi başladıktan sonra gruplar halinde otobüslerle İstanbul’a gönderilecek olan Hava Harp Okulu öğrencileri o sırada kamptaydı. Milliyet yazarı Melih Aşık, 2 Kasım 2016 tarihli köşe yazısında, kampı ziyaret eden Ünal’ın, “Çocukları fazla yormayın, akşam yorulacaklar” dediği iddiasına yer vermişti. O öğrencilerden birinin ağabeyi, Aşık’a mektup göndermişti. Mektupta şöyle deniyordu: “Darbe günü kardeşim Yalova’da her yıl yaptıkları kamp için bulunmaktaydı… Darbe günü kamplarına, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal geliyor. ‘Çocukları fazla yormayın, akşam yorulacaklar’ diyor ve kampta komutanlarla konuştuktan sonra ayrılarak düğüne gidiyor. Olaydan bir gün önce Albay Hüseyin Ergezen Yalova’da bir firmadan 10 adet otobüs siparişinde bulunuyor. Olay günü 450 öğrenci kamptan ayrılıp İstanbul’a hareket ettiriliyor. Çocuklara tatbikat olduğu söyleniyor. 80 öğrenciyi Sabiha Gökçen Havalimanı’na, 300 öğrenciyi Digiturk’e ve 70 öğrenciyi de köprüye götürüyorlar.”
Bir de İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gidelim. O öğrencilerden Ahmet Hamdi Göçer’in, mahkemedeki savunmasında söylediği şu cümleyi ne yapacağız mesela: “O gün için birlik içinde tek olağan dışı durum, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın denetime gelmesi idi”
Neden o gün oraya geldi?
“Acaba sarhoş veya çok alkollü müydü?”
Son olarak kameralarımızı Kurtlar Vadisi’ne çeviriyoruz: “Çapsız çapsız konuşma Abidin!”
[…] kocaman bir muamma. Bununla ilgili daha detaylı bilgi almak isteyenler, 21 Ağustos 2017 tarihli “Abidin Ünal sarhoş muydu neşeli mi?” başlıklı yazıma göz atabilir. Milyon tane soru […]