AB bu sefer samimi olsa keşke!

HABER-YORUM | SEMİH ARDIÇ

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında tam üyelik müzakereleri fiilen durmuş olsa da müzakere kapısı hâlâ açık. Müzakerelerin başladığı 3 Ekim 2005’ten beri bir arpa boyu yol alınamadı.

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün akabinde insan hakları ihlallerinin artması, demokratik kurumların zayıflatılması, kuvvetler ayrılığının göstermelik hale gelmesi, siyasî talimatla on binlerce insanın hapse atılması ve ifade/basın hürriyetinin ortadan kalkması Türkiye’nin AB’den uzaklaştığına dair görüşleri haklı çıkardı.

REFORM EYLEM GRUBU NE YAPTI?

2018 senesinin başında Ankara-Brüksel arasında yeni bir yakınlaşma iradesi ortaya çıksa da insan haklarındaki geriye gidişi durdurmak bir tarafa son bir senede ihlaller daha vahim bir hal aldı.

AB ile siyasî münasebetleri yeniden canlandırmak için 3 sene sonra Reform Eylem Grubu’nu toplayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, 2018’i de lakırdılarla heba etti.

AKP hükûmeti Brüksel’e şirin görünmek için 3 sene aradan sonra AB Reform Grubu’nu yeniden toplamıştı. Ancak 4 üyesi bulunan grupta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu (sağ başta) ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül (sol başta) ağır insan hakları ihlallerine imza atmaktan geri durmadı.

İsminde “reform” kelimesi geçse de 365 gün boyunca incir çekirdeğini dolduracak kadar reforma imza atılamadı.

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın Kopenhag siyasî kriterlerinden hazzetmediğini söylemeye lüzum var mı?

AB ile yeniden yakınlaşmanın temelinde gümbür gümbür gelen krize karşı AB’nin maddî imkânlarından mahrum kalmamak niyeti yatıyordu.

AB LİDERLERİ ERDOĞAN’I DURDURABİLİRDİ

Esasında tam üyelik için kapıyı çalan Türkiye’nin AB’den ışık süratiyle uzaklaşırken AB liderlerinin Erdoğan’ı demokrasiye rücu etmesi mümkündü. Geriye gidişi durdurmak için sadece daha samimi ve tutarlı bir tavır almaları kâfiydi.

Almanya tecrübesi herkes için ilham verici olabilirdi. Darbe bahanesi ile ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) rejiminde keyfi gerekçelerle tevkif edilen veya yurt dışı seyahat yasağı konulan vatandaşlarına sahip çıkmak için Almanya’nın 20 Temmuz 2017’de imzaladığı 3 maddelik malî müeyyide paketinin Erdoğan’a nasıl geri adım attırdığı ortada.

Gazeteciler, insan hakları aktivistleri başta olmak üzere onlarca Alman vatandaşı hapishanelerden tahliye edildi. Hem de ne tahliye!

Gazeteci Deniz Yücel, “tutukluluğunun devamına” kararı ile İstanbul Silivri Kapalı Cezaevi’nin arka kapısından 16 Şubat 2018’de tahliye edilmişti. Masum insanları hapse atarken gerekçe göstermeyen Erdoğan rejimi tahliye ederken de gerekçeye ihtiyaç duymuyor.

ALMANYA’NIN TAVRI TEAMÜLE DÖNÜŞEBİLİRDİ

Berlin’in kendi menfaatleri doğrultusunda neticeye götüren kararlılığının top yekûn bir AB iradesine dönüştürülmemesi demokrasi ve insan hakları adına esef vericidir.

Türkiye ekonomisi iktisadî krizin girdabında iken AB’nin temsil ettiği değerlerin ve sahip olduğu imkânların kıymeti bir kat daha arttı.

Türkiye ihracat gelirinin yüzde 52’sini, doğrudan yatırımların yüzde 80’ini, turizm gelirlerinin yüzde 60’ını AB’den elde ediyor. Borsa ve tahvil piyasasında Avrupa menşeli sermaye tutarı da yukarıdaki oranlara yakın.

BRÜKSEL’İN KAÇIRDIĞI FIRSAT

Sadece Almanya’dan 7 bine yakın şirket senelerdir Anadolu’da istihdama ve ihracata katkı sağlıyor. Erdoğan’ın krizden çıkmak için kaynak aradığı sır değil. Böyle bir zeminde Brüksel’in hem AB üyelik kriterlerini ikmal ettirmesi hem de Türkiye’nin başka bir yörüngeye savrulmasına mani olması mümkündü.

Mamafih şu vakte kadar tarihi fırsatlar “Suriyeli mülteciler” fobisine feda edildi. Erdoğan “Hepsini üzerinize yollarım.” tehdidi ile pazarlığı hep istediği noktada tuttu. AB liderleri de kendi iç kamuoyunda muhtemel yeni bir mülteci krizi ile boğuşmaktansa Türkiye’de milyonlarca insanın en temel haklarından mahrum bırakılmasına seyirci kalmayı tercih etti.

AP “MÜZAKERELER ASKIYA ALINSIN” DİYECEK

Avrupa Parlamentosu’nda (AP) iki hafta sonra Türkiye Raporu oylanacak. Dış İlişkiler Komitesi’nden geçen taslak raporda Türkiye-AB müzakerelerinin resmen askıya alınması çağrısında yer alacak.

Yolsuzluklar, keyfi tutuklamalar, muhalif kişilere matuf baskılar ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından kullanılması gibi pek çok başlıkta Brüksel’in adım atması gerektiği belirtiliyor. Hizmet Hareketi mensuplarının maruz kaldığı hukuksuzluklara “Gülen Hareketi” ibaresi ile dikkat çekiliyor.

Sendika üyelerine, sivil toplum örgütlerine, yeni İstanbul Havalimanı’nda çalıştırılan işçilere, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’a ve muhalif kesimlere yönelik baskıya da yer verilen raporda kuvvetler ayrılığına saygı gösterilmesi ve yargının bağımsız olması talep ediliyor.

ERDOĞAN ATTIĞI ADIMLARIN BEDELİNİ ÖDEMELİ

Avrupa kurallarının değiştirilen anayasa ile birlikte çarpıcı şekilde ihlal edildiğini ifade eden birçok siyasetçiye göre Erdoğan attığı anti-demokratik adımların bir bedeli olduğu hakikati ile yüzleşmeli.

Taslak raporda müzakerelerin mihenk noktasını teşkil eden basın hürriyeti, temel haklar ve hürriyetler gibi konuları ihtiva eden 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılmasını defalarca talep edildiğine, ancak AB Konseyi’nin blokajlarına maruz kalındığına işaret ediliyor.

Türkiye’nin katılım müzakerelerinde şu ana dek 16 fasıl müzakereye açılmıştı. Sadece bir fasıl geçici olarak kapatılmıştı. AB Katılım Müzakereleri 35 fasıl üzerinden yürütülüyor.

“TÜRK YARGISI ŞAKA GİBİ!”

Taslak raporu kaleme alan Macar asıllı Avrupa parlamenteri Kati Piri, Twitter’da şunları kaydetti: “Türkiye’de yargı sistemi şaka gibi. Herhangi bir iddianame olmadan insanları tutuklamak ve 16 ay sonra ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmeye çalışmak’ suçlaması ile Osman Kavala gibi insanları hedef almak tam bir delilik.”

Avrupa Parlamentosu’nun müzakerelerin askıya alınması çağrısı, AB Konseyi nezdinde bağlayıcı değil. Rapor tavsiye niteliğinde. Son sözü üye devletleri temsil eden Konsey’e ait. Konuyu gündeme alıp almama yetkisi de Konsey’de.

AP’nin yaptığı çağrının gündeme getirilmesi halinde müzakerelerin askıya alınması için nitelikli (üçte iki) çoğunluk gerekiyor. Müzakerelerin tamamen durdurulması ise oybirliği ile mümkün.

Taslak karar metnin iki hafta içinde Strazburg’da bulunan Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda oylamaya sunularak kabul edilmesi bekleniyor.

SEÇİMDEN SONRA BASKILAR ARTABİLİR

Son iki raporda olduğu gibi 2018 raporu da idare-i maslahat olarak tarihe geçmemeli. Brüksel’in, Avrupalı siyasetçilerin tespit ve tenkitlerine samimiyetle kulak vermesinin vakti geldi de geçiyor.

Aksi takdirde Erdoğan’a 31 Mart’ta yapılacak Mahallî İdareler Seçimi’nin akabinde mevcut hukuk ihlallerini artırarak devam ettirme cesareti verilmiş olacak.

Erdoğan, ekonominin kriz sebebiyle küçüldüğü, halk desteğinin giderek zayıfladığı bir siyasî ve iktisadî iklimde AB’nin “müzakereleri askıya aldık” demesini göze alamaz.

Türkiye’nin böyle bir krizin altından kalkamayacağı gün gibi aşikâr. Madem AB’nin nimetlerinden istifade ediyorsun o halde ev ödevlerini de yerine getir demekten imtina edilmemeli.

HERKESİN MESULİYETİ VAR

Hukuk ve demokrasiye kulaklarını tıkamış Erdoğan ile anladığı lisandan konuşulmalı. İçi boş tehditlerine boyun eğilmemeli. AB’nin iktisadî ve siyasî imkânları Türkiye’de yeniden demokrasiye dönülmesi ve 82 milyonun temel hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması için kullanılmalı.

Demokrasiyi muhafaza etmek için irade beyanında bulunmayan herkes Türkiye’de yaşanmış ve yaşanacak bütün mağduriyetlerden de mesul olacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin