Yorum | Veysel Ayhan
Bir aylık (18 Ocak-18 Şubat) Afrin macerasının envanterini çıkaralım.
Tam bir ay önce Yeni Şafak’ın manşeti şuydu: “3 Saatte Afrin”
Yandaş medya bunu derken Erdoğan ne diyordu: “Bir haftada dağıtacağız”
AFRİN NEREDE?
Afrin, Hatay sınırının 30-35 km. doğusunda. Güney sınırımızın ise 40-45 km aşağısında.
Gerçekten de harita üstünden bakınca böylesine yakın ve kolay görünüyor.
Askerliği kantinde yapan “başkomutan” da muhtemelen benim gibi askerliği ve bölgeyi bilmediği için haritaya baktı ve “3 saat veya bir haftada ulaşırız” sandı.
SON DURUM NE?
Son durumu Hasan Cücük özetledi.
Harita ise yandaş kaynaktan,
Buyrun dikkatle inceleyin: 3 saatte veya 1 haftada Afrin’e varamamışız.
Ne yapmışız?
1 ayda sadece 10 kilometre ilerlemişiz. Bir tepeyi “fethetmişiz.”
Yüzlerce kahramanlık manşeti.
Binlerce asıp kesmeler, “Reis bizi Afrin’e götür” demeler…
İşte sonuç bu:
Bir ayda 10 kilometre, 32 şehit ve 170 yaralı.
Afrin’de hava harekatıyla öldürülen siviller ayrı bir mesele…
Kara harekatı masrafları bir yana… Bir F-16’nın bir saatlik uçuşunun 25 bin dolar olması, yüklü mühimmat maliyetinin 65 bin dolar oluşu ve yapılan binlerce sortinin korkunç maliyeti başka bir mesele…
Hatırlayalım. Harekat başladığında yaralanan tankçı uzman çavuş şunları söylemişti.
“3 gün bombaladık, 200 metre gittik, vurulduk”
Provokatif ama sorulması gereken bir soru şu:
Savaşının 1. ayı itibarıyla şehit sayısı 32.
1 ayda 10 km ilerleyen bir ordu 4 ayda kaç kilometre ilerler?
Bu gidişle dört ay sonra Afrin’e varabiliriz.
Bu sorunun ve cevabının ne kadar askerlikten uzak ve saçma olduğunu biliyorum.
11 şehit haberi önünde dumanlı yemek keyfi (her neyse?) yapan bakanlar, “hadi hazırlanın çıkışta Afrin’e gidiyoruz” diye sırıtıp espri yapan başbakanın olduğu yerde bu sorular çok mantıklı.
“Başkomutan”ın ve “Başkomutanının Genelkurmay başkanı”nın hesapları da böyle!
Peki o zaman dört ay sonra kaç şehidimiz olur?
Bu gidişle dört ay sonra Afrin’e girdiğimizde Allah korusun 128 şehidimiz olacak.
Bir de Erdoğan’ın şu korkunç hayalini hatırlayın:
“Şu ana kadar yaptıklarımız daha ısınma turları bile sayılmaz. Asıl büyük hamlelerimizi, ataklarımızı önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiz.”
Buna hazır mıyız? Buna değecek mi?
Peki Afrin’e girdik. Orayı “fethetmiş” mi olacağız?
Oraya Süleyman Soylu’nun ormana kadın kaçırıp darp eden Kırklareli Valisi Orhan Çiftçi gibi bir valiyi tayin edebilecek miyiz(!)
Erdoğan bunu da başaramayacak(!)
Afrin’in ne olacağını Milli Savunma Bakanından değil Gümrük Bakanı’ndan öğreniyoruz. Dün şunları dedi: “Biz, orada terör örgütlerinin Afrinlilere musallat olmasından kurtardığımızda Afrin’i, Afrinlilere bırakarak, kendi topraklarımıza çekileceğiz.” E hani YPG bize saldırıyordu da…
Yapacağımız tek şey bu: Bölgeyi Esat’a bırakıp döneceğiz. Tıpkı Fırat Kalkanın’da 67 şehit verip döndüğümüz gibi.
Yani daha “ısınma turları”ndan 32 şehit varsa dört ay sonra veya altı ay sonra kaç şehit olur?
TÜRKİYE’DE ASLA SORULAMAYAN SORULAR
Şu soruları soranı hapse atıyorlar!
1- Önceleri harekatın adı “terör örgütü’ne operasyon” idi. Sonra “emperyalist güçlere karşı savaş”a döndü. Şimdi ise “bölge halkını YPG zulümden kurtarma”oldu.
Bu savaşın amacı ne? Bizim bu savaştan ne “menfaatimiz” var?
2- Yakın tarihte Afrin’den Türkiye’ye yapılmış bir terör saldırısı yok. Peki o zaman Afrin’le alıp veremediğimiz ne?
3- Derdimiz PKK ise niçin Kandil’den başlamıyoruz? Erhan Başyurt’un dediği gibi “Terörle mücadele etmek, PKK’nın uzantılarına değil kendisine operasyon ile olur.”
4- Diyelim ki Afrin’i aldık sonra oraya yerleşecek miyiz? Yoksa Rusya’nın emelleri doğrultusunda Esat’a teslim etmek için mi savaşıyoruz?
5- Türkiye, Rusya’nın izni dahilinde uçuş yapabiliyor. İzin verdiği alanda ilerliyor. Bu durum bağımsız bir savaşı değil birilerinin piyonu olarak savaşmayı ifade etmez mi?
6- Düşman daima gücünü abartır. Başarısını duyurur. YPG, “Türkiye’ye atılan füzeleri biz atmadık, elimizde bu menzilde füze yok!” diyor. Peki o zaman Türkiye’ye atılan füzeleri kim atıyor? Ki bazılarının yakın köylerden atıldığı görülmüş.
Bunlar Afrin’e saldırıyı meşrulaştırmak için Hakan Fidan’ın attırdığı füzeler olmasın?
7- AKP’li siyasilerin herhangi birinin Afrin harekatına katılan tek bir çocuğu var mı? Hatta askerlik yapan var mı? Reis’leri onları niye Afrin’e götürmüyor. “11 eve daha nur yağdı, Ne mutlu onların ailelerine.” coşkusundan onları niçin mahrum ediyor?
SON BİR SORU:
8- Şu bir aylık harekatta tek bir ailenin evine ateş düşürmeye değecek ne elde edildi?
Afrin harekatının iç problemleri unutturmak, OHAL’i içselleştirmek, ekonomik çöküşe bahane hazırlamak ve seçim için yatırımı olmak dışında tek bir sebebi var mı?
“SAHİPSİZ ZÜRRİYET”
Meşhur hikayedir. Fakir çiftçinin üç oğlu vardır. Savaş çıkınca seferberlik memurlar kapıya dayanır. “Padişah efendimiz sefere çıkıyor. Bir oğlunu ver.” derler. Oğul seferde şehit düşer. Sonra ikincisini isterler. O da şehit olur. Yeni bir sefer için üçüncü oğulu istemeye gelince yaşı 70’a dayanan çiftçi öfkelenir. Memura der: “O Padişah Efendiye söyle, benim zürriyetime güvenip de sağa, sola savaş açmasın.”
Türkiye’nin “padişah efendi”si ise Erdoğan. Hiçbir “padişah efendi”ye böyle “sahipsiz bir zürriyet” nasip olmadı! 80 milyon “yurdum insanı” tamamen boş ve gereksiz bir savaşı “gerekli” sanıyor. Hatta muhalefet partileri, muhalefet gazeteleri bile savaşın zaruri olduğuna inanmış durumda. Olan fakir fukaranın çocuğuna oluyor.
Gariban asker bir hiç uğruna kurtlar sofrasına yem ediliyor!
Bu ölen insanların aile psikolojileri ve inandırılmışlıklarına bir göz atalım mı?
Hani bir tabir vardır nalına mıhına diye…
Yanisi şu ; Kemmiyetleri hareketlendirerek yönetim sağlanır değil mi? Nasıl yönlendireceğinizi, hangi yönde, hangi ısıda bulunduracağınızı bir çok parametreye göre saptar ve doğru zaman doğru kemmiyette tatbik edersiniz.Sonuç! olmasını istediğiniz manzarayı ortaya çıkarmış ise yaptığınız plan gerçekleşmiş demektir.
Mantık budur değil mi? Yöneten/yönetilenler arasında.
Kadim zamanlardan bu zamana kadar yönetilenler ve yönetenler var ise yönetilenleri masaya yatıralım ve mantık sorularını sıralayalım.
Yönetilenler nasıl yönetilir? Yönetenlerin insan davranış bilimini yalayıp yutmuş olması ve bir çok testten geçirdiği örnek vakıaya sahip olması sonucu kolayca bu yönetim işini gerçekleştirirler.Tek arıza çıkaracak nokta şudur; Yönetilenler arasında yönetenler sınıfına dahil olmamış ( dikkatinizi celbediyorum olamamış demiyorum, olmamış diyorum!!!) kişiler var ise bu kişilerin davranış şekillerinin analiz edilmesi gerekiyor.Bu analizlerin sonucu da uzunca bir yazı konusu olabilir…Fazla uzatmayayım lafın kısası şu …
İnsanlar inandırıldıkları mevhumlar kullanılarak yönetilir…Çok acı değil mi? Gözlerinizin içine bakarlar ve sizin kullanılacak bir organizma olduğunuzun hazzını yaşarlarken siz onların içinden gelip geçen şehvet ve bencillik nöbetlerini mimik jest ve hareketlerinden yakalarsınız … Yönettiğini zannetmek kötü haslettir….
1990’lı yılların başından itibaren, “hizmet düşüncesiyle”, yurtdışına çıkan gençlerin büyük bir kesiminin yaşları, şimdiki Mehmetcikler gibiydi; hatta bazen daha da gençtiler. Başlarındaki öğretmen ağabeylerinin çoğu da pekçok komutanın yaşından az. Bayrağımızı, insan sevgimizi, Anadolu insanının değerlerini okullarla, çeşitli kurslarla, işadamları dernekleri ve kültür merkezleriyle, belki dünyanın 170 ülkesine taşıyan bir hareketi, halkımızın önemli bir kısmının gözünde şüpheli hale getirmeyi beceren siyasiler, şimdi de gencecik Mehmetlerimizi ölüm tarlalarına sürüyor, günlerce gidip bir arpa boyu yol almıyorlar. Kimse de sormuyor: “bu nasıl bir kafa, sen bin yıldır elinde olan kendi ülkende, 500.000’lik şehirlerindeki teröristleri kaç günde temizleyebidin ki Afrin’de, Mümbiç’de bunu becerebilesin?”. Yine kimse sormuyor ki: “kardeşim, teröristlerler böylesi hareketlerle bitirilebilir mi? Yoksa eğer gerçekten teröristseler, geride kalan aynı görüşteki yakınları intihar bombacısı olmak için daha da istekli olmayacak mıdır?”. Ülkemizde “suicide bomber” konusunu çalışan hiç mi “yiğit” akademisyen yok? Çıkıp konuşsun…
Toplumun akli, “”REIZ bisey yapiyor doğrudur”” olunca, seyredip beklemek gerekiyor. Bir de ölümü tercih eden bir toplumun önüne hangi seçeneği koyarsan koy, o toplum yine ölüme gidecektir.
Toplum, ölüm ve acıda birleşti. Ucuz kahramanliklarla da bunu taçlandirdilar. Insanlarin pisipisine ölmeleri, yanilmiyorsam çok da yakinlarinin umrunda da olmuyor. Bu ölümleri AFRIKA’daki kutsal kurbanlar gibi görüyor.
Bayramınızı ve İstiklal Marşı’mızı on binlerce km ötellere taşıyan kahramanları hain ilan edenlerle, yerli ve yabancı işbirlikçileri, içerde darbe tiyatrosu bahanesiyle kesip doğradıkları kahraman Silahlı Kuvvetlerimizi, şimdi de yurtdışında sonu belirsiz maceralara sürüklüyor…
Adına çözüm denilen süreçte teröristler şehir merkezlerinde “askerlik şubesi” kurup binlerce çocuğu dağa götürürken seyreden, Diyarbakırlı annelerin “çocuklarımızı örgütten kurtar” haykırışlarına kulak tıkayan ikiyüzlü adam ve haysiyetsiz ortağı, şimdi garibanların yokluklar içinde büyüttükleri evlatlarını canları pahasına o günlerde dağa çıkanları öldürmek için gönderiyor ve öldürülen sayısını her gün “gururla” açıklıyor.
Dün kendi topraklarımızdaki teröristlere taviz üstüne taviz veren, kişisel istikbalini bunda gören kifayetsiz muhteris, bugün çocuklarımızın canını ve milli servetimizi ecnebi topraklarında keyfince harıcıyor.
Daha da acısı hamaset nutukları ve dizi senaryolarıyla narkozlanan kitleler hiçbir şeyin farkında değil.